Toplam Okunma 0

Sayın Zeynep Şule Yılmaz’ın EEEH (Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Hayat) dergisinde rehber köpekler ile ilgili yazısına katkım olur düşüncesiyle, bilimsellikten uzak, gözlerim görürken elde ettiğim deneyimlerime dayanarak yetiştirdiğim rehber köpeğim “Foksi” hakkında yazmak istedim. Foksi’ye tam olarak bir rehber köpek de diyemeyiz. Daha çok sahibinin emrinde, yani beraber yaşadığı ailenin ihtiyaçlarını karşılamak umuduyla yanıp tutuşan bir dost diyebiliriz.

İnsanoğlunun ilk evcilleştirdiği akıllı bir canlıdır köpek. Tarihin her döneminde yardımını bizlerden esirgememiş ve daima insanların hizmetinde olmuşlardır. Bu sevimli yaratıkların duygularını insanlar her zaman kendi lehlerine kullanmışlardır. Yasalar ülkelerin gerçekleri göz önüne alınmadan çıkarılır ve uygulanırsa, büyük beklentiler olsa dahi, sonucu hüsran olur. Nasıl hüsran olur diye gülerek kendi kendilerine soru sorup “yapılacak her girişimi kötü karşılıyorlar” diyenleri duyar gibi oluyorum. Ülkemizin sokak köpekleri diye bir gerçeği var. Onlar olduğu müddetçe sorunlar her zaman olur diye düşünüyorum. Sayın Yılmaz’ın yazısından öğrendiğime göre, Amerika’daki sokakların bu sevimli bazen de canavar yaratıklar ile tanışıklığı yokmuş. Onlar olmayınca sokaklarda köpekle gezmek daha kolaydır muhakkak.  Gönlümden sokak hayvanlarının olmadığı ülkeler geçiyor. Her şey çok güzel, hiç olmazsa hayvanlar bakımlı, açlığa terk edilmiş değil, mutlu ve rahat yaşıyorlar. Böyle ülkelerin insanları da inanıyorum ki mutlu ve sağlıklıdır. Yazımı rehber köpek yasasının çıkarılması için büyük umutlar besleyen ve bir köpek edinerek bundan yararlanma hevesinde olanlara katkım olur amacıyla yazmak istedim. Kısa rötuşlar yaparak tamamlamak üzere olduğum yazımı köpeğim Foksi’nin zehirlenerek ölmesi üzerine duygularımı da ekleyerek yeniden yazmaya karar verdim.

Ben elli yaşında kör oldum. Sonradan kör olanlar daha iyi bilirler; körlük gerçeği ile karşılaşınca sadece sizde değil, etrafınızda da soğuk rüzgarlar eser ama yaşam her şeye rağmen devam eder. Yıkılmayıp gerçeği kabul ederek yaşama sarılırsan, ondan sonra geçecek hayatın daha güzel olur. Yeni yaşamla ilgili rüzgarlar bizim hanemizde de esti. Ailece bu sorunu kısa zamanda çözünce, sosyal ilişkilerimiz eskisi gibi devam etti. İleri yaşlarda engelli olmak psikolojik olarak türlü sakıncalar oluştursa da, bunalımlar atlatılsa da, yeni zorlukları olsa da bazı deneyimler adaptasyonun kolay olmasını sağlıyor. Hele bir de benim gibi rehabilitasyona gitmek isteyip de yaşından dolayı kabul edilmeyen birisi için bu durum daha da zor oluyor. Yaşamın devam ettiğini bilip, her zorluğun üstesinden gelme hırsı ise ailen yanında olunca kolay atlatılıyor.

Emeklilik sonrası Mersin Silifke’nin sonradan mahalle olan Taşucu Beldesi’ne yerleştim. Bir rehber köpek temin etmeyi düşündüğümü bilen bir arkadaşım, yerleşmemizden bir yıl sonra köpeğinin yavrularından birisini bana göndereceğini, erkek mi dişi mi olmasını benim tercih edebileceğimi belirtti. Daha sonra kırk günlük Golden Retriever cinsi dişi bir köpek yavrusunu başka bir arkadaşımla bana ulaştırdı. Dişi olmasını ben tercih etmiştim. Gözlerim görürken bir av köpeğim vardı. Yani daha önce de köpek eğitimi ile ilgilenmiştim. Dişi köpeklerin insana daha yakın, daha sadık olduklarını, bu nedenle erkek köpeklere göre eğitiminin daha kolay olduğunu ve ayrıca bir de yürürken sokak köpeklerinin erkek köpeğe göre dişi köpeklere az saldırdıklarını biliyordum. Köpeğimizin aşılarını yaptırarak nasıl bir eğitim aldırabiliriz diye araştırmaya başladık. Köpek eğitim merkezleri büyük kentlerdeydi ve benim de oralarda ona eğitim aldırmam zordu. En yakın eğitim merkezi Mersin’di ve bize uzaklığı doksan kilometreydi. Bir de oraya gidip eğitim aldırma sadece para ödeyip köpeği göndermekle olmuyordu. Bunun yanında bizim de zaman zaman gitmemiz gerekiyordu. Mali külfeti epey yüklü olacaktı. Araştırmamın boyutlarını genişleterek telefonunu bulduğum köpek eğitim merkezlerini tek tek aramaya başladım. Herkes yaşını öğrenince, “hemen getirin eğitelim en güzel eğitim döneminde” diyordu ama nasıl eğitim verecekleri belli değildi. Onlar ticari bir işyeri idi ve benim aldırmak istediğim eğitimden çok kendi kazançlarına bakıyorlardı. Bazı yerlerde polis ve jandarma köpek eğitim merkezleri olduğunu öğrendim. Bu gibi eğitim merkezlerinden yardım istemedim. Memurluktan emekli olduğum için oraların bürokratik yönlerini tahmin edebiliyordum. İlgili birini bulabilirsem çok kolay eğitim aldıracağımı biliyordum. Ancak bulamadığım taktirde işimin çok zor olduğundan emindim. Bu nedenle zaman harcamaya gerek görmedim. Daima bu konu ile ilgili kafamda soru işareti vardı. Onlar verdikleri eğitim sonucunda, kumandayı terlikleri getirir diyorlardı fakat benim asıl istediğim olan sokaklarda bir görme engelliye yapabileceği rehberlikten ve bunun başarı yüzdesinden hiç bahsetmiyorlardı. Başka bir arkadaşımın veteriner olan kızının aracılığı ile görüştüğüm daha açık yürekli bir köpek yetiştiricisi, bu eğitimin kolay olmayacağını söyleyince gerçeği daha iyi gördüm.

Evimizin beşinci kişisi olan Foksi’yi kendi çocuklarımızı yetiştirir gibi yetiştirmeliydik. Aile içinde evimizin bir ferdi gibi onunla konuşarak eğitim verebileceğimizin kararına vardık. Reis eşimdi, zaten evde yaptıkları ile aile reisi sanki ben değil de eşimdi. Bu kuralı Foksi için de uygulayacaktık. O karara varışımızın asıl nedeni, katı kuralları olanların etkisinin geçerli olmasıydı. Bir de ona eğitim verirken göz göze gelmek gerekiyordu. İnsanın kendi çocuklarının yetişmesinde dahi bu kural geçerlidir. Anne-babanın sert olanından daha çok korkulur. Köpeğimiz de eşimin bazen sert, bazen de sevecen ilgisiyle yetiştirilir oldu. Evimizde esas komutları eşimden alıyor onun dediklerini bize göre daha iyi yapıyordu. Benim rehberimdi dışarıda, her dediğimi yapıyor aynı çocuklarım gibi beni koruyordu. Yürüyüş haricinde mesela denize yüzmeye gidince bana bir şey olacak diye etrafımda yüzerdi. Ancak koruma kaygısından üzerime tutunmaya çalışır her yanımı tırnaklardı. Şöyle bir özelliği de vardı, sokakta yürüyüş esnasında bir köpek saldırırsa çok korkardı. O vakitte ben “korkma ben ona kızarım kızım” derdim. Diğer köpek üzerimize gelirken ben kararlı bir şekilde o köpeğe “hayır” veya “git” diye bağırırdım. Bunun üzerine az önce korkan o değilmiş gibi havaya girer yola devam ederdi.

Nerede ve nasıl yaşadığını da belirtmeden geçemeyeceğim. Biz köpeğimize evimizin bahçesinde bakıyorduk. Zaman zaman salona getiriyorduk ama onun yerinin bahçe olduğunu hissettiriyorduk. Evimiz bahçeli, üçüz dubleks bir binadır. İlk işimiz onun daima temiz tabaktan yemek yemesini, su içmesini ve çişini dışarıya yapmasını sağlamak oldu. Altına bir gazete serip çişini oraya yaptırdık. Yavaş yavaş gazeteyi dışarıya çıkartarak onun çişini dışarıya yapmasını öğrettik. Bu esnada tasmaya alıştırarak, kulübesinde bağlı kalmasını sağladık. İlk bağladığımızda biraz viyakladı ama biz kulübeye alışması için bunu yapmak zorundaydık. Yaz aylarında balkonda otururken arada bağlı olmadan yanımızda olmasını izin verdik. Bizim yanımızda olması, zaman zaman onunla oyun oynamamız en büyük zevklerinden birisiydi. Her dediğimizi yapmaya başlamıştı ama attığımız bir şeyi geri getirtemedik. Sadece deniz kenarında oynarken yarım litrelik pet su şişelerine az miktarda kum doldurup zil çalar gibi ses verdirerek atınca onu yakalamak için suya atlar, şişeyi getirir tekrar atmamız için önümüze bırakırdı. Bu oyunu oynama nedenini yüzmeyi çok seviyor olmasına bağladım hep. Yüzerken benim üzerime atılıp tırnakladığından yüzmeye gittiğimizde denize götürmüyorduk. Genelde komşularımız giderken yanlarında götürürlerdi. Onlarla yüzerken bana yaptığını yapmaz yanlarında bir arkadaşları gibi yüzermiş ve “senin yüzdüğün yeter dışarıya artık” dediklerinde de kıyıya çıkar onları beklermiş. Tasması Şule Hanım’ın anlattığı tasmaya benzemiyordu. İki ucunda yuvarlak halka bulunan iki santimetre genişliğinde iki bant ön ayaklarından geçirilerek sırtından tokalanıyordu. Tokalama sonrasında yuvarlak halkalar tam köpeğin sırtına gelir ve bu halkalara tasma zinciri takılırdı. Eğer tasma zincirini bu şekilde belinden değil de, boynundaki tasmaya bağlayacak olursak boyun tasması zamanla köpeğin boğazını tahriş ediyor ve sonunda da laranjite hatta astıma yakalanmasına sebep oluyor. Bu tür tasmalar bütün petshoplarda bulunur.

Rehberliğine gelince, tasma ile yavaş yavaş yürüyüşlerimize başladık. Onunla normal bir insanla veya küçük bir çocukla konuşur gibi konuşuyordum. Tasmasına küçük bir zil takmıştım. Bağlı olmadığı zamanlar nerede olduğunu anlamamı kolaylaştıran bir yöntem olarak bulmuştum bunu. Zil sesini takip ederek yerini tayin ediyordum. Önceleri evimizin önünde tasmalı küçük yürüyüşler yaptık, yavru köpekler uzun yürüyüşlere gelemez çok yürütülürse hastalanıp ölebilirler. Bu yürüyüşlerle beraber onunla konuşmaya başladık. Bu konuşmalarımız çocuklarımızla yaptığımız günlük konuşmalardan farksızdı. Etraftan benim ona anlattıklarımı duyanlar “bu adam gözleri görmeyince kafayı üşüttü galiba köpekle konuşmaya başladı” deseler normaldi. Onlar ne düşünürse düşünsünler ben onu yapmak zorundaydım ve etrafıma kulağımı kapayarak bu ilişkiye devam ettim.

İlk uzun yürüyüş günlerimizde deniz kenarında bazen serbest bırakıyordum. Benimle oynardı ve ben zil sesini dinleyerek onu takip ederdim. Arada bir zil sesini kaybederdim çünkü o esnada beni bırakıp orada görmüş olduğu köpeklerle oyuna tutuşurdu. Kimi zaman etrafımızda bulunan birilerinin yardımlarıyla yakalıyor ya da elimde tasma ile evin yolunu tutuyordum. Bu gibi durumlarda toza çamura bulanmış olarak birkaç saat sonra evimize geliyordu. Eşim toz toprak içinde top oynamaktan gelen çocuğumuz gibi bağırarak onun yanlışını anlatmaya çalışıyordu. Benim nerede olduğumu soruyordu ona. Kaybolabileceğimi, bir arabanın çarpabileceğini söylüyordu. Böylece bir daha böyle yapmaması gerektiğini anlatıyordu ona. Eşim, Foksi hata yapınca tepkisini anlatmak için rulo yapılmış bir gazeteyi yere hızla vurarak çıkardığı sesten korkmasını sağlıyor, yaptığı yanlışı hatırlatmaya çalışıyordu. Bu tür eğitimlerde en çok kullandığımız iki sözcük vardı. Erkan Yolaç’ın programında söylenmemesini istediği evet ve hayır kelimelerini biz daha çok söyler olmuştuk. Yarışmaya girsek ilk saniyede kaybederdik. Bununla ilgili ilginç bir anım da var. Foksi daha üç aylık kadardı. Kuki isminde köpeği olan bir Alman bayan komşumuz evimizin önünden geçerken Foksi yollarını keserek oynamak istemiş. Alman hanım Foksi’ye Türkçe kendi köpeğine Almanca hayır diyerek onların oynamasını engellemeye çalışmıştı. Köpek dahi olsa bir dili vardı ve ondan anlıyordu. Bir yaşından sonra görevini bilmeye, birçok kelimeyi anlamaya başladı. Belki abartılı bulunabilir ama yaklaşık elli kelime kadar biliyordu. Sadece“kuçu kuçu” ile “hoşt” demeden anlamazdı, o köpek gibi değil evimizin bir ferdiydi. Bazen ben “bunun dilini kesip konuşturacağız” diye espri yapardım. Zamanla ikimiz öyle bir ikili olmuştuk ki, benim görmediğimi bilmeyenler inanmıyorlardı. Her sabah yüksek tempoda beş kilometre kadar deniz kenarında yürürdük. Benim için tehlikeli olan tarafa onu alarak, bazen sağımda bazen de sol yanımda olmasını sağlıyordum. Bir elimde baston olurdu onu sağa sola hareket ettirmezdim, yanımda işaret gibi dururdu. Doğrusu bastonu da çok iyi kullanmayı bilmem yalnızca ara sıra yolumuzu kaybedince lazım olurdu. Bu durum genellikle önümüze çıkan bir köpek dikkatimizi dağıtınca ya da benim ona farkında olmadan güvensizliğim sonucu olurdu. Bir defa içme suyu için kazılan çukura düşmüştüm, tek nedeni bendim. Onun tasmayı çekmesini dinleseydim bu olay başıma gelmeyecekti. Evimizin önündeki her zaman yürüdüğümüz sokakta bir gün önceden çukur kazmışlar, akşam işleri bitmeyince görenlere göre işaret koyup gitmişler. Sabah yürüyüş esnasında Foksi beni çekiyordu ve yolda sorun olmadığı düşüncesiyle ben de tasmasına asılıyordum ki kendimi ayaküstü bir buçuk metrelik çukurun içinde buldum. Nasıl kızabilirdim ki ona aslında ben onu yanıltmıştım. Onun tasmayı çekmesinin doğru olduğunu kabul etsem belki oradan uzaklaşmış olacaktım. Ayaküstü düşmemim nedeninin büyük ihtimalle onun uyarısı sonucu olduğu kanaatindeyim.

Gezme esnasında karşılaştığımız farklı davranışlar ile tatile gittiğimizde bazı sorunlar oluyordu. Gezmede karşılaştığımız sorunlardan başlayayım. Yüksek tempo ile yürürken karşımızdan gelen biri güya sevecek ya “kuçu kuçu” demeye başlardı. Biz gayet ciddiydik ve bu durumlarda yolumuza devam ederdik. Küçük çocuklar veya saldırgan mı diye sorarak sevmek isteyenlere “otur kızım bak seni sevecekler” dediğimde oturur veya sırtüstü yatar sevilmenin mutluluğunu yaşardı.

Yürüyüşümüzün ilk günlerinde yürüyüş yolu üzerine kakasını yapıyor, farkına varmadığım için bunu yapmasını engelleyemiyordum. Bir gün yürüyüş sakinlerimizden birisi tarafından uyarıldım. “Köpeğine buralara çiş yaptırma” diyor yaptığı kakayı oradan almamı istiyordu. Haklıydı, bir poşet almayı düşünememiştim. İkinci gün belki de ben üzerine basacaktım. Suçumu bilmeme ve etrafıma saygı duymama rağmen oradaki kakayı bir an için bulamayacağımdan korktum. Böyle durumlarda etrafımdan yardım isteyerek gerektiğinde kullanmak için bir poşetim yoktu. En iyi savunma saldırı mantığı ile bağırmaya başladım. Foksi’nin yaptığını nasıl gördüğünü, sokak köpeklerinin yapmadığını nereden bilebileceğini soruyordum ama haksızdım. Benim bağırmalarımdan, tartışmamdan etkilenmiş olacak ki sonraları poşet taşımama rağmen yürüyüş yoluna hiç çiş yapmadı. Yürüyüş esnasında denize girmek ister, ben “hayır şimdi değil” dediğim zaman yürümeye devam ederdi. Yolumuz üzerinde bazı engeller vardı oralara yaklaştığımı tahmin ederek mesela “tümsekte veya demirde yavaş” derdim ve Foksi oraya gelince yavaşlardı. Buna benzer ama çukura düşmeden yaşadığım birçok olay mevcut. Ancak onları anlatmamın gereği yok. Öz olarak çoğu zaman onu ben yanıltıyordum.

Altı aylık olunca evimizin bekçisi de olmuştu. Dışarıdan gelenlerin kim olduğunu havlama şekliyle bize anlatmaya çalışırdı hep. Örneğin, tanıdığı birisi gelirse başka, yabancı birisi gelirse başka, komşuların evlerine birileri gelirse başka, çişi geldiğinde başka şekilde havlardı. Yaşı ilerledikçe onun havlama şekline göre ne demek istediğini bilir olmuştuk. Aramızda iki ev mesafe olan kiralık bir evde köpekleriyle yaşayan komşumuzun başka bir yere taşınması sonucunda, eve yeni kiracılar gelmişti. Onları hiç kabullenemedi ve hane halkından kim evimizin önünden geçerse geçsin ya da evlerinin bahçe veya balkonunda görünsün onları parçalayacak zannederdiniz. Eşimin anlattığına göre dişlerini gösterişi değişiyor saldırgan bir köpek gibi görünüyormuş. Sabahları yürüyüş zamanımız gelince ben uyanmamış olursam beni havlayarak uyandırırdı. Ben de onun bu tavrından dolayı o gün yürüyüşe gitmeyi istememiş olsam da kendimi ona karşı sorumlu hissederdim. Üzerimi giyer, beraber yürümeye giderdim. Ailecek görüştüğümüz arkadaşlarımızın evlerine gideceğimizde, isimlerini söylersem evlerinin kapılarına kadar, bakkala gideceğiz dediğimde de oraya kadar beni götürüyordu. Bakkalda veya eşimle gittiğimiz markette kapının önünde tasmasını üzerine atıp bizi beklemesini söylüyorduk, biz çıkana kadar orada bekliyordu. Bazen de eşim bisikletle bakkala, markete, fırına gider, onu tasmasız götürürdü. Kapılarında beklemesini söyler içeriye girermiş ve eşim dışarıya çıkıncaya kadar o da orada beklermiş. Aynı bahçe içerisindeki komşularımıza giderken onu da götürmek zorundaydık. Olağanüstü durumlar harici hiç havlamazdı, lakin bizim misafirliğe gittiğimizi görünce hiç susmazdı. O da bizimle gelmek isterdi hep. Bahçede oturursak yanımızda odada oturursak kapının önünde bizi beklerdi. En önemli özelliklerinden biriside kıskançlıktı. Eşim birisini öpsün, bir çocuğu kucağına alsın kıyameti koparırdı. Kıskanırdı fakat saldırgan değildi. Korkan birisini fark ederse onu parçalayacak gibi havlardı. Karşıdakini korkmadığını görürse onunla oyun oynamaya başlardı. Kıskançlığı olsa da evimize gelen misafir çocukları bir yerini acıtsalar dahi onlara dokunmaz, tam tersine onları korurdu. Komşumuz civciv almıştı onları getirip önüne koydu. “Bak Foksi bunlar bizim, sakın bunlara bir şey yapma” dedi sonrasında onlara dokunmadığı gibi sokağa çıkmalarını engelledi.

Mama ile besliyorduk Foksi’yi. İki aylık oluncaya kadar yaklaşık bir kahve fincanı ölçüsünde sabah akşam mama veriyorduk. Daha sonra sabahları bir su bardağından biraz fazla olmak üzere günde bir defaya düşürdük. Mamayı sabah verince yürüyüş sonrası mükâfat gibi oluyordu. Önceleri oyun kemikleri ve top aldım kemiğin yanı sıra topları da hep yedi ve biz Foksi’ye topun bir oyun aracı olduğunu öğretemedik. Attığımızı getirmemesinin nedenini de ben buna bağlıyordum. Bir yaşından sonra arada bir haşlanmış kemik verirdim, onunla hem oynar hem de kemiği yerdi. Mamalar çeşit çeşitti. İyi mamayı bulmak hem zor oluyor hem de çok pahalıya geliyordu. Mümkün olduğunca iyi mama yedirmeye çalıştım. Kötü mamaların yapıldığı malzemede kötü olduğu için bunları yedirince köpek çok kokuyordu. En kaliteli mama diye tabir edilen ücreti oldukça yüksek olan mamadan bir defasında aldım ve böylece onun ayrıcalıklarını görme fırsatı buldum. Bu mamanın fiyatı benim kaliteli dediğim mamaların iki katı kadardı. Beslenmesi konusunda bir diğer nokta da çöp alışkanlığıydı. Ne kadar temiz tabaklarda yemek yedirirsek yedirelim çöpten yemesini engelleyemedik. O vakit ne de olsa köpek, aslını inkâr etmiyor dedik bundan vazgeçiremedik. Vazgeçmemesinin bedelini de serbest kaldığı esnada çöpten yediği bir zehir sonucu hayatıyla ödedi. Golden köpeklerin en kötü özelliklerinden birisi bir şeyler yemeyi çok sever. Çöp bidonlarının etrafındaki yiyecekleri hiç affetmezler ve onun için bu cinslere çöpçü de denmektedir. Yukarıda da bahsettiğim gibi biz yemeğini hep temiz kaptan vermemize rağmen çöp olayını engelleyemedik. Belki bir yöntemi vardır fakat bunu biz bilmiyorduk.

Aşılarını ve bakımını yaptırıyorduk ama burada bulduğumuz veterinerler daha çok büyükbaş hayvanların sağlığı ve bakımını biliyorlardı. Köpeklere daha amatörce bakıyor tam olarak anlamıyorlardı. Bir yaşında kadardı. Tüyünün bakımını istedik. Onlarda bakım yapıyoruz diye tıraş makinesi ile iyice tıraşlanmış olarak çıkardılar karşımıza. Psikolojisi bozuldu bizden kaçıp saklanmaya başladı. Bir gün mutfak kapısından girerek yatak odasına saklanmış. Biz o gün akşama kadar aradık. Sık yıkamazdık şampuan köpeklerin derilerinde kepek olmasına sebep oluyormuş. İki üç ayda eşim “gel kızım banyo” deyince suyun altına kendi girer şampuanla yıkanırdı. Suyu çok sevdiğinden ve deniz sonrası üzerinin tuzunu atması için temiz suyla duş aldırırdık.

Eşleşme dönemleri bizi rahatsız ederdi. Önceleri bir yavrusunu alırız diye düşündük, duvardan atlayıp gelen sokak köpekleriyle eşleştiğini fark ettik. Düşük yapması için iğne vurdurduk ama altmış iki gün sonra beş tane Foksi’ye hiç benzemeyen yavru ile karşılaştık. Onların bakımı hem biz hem de Foksi için başka zorluklar getirdi. Tek sevincimiz iyi cins olmadığı için elimizde kalır korkusuyla büyüttüğümüz yavruları emin birilerine vermek oldu. Korktuğumuz başımıza gelmedi Foksi iyi cins olduğu için yavruları tercih ettiler. İkinci eşleşme zamanında sokak köpeğinin birisiyle eşleştiğini anlayınca kısırlaştırdık. Kısırlaştırdık ama yine eşleşiyordu ve her eşleşme döneminde eşim isyan ediyordu. Duvardan atlayan köpekler bahçemizi tarumar ediyorlardı. Eşleşme dönemi yaklaşık iki hafta sürüyordu.

Arada bir seyahate çıkıyorduk. Foksi’yi götürsek gittiğimiz yerlerde istemeyenler çıkıyordu. Tek avantajımız komşularımızın onu çok sevmeleri biz yokken ona bakmalarıydı. Biz gelinceye kadar psikolojisi bozuluyordu. Hiç havlamayan Foksi sabahlara kadar havlar oluyormuş. Çok uzun seyahatlerimizi komşularımız onun durumunu görüp etkilendikleri için istemezlerdi. Biz de mümkün mertebe erken dönerdik. Şimdi Foksi yok, komşular “yenisini almalısınız” diyorlar, biz istemiyoruz. Gözümüz arkada kalmadan doya doya gezmek düşüncesindeyiz. Yeni bir Foksi de en az iki yılda aramıza katılabilir. Bir köpek daha yetiştirmeden başımıza gelecekleri görür gibi oluyorum. Acısına dayanmak zor oluyor. Hayat devam ediyor ama ben yeni bir Foksili hayatı göze alamıyorum. Yuvası, bahçemiz, sokağımız, Taşucu şuan Foksisiz. Ölümüne belki zehir atanlar bile üzüldü ama yine de işine gelmeyen birileri canlıları öldürüyor. Bir gün sokak köpek ve kedilerinin olmadığı, onların güvenli ellerde bakıldığı günler umuduyla….


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.