Başlık tanıdık gelmiştir. Bu kavramı bazı yazılarımda kullanmıştım. Ayrıca ben ve birçok arkadaşım, yazılarımızda adeta bir deyim haline getirdik bunu. Aslında bu kavramla ilişkimizin tatlı bir anısı var. Dergimiz henüz zihnimizde yarı hayal şeklinde biçimlenirken, “Ne yazmalı?” sorusunu birbirimizle paylaşırken söz edilmişti “Görmenin İktidarı” isimli kitaptan. Yıllar yıllar geçti. Kitabı okuduk ama bir türlü yazılmadı. Politik alanda körlüğün bir aşağılama aracına dönüşmesi bana bu yazıyı yazdırdı.
Okuyan olmaz elbet. Olsa da sağlamcı konfora zarar gelsin istenmez. Yine de konfor alanını dağıtıp, ezberlere karşı doğruyu arayan serüvenciler vardır. Belki düşer önlerine. Belki yaşamı kökten değiştirmek isteyenlerin pek de gündemine almadığı sağlamcılık konusu gündeme taşınır. Vardır elbet bir alan, popülerleşmeden onun da gerçek dayanışmacısı olmak isteyen onurlu hak savunucuları.
Burada kitabı uzun uzadıya anlatmayacağım. Zira yazar ile neredeyse hiçbir konuda uzlaşamıyoruz. Ben burada bu kitap, Saramago’nun “Görmek” kitabı ve Herbert George Well’in “Körler Ülkesi” kitabı ile; kötülüklerin kılıfı körlüğü tartışacağım. Neden mi? “Toplum her olaya körleşti, bu müthiş bir politik körlük, böylesi bir körleşmiş ülkede demokrasi olmaz” gibi saçma sapan söylemlerden sıkıldığım için. Her kötülüğe körlüğümüzün kılıf edilip, “Biz o bağlamda kullanmıyoruz” sağlamcı özgüvenine bir yanıt olsun diye. Aslında bu konuda en iyi örnek Saramago’nun “Körlük ve Görmek” romanları ama ben bu kitaba yoğunlaştım bu ay. Diğerlerinden de alıntılarla zenginleştireceğim.
Görmenin İktidarı
Kitabın yazarı İtalyan Prof. Giovanni Sartori. Bugünün teknolojisi ile televizyonun toplumları ve çocukların gelişimini etkilemesi üzerine ahkam kesmek isteyenlerin üzerine atlayacağı bir kitap. Tabi Google dururken kitabı kaynak alırlarsa… 1995 yılında çıkan kitap, o zamanın algısına göre TV’nin bilgisayara göre daha etkili olduğunu ve böyle devam edeceğini savunuyor. Bugünün internet ortamını öngörmemiş olması doğal elbet. Yazarın hak talebinde bulunanları, işçileri, süt üreticilerini, siyahileri; yaptıkları eylemler dolayısıyla suçlaması ve medyanın onları sansasyonel olaylardan faydalanmak için haklı gösterdiği liberal fikri doğal değil. Konumuz da bu değil zaten şu an.
Kitabın en can alıcı noktasından bir alıntı yapayım. “Kör bir insan göremediği için değil, okuyamadığı yani yazılı metinlerin desteğinden yoksun olduğu için fikirsel konularda engellidir” Bu gecelerce uyunmamış, üzerine kafa patlatılmış ve sonunda en doğru sonuca ulaşılmış karizmatik bir cümle gibi görünüyor. Oysa mürekkep daha portakalda vitaminken çivi yazıları ve tabletler vardı. Onu da geçelim. İnsanlık tarihinin gelişiminde sözlü aktarım mı yazılı aktarım mı daha fazla yer tutuyordu? Yazı olmasaydı. Yahut hiç olmasaydı. Braille alfabesi ve yardımcı teknolojileri yani herkesin yeti farkına göre bulduğu çözümlerin belirleyiciliğini saymıyorum bile.
Diğer taraftan, metinlerin körlerin erişimine uzak olmasından kaynaklı engellenmişlik konusunda yazar ile herhangi bir fikir ayrılığımız yok. Hatta engelliliği farklılıkların gözetilmemesinden kaynaklı bir engellenmişlik olarak okumuş oluyor bizim gibi. İtirazımız bilgiye erişim kaynaklarından sadece birisine ulaşamadığımız varsayılıp fikirsel anlamda sınırlı olduğumuz önyargısı. Yoksa yazılı metnin fikirsel gelişimdeki rolünü yok saymak gibi bir hadsizlikte bulunmuyorum.
İnsan körlükte ya da körlerin fikirsel gelişiminde mi eşitlenecekti. Peki her kör aynı fikirsel düzeye mi sahipti? Genellemeden, en basit araştırma yapma gereği duymamaya kadar sağlamcılığın her türüyle karşılaşıyoruz burada. Tıpkı Saramago’nun her şeyi görme ve körlük üzerinden kalıplaştırması gibi.
Aristoteles ve antik düşünürlerin çoğunda görmeyi fiziksel ve saldırgan olarak niteleme eğilimi var.
Aslında daha önce bir yazımda belirttiğim gibi gözün adeta dış dünya olduğu, körlüğün bir zindan gibi görüldüğü ve görmeye üstün nitelikler yükleyen bir bakış açısının ürünü bana göre. Elbet görmenin etkisini yadsımıyorum ama benim kör olarak sahip olduğum özelliklerin üzerinde ve altında değil.
Mesela şunda kim hemfikir olabilir? Görme yetisini kullanan herkes her şeyi aynı mı görüyor? Aslında bize yaptıkları genellemeleri kendilerine de yapmış oluyorlar. Görmek ve körlük genel kalıplara sıkıştırılamayacak kadar önemli çünkü. Veysel gibi, Cemil Meriç gibi hem görmeyi hem körlüğü deneyimleyenler belki bu konuda daha yaratıcı çıkarımlarda bulunabilirlerdi ama bunun üzerine kalıpların dışında bir sorgulamaya girişmemişler maalesef.
Kitapta TV’nin radyoya göre daha etkili olduğu, bunda da görme faktörünün önemli olduğunu söylüyor yazar. Benim gibi sazanlar için de cevabı hazır. Gazete zaten çok kıymetli değildi, internet de belli bir elitin uğraşı. Buna tamamen itirazım yok. Gazete de internette belli bir kesime hitap ediyordu.
Fakat yazarın öngöremediği şey; internet bugün yığınların kendisini ifade ettiği bir alan. Hala çok büyük bir TV kitlesinin olduğunu reddetmeyerek. Benim burada karşı tezim şu. TV’nin yaygın olduğu zamanlar da körlerin de etkilendiği alan TV’ydi. Körler ve görenler arasında bir araştırma yapmadan bu savla ortaya çıkmak sağlamcı bir genellemedir. George Bataille’nin birincil gerçekliği gözün üstlendiği ve fikirsel sorunsalların gerçekliğini üstlendiği fikrinden yola çıkıyor yazar burada. O zaman biri bana kör Homeros’un yaratıcılığının izahını yapsın.
Körlüğün Talihsiz Uğursuzluğu
Yazının başında belirttiğim duyarsızlık vb. her kötülüğün körlüğe, geniş anlamda engelliliğe mal edilmesinin kökeninde de görmeyi erişilmez bir mertebeye konumlandıran bu sağlamcı anlayışın etkisi var. Bunun edebiyat alanındaki en çarpıcı örnekleri Saramago’ya aittir. “Ben yalnızca 4 yıl önce kör olduğumuzu söylemiştim. Oysa şimdi doğduğumuzdan beri kör olduğumuzu söylüyorum” Görmek romanındaki “müthiş” pasajlardan birisinde geçiyor. Yani olumlu olumsuz her şeyi körlük ve görmek üzerinden açıklıyor. Tıpkı geçtiğimiz seçim sürecinde tanık olduklarımız gibi. Ya bir körler ülkesine düşselerdi ve her şey tersinden işleseydi? Tıpkı “Körler Ülkesi” romanında olduğu gibi. O zaman da anti sağlamcılar olarak körlerin karşısında görenlerin yanında olacaktık.
Şu güzelim yaz günlerinde bir avuç okuyucumu daha fazla yormayacağım. Foucault’un bilmece gibi bir sorusuyla bitireyim. Soruya çok katılmasam da olsun. Eğlenelim. “Gören mi iktidardır görülmeyen mi? Yoksa görülmeden gören mi?
Not: bütünleyici olması açısından benzer iki yazımın bağlantılarını buraya ekliyorum
Körlerin Şarkısı 1.
https://eeeh.engelsizerisim.com/yazi/korlerin-sarkisi-1
Körlerin Şarkısı 2. Karanlığın Peygamberleri
https://eeeh.engelsizerisim.com/yazi/korlerin-sarkisi-2-karanligin-peygamberleri