Ah be Olcay, benim küçük kardeşim! Şaka mı yapıyorsun bize yoksa rüyada mıyız? Kelimenin gerçek anlamıyla inanamıyorum. Daha ne çok iş vardı yapılacak, yapacağımız. Festivalde stant açacaktın. Bu yıla yetişemese de önümüzdeki yıl için planlamaya başlamıştın. Seramik sergini İstanbul’da da açacaktın ve çamurla daha çok ilgilenecektin. Genç bilişimciler yetiştirecektin, hatta bir yandan yetiştirmeye de başlamıştın. Kızıyordun onlara, “Daha fazla zaman ayırmalılar bilişim işlerine” diyordun. Vodafone’da bir ışık yakmıştın, erişilebilirlik ışığı ama “Daha yolun başındayım” diyordun.
Ne güzel hayallerin vardı. Hayallerini, o heyecanlı anlatımını dinleyip de duyarsız kalmak imkânsızdı. Seninle çalışmak, eğlenceli bir aktivitenin içinde olmak gibiydi. Sıradan ve sıkıcı işlerin bile nasıl keyifli hale dönüşebileceğini bize öğretiyordun. Konu konuyu açar, uzardı hep sohbetimiz. Her sohbetimizde de yeni bir şey öğrenirdim senden. Erişilebilirlik deyince akla gelen isimdin ve öyle olmaya devam edeceksin. O kocaman kalbine ne çok, ne güzel dostlar sığdırmışsın. Ne çok kişinin imdadına yetişmiş, yaşamına dokunmuşsun. Ama erken olmadı mı sence de?
“Olcay ölmüş” dediklerinde “Aman Allah’ım” diye haykırdığımı hatırlıyorum ve hala o durumdayım. Çok canımızı acıttın Olcay. Yerin asla doldurulamayacak. Kalbimizde, yaşamımızda yarattığın o boşluk hiçbir zaman kapanmayacak, kapanamayacak. Seni çok ama çok özlüyoruz, özleyeceğiz. Gittiğin yerde huzurlu ol canım kardeşim.