Merhaba. Bu yazımda size ilginç ve tümüyle gerçek bir öykü anlatacağım.
Ben çocukken, 1970’li yıllarda, babam sık sık eve elinde bir gazete kesiğiyle gelirdi. “Körlük tarih oluyor! Amerika’lılar pilli gözlük yaptı, tüm körler ışığa kavuşacak…” şeklinde haberler olurdu bu kesiklerde. Yaklaşık 45 yıldır bekliyorum ama ne pilli gözlük çıktı, ne de körlük tarih oldu. Bu gün de, Google’a “körlük tarih oluyor” yazdığınızda, en az on beş yirmi farklı haberle karşılaşırsınız.
1995 yılında, Sabah gazetesinde Korcan Karar imzasıyla bir haber çıktı. Habere göre, İtalyan bilginlerin geliştirdikleri ve göğüs bölgesine deri üstünden yerleştirilecek bir aygıt ile ona bağlı bir kamera sayesinde tüm körler görme yeteneği kazanabileceklerdi. Haber o kadar ikna edici bir dille yazılmıştı ve beni ve birkaç arkadaşımı o denli heyecanlandırmıştı ki, bulunduğumuz bölgedeki tüm körlere yönelik bir toplantı düzenledik. Toplantıda, kör derneklerini bu tür gelişmeleri ve yenilikleri izlemedikleri için ağır biçimde eleştirmiş ve gerekirse bu tür bilimsel gelişmeleri daha yakından izleyen yeni bir dernek kurma kararı almıştık. Dahası, söz konusu haberi yapan Korcan Karar’ı da bu toplantıya çağırmıştık. Tabii gelmedi. Bir cenaze törenini gerekçe göstererek özür diledi. Gelmeyişinin asıl nedenini kısa bir süre sonra anladık. Meğer haber tümüyle uydurmaymış.
Haberin yalan çıkması bizi pek de olumsuz etkilemedi. Bir süre sonra sözünü ettiğimiz derneği de kurduk. Kocaeli Körler Derneği olarak çok güzel etkinliklere giriştik. Örneğin, her hafta beş görme engellinin Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesinde ücretsiz olarak görme sorunlarının kontrol edilmesine ve olanak varsa tedavilerine önayak olduk. Körler için fason işler bularak evlerinde veya derneğin gösterdiği mekânlarda bu işlerden para kazanmalarını sağladık.
Bu ve buna benzer etkinlikler o güne dek bölgemizde örneği olmayan etkinlikler olduğundan büyük ilgi gördü. Tabii, bu ilginin “ödülünü” de kısa sürede aldık. Derneğimiz, yasal süresi içinde federasyona üyelik başvurusu yapmadığı gerekçesiyle kapatıldı. Ama bu bizi durdurmadı. Bir yandan bu kararı mahkemeye taşırken, bir yandan hemen başka bir dernek kurup, aynı etkinlikleri sürdürdük.
En güzel etkinliğimiz ise, TÜBİTAK Marmara araştırma merkezine götürdüğümüz araç geliştirme talebiydi. Yanlış bilmiyorsam, o güne dek Türkiye’de, TÜBİTAK gibi bir kurumla birlikte, körler için araç geliştirmeye çalışan başka bir kör derneği yoktu. Bu talep, körler için üç parçadan oluşan bir bağımsız hareket seti üretilmesi konusundaydı.
Birinci parça, gps uyduları sayesinde bulunduğumuz yeri öğrenebilmemizi sağlayacak bir tür navigasyon aracıydı. O yıllarda böyle bir sistemin varlığından bile birçok kişi haberdar değildi.
İkinci parça, önemli noktalara yerleştirilecek küçük çaplı vericiler tarafından yapılan ve noktanın neresi olduğunu anlatan ses yayınının, bizlerde bulunacak kulaklık benzeri bir alıcı tarafından izlenmesini amaçlıyordu. Böylece bizler, bir bankayı, durağı, trafik ışığını, üst geçidi daha kolay bulabilecektik.
Üçüncü parça da, yere dokundurmadan kullanabileceğimiz ve çevremizdeki engelleri ses ve titreşim yoluyla bildirecek bir elektronik bastondu.
TÜBİTAK Marmara araştırma merkezi başkanı, bu talepleri okur okumaz hemen bir ekip görevlendirdi ve çalışmaların başlatılması için talimat verdi. Ekip, bir profesör ve Azerbaycanlı iki elektronik uzmanından oluşuyordu. İlk toplantıda birinci talebimiz olan gps aracı, gps uydularının Amerika kontrolünde olduğu ve bu tür bir kullanım için izin çıkmayacağı gibi tuhaf bir gerekçeyle reddedildi.
Bir süre sonra Geybis (Görme engelliler yol bulma, izleme sistemi) adını verdikleri ikinci parça üzerinde yaptıkları ilk çalışmayı bize sunarak, çalışmanın sürdürülebilmesi için belli bir miktar ödeme yapmamızı istediler. Bu durum biraz tuhafımıza gittiyse de, ilk prototipler çıkmadan ödeme yapamayacağımızı bildirdik. Bir süre sonra 10 prototip geldi. Bunların testlerini yaparak, bazı düzeltme önerilerinde bulunduk.
Bu çalışmalar 1999 yılına dek sürdü. Sonunda prototipler büyük ölçüde kullanılabilir duruma geldiğinde, projenin desteklenmesi için parasal kaynak arayışına girdik. Ancak, 17 Ağustos depremi nedeniyle bu çalışmalar yarım kaldı. Çalışmaların yarım kalması sonucu üçüncü parça olan elektronik baston konusunda bir ilerleme kaydedilemedi. Bir ara TÜBİTAK’taki ekip bizden bağımsız olarak projeyi sürdürmek istedi, parasal destek arayışına girdi. Bu girişimler sırasında Geybis adlı prototipin sunumunu yaparken, bir de elektronik baston prototipi tanıttılar ancak bu prototip görme engellilerce test edilerek geliştirilmediği için pek başarılı olmadı ve ilgi görmedi. Yine de körler federasyonundan ve sosyal hizmetler bakanlığından bazı destek sözleri aldılar ama tahmin edeceğiniz gibi bunlar da sadece söz olarak kaldı.
Bugün o yılları yeniden anımsadığımda; bilgisizlik, beceriksizlik ve şanssızlık yüzünden bu girişimi sonuçlandıramadığımızı görebiliyorum. Bilgisizdik, TÜBİTAK adlı kurumun bir kamu kurumu olması nedeniyle, bu tür projeleri toplumsal yarar kapsamında kendi bütçesinden değerlendirmesi gerektiğini bilmiyorduk ve bu yolda bir strateji izleyerek bu çalışmanın sürdürülmesini sağlayamadık. Beceriksizdik, bizim yerimizde hangi dernek olsa, TÜBİTAK görevlilerinin bizden istediği en fazla 50.000 dolar kadar olan ödeme talebini karşılamanın bir yolunu bulur, bu çalışmayı tamamlardı. Biz bulamadık.
Şanssızdık, ürünün ilk tanıtım çalışmasında TV ve gazetelerin de ilgisini çekmeyi başarmış olmamıza karşın, yapılan haberler medyada yer bulamadı. Çünkü o gün Barış Manço’yu kaybetmiştik ve tüm haber bültenleri yalnızca o habere ayrılmıştı. Tabii, bir başka şanssızlığımız da, 17 ağustos depremi oldu.
Tüm bu çalışmalar, büro kirası, telefon gibi giderlerini karşılayamayan, TÜBİTAK görevlilerini oturtacak sandalye bile bulamayan bir dernekte tasarlandı ve sürdürüldü.
Tabii, o günlerde, türlü olanaksızlıklara karşın, farklı alanlarda güzel işler çıkaran başka kör örgütleri de vardı ve günümüzde de bu tür örgütler hala var.
Bir yanda az da olsa böyle örnekler varken, karşısında ne görüyoruz? Körlerin içindeki o hiç yok olmayan iyileşme umudunu sömürebilmek için yıllardır bıkmadan, usanmadan pilli gözlük, biyonik göz, kök hücre, akupunktur, sülük masalları uyduran ve bu masalların anlatıldığı salon toplantılarından bile para kazanmayı hedefleyen “bilim adamları”, “gazeteciler”, “politikacılar” ve “engelli derneklerinin yöneticileri”.
Kısacası, bu işte bir yanlışlık var ama cahilliğime verin, ben anlayamadım. Sizce yanlışlık nerede ve ne yapılmalı? Gelecek sayıya dek görüşlerinizi bekliyorum. Şimdilik hoşça kalın.