Merhaba değerli okuyucular; Ahh! Bir bilseniz başıma gelenleri… Ahh! Bir bilseniz yaşadıklarımı… Görmemek yetmiyormuş gibi; bir de kulağım duymadı. Hem de öylesine, ansızın; pisipisine bir nedenle oldu bu… İnanın anlatacaklarımın hepsi ders çıkarılacak, gerçek bir hikâye. Size yaşadıklarımın hepsini bir bir anlatacağım. Ama söze nereden, nasıl başlayacağımı da bir bilsem. Hani bir önceki sayıda Eylem Yurtsever arkadaşımız hem görmemenin hem de duymamanın nasıl bir zorluk olduğunu yazısında bizlerle paylaşmıştı ya; vallahi makalesinde yaşadıklarını az bile anlatmış.
Zaten benim, başıma gelecek gözüme görünecek vardı. Nasıl mı dersiniz? Alerji rahatsızlığım var. Bu alerjim bahar ayında iyice arttı. Kimsenin yanına yaklaşamaz şöyle ağız tadıyla çıkıp doğaya dolaşamaz oldum. Zira başta parfüm olmak üzere; bütün kokular polenler beni inanılmaz derecede rahatsız ediyor. Göğsümü tıkıyor. Öksürükten, hapşırmaktan, salya-sümük olmaktan inanın artık bıktım usandım. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de sürekli kulağımın içi kaşınıyor. Otobüse, uçağa bindiğimde kulağım tıkanıyor. Ve açılması bazen günleri buluyor. Ayrıca uçakta, orada, burada sakız çiğnemekten ciddiyetimi kaybedeceğim diye de endişeye kapılmıyor değilim vallahi.
Siz de; -o halde ilaç kullan mı diyorsunuz? Tamam kullanayım ama bu ilaçlar beni sersemleştiriyor. Üstelik insana kilo da aldırıyor. Beni; yani bu sorunu ancak yaşayanlar anlar. Değil mi kızlar? Şimdi durduk yerde bir de alerji yüzünden fazladan boşu boşuna kilo mu alayım? Zaten kıştan yeni çıkmışız ve fazla kilolarımızı denize kadar vermemiz gerekir?
Neyse ben fazla gevezelik etmeyeyim de, söze biraz sakinleşip o kötü olayı yaşadığım günü sizlere anlatarak başlayayım.
25 Nisan Cumartesi günü Balıkesir’de yapılacak bir eğitim seminerinde engelli hakları konusunu anlatmam gerekiyordu. Konuyu yaklaşık bir haftadır hazırlandım. Alışık olmamama rağmen geceleri oldukça geç saatlere kadar konu üzerinde çalıştım. Son olarak sunumumun powerpoint şeklini de hazırladıktan sonra akşam Balıkesir’e gideceğim için hazırlık yapmam da gerektiğinden saat 15 civarında iş yerimden eve gelmek üzere çıktım. Kafamda onlarca düşünce ve hayaller var. Fakat kafamdakilerin her biri içlerinden sıyrılıp öne çıkmak, bana sesini duyurabilmek için adeta hepside birbiriyle yarışırcasına avaz avaz bağırıyorlar.
Eve gitmek için Basmane’den metroya bindim. Şöyle kendi halimde, sakin sakin yolculuk edeyim. Ama ahh nerede. Kafamın içinde kırmızı, pembe, mavi düşler, hayaller durmadan bana hınzırca göz kırpıyorlar. Onlara dedim ki;
- Çekilin önümden. Bilmiyor musunuz ben görmeyen biriyim. Beni rahat bırakın. Benimle uğraşmayın. Görmeyenler yolda, sokakta yürürken ya da bir şey yaparken hayal kuramazlar. Yaptıklarının dışında başka şeyleri düşünemezler. Dikkatini dağıtamazlar. Bunları ben size defalarca anlatmadım mı? Neden hala beni rahatsız ediyorsunuz? dedim. Hepsine hayır anlamında kafamı sertçe arkaya salladım ve metroda durakları takip etmeye başladım. Bu hayallerin, düşlerin yüzünden ben defalarca kez ineceğim durağı kaçırdım da tekrar bir istasyonda inip geri geldim. Pekiyi bu kadar mı dersiniz? Ahh nerede… Onların yüzünden kaç yere çarptım. Kaç duruşmaya, kaç toplantıya geciktim. Daha da arkası var ama bunları bir başka yazımda anlatayım en iyisi. Çünkü yazmakla bitmez konu hakkında ansıdıklarım.
Gerçekten düşlerimi, düşüncelerimi belleğimden uzaklaştırabildim mi dersiniz? Ahh nerede... Elbette bunun yanıtı kocaman bir hayır. Her zaman tatlılıklarıyla, yaratıcı güçleriyle beni kandırmayı beynime girmeyi başarır bunlar. Ne yazık ki bu defa da sonuç aynısı oldu. Az sonra derin düşüncelere daldım. Yarın eğitimde elbise mi yoksa pantolon mu giysem? Nasıl makyaj yapsam? Şimdi kuaföre mi gitsem yoksa saçıma kendim mi fön çeksem? Sonuç olarak kuaföre gitmeye karar verdim. Ama bu defada saçıma düz mü yoksa dalgalı mı fön çektirsem? Bunları düşünmeye koyuldum. Fakat tam derin derin içimdeki duygu ve düşüncelerle savaşırken bölge anonsunu duydum. Ve metrodan indim. Yolda yürürken de hayaller, düşler beni yine yalnız bırakmadı. Neyse bu defa bunlardan ucuz kurtuldum. Çünkü yolda bizim apartmanın görevlisiyle karşılaştık ve onunla sohbet ederek apartmana kadar birlikte geldik. Tabii ki ben bu kısa yolculuk esnasında apartman hakkında her şeyi öğrendim.
Eve gelince hemen duşa girdim. Banyodan sonra ahh şu kulağım yine inanılmaz şekilde kaşınmaya başladı. Sağ kulağımı kulak pamuğu ile sertçe kaşımaya başladım. Birden kulağımda bir gürültü ve inanılmaz yoğun bir ağrı işittim. Çöpü kulağımdan çıkardım. Çıkardım çıkarmasına ama artık bir kulağım duymuyordu. Hani kulağınıza kulaklık takarsınız da aniden bir kulaklık çalışmaz olur ya işte o an ben aynen o duyguyu yaşadım.
Ne yapacağımı bilemedim. Hemen Ege Üniversitesi’nin aciline gittim. Acildeki kulak doktoru kulağıma bir cihazla baktı. Ve;
- Kulağınız pek iyi görünmüyor. İçinde kan birikmiş. Zar delinmiş de olabilir. Bu sorun beni aşar. Sizi poliklinikten bir hoca görsün, dedi. Ben o an kendimi tamamen bıraktım. Utanmadan sıkılmadan koca kadın halimle salya sümük ağlamaya başladım. İyi kalpli genç doktor beni bu halde polikliniğe yalnız göndermedi. Ve yolda beraber yürümeye başladık. İçimden dedim ki;
- İyi ki ağlıyorum. Yoksa yanımda bu genç doktor olmasaydı ben, bu koca hastanede kulak burun boğaz polikliniğini nasıl bulacaktım? Ben ağlıyorum. Doktor ise beni teselli etmeye çalışıyor.
-Ne var canım bunda? Biz bu tür sorunlarla günde sayısız defa karşılaşıyoruz. Ben bunu sol kulağımla duyar duymaz iyi kalpli genç hekime hemen yanıtı yapıştırdım. Peki o kulağında sorun olan hastalarınızın gözleri de mi görmüyor? dedim. Doktor baktı işi zor. Benimle uğraşamayacak, pes ederek, ağlamamı kesmem için bu defa da bana başka sorular sormaya ve konuyu değiştirmeye çalıştı. Ama benim canım onunla ya da başkasıyla hiç konuşmak istemiyor sadece inanılmaz derecede ağlamak istiyordum. Ve zaten bu halimle, musluğun altına kafamı sokup çıkarmış durumumla istesem de onunla konuşamazdım. Ben de nasıl olsa kulağım duymuyor deyip onu bahane ederek bana yöneltdiği soruların tamamını yanıtsız bıraktım. Oysa oldum bittim ben bu ağlama işinden hele de insanların yerli yersiz ağlamalarından nefret ederim. Ama bu kez durum çok farklı. Genç, uzun boylu doktorumun kolunda içimi çeke çeke ağlıyorum. Eminim etrafımızda bizi görenler benim bir yakınımı kaybettiğimi sanmışlardır. Evet bir yakınımı değil ama kulağımı kaybedebilirdim.
En sonunda polikliniğe geldik. İyi ki ben bütün kazayı ve yaşadıklarımı daha başta hastahaneye ilk geldiğimde bu iyi kalpli, genç hekime anlatmışım. O hemen uzman hocayı buldu. Ben ağlıyorum, o ise; benim başımdan geçenleri hocaya anlatıyor.
Hoca hemen ameliyathaneyi hazırlattı. Kulağımın zarı gerçekten delinmişti. Ve kulak zarımın dörtte biri yoktu artık. Ameliyatla kulağıma yama yaptılar. Ameliyatım çok ilginç geçti. Önce orayı uyuşturması için kulağımın içine ilaçlı bir pamuk yerleştirdiler. Lokal anesteziyle ameliyat başladı. Hoca kulağımın içine bazı cihazlar yerleştirdi. Sonra ince cihazlarla kendisi sürekli kulağımın içine giriyor etrafındaki öğrencilerine de adeta ders anlatıyordu. Daha sonra hoca kenara çekildi. Ve cihazları bir öğrencisinin eline verdi.
- Haydi bakalım; yamayı sen yap. Ameliyat masasında belinden masaya bağlı olan, deliler gibi ağlayan ben o anda aniden sustum. Ameliyat masasından elimle doktora durun diye işaret edip masadan hafifçe doğruldum. Hocanın elini sıkı sıkı yakaladım.
- Bakın hocam; ben görmüyorum. Anlayacağınız bu ameliyat yaptığınız kulağım benim hem gözüm hem de; kulağımdır. Yani benim için bu kulak çok değerli. Lütfen kulağıma sadece siz müdahele edin. Tamam tıp bilimine gerçekten inanıyorum. Ona katkım olsun da isterim. Ama bunun zamanı şimdi değil. İsterseniz ölünce bedenimi size bağışlayadabilirim. Fakat üzgünüm öğrencileriniz şimdilik kulak zarına yama yapmayı başka hastaların üzerinde öğrensinler. Yoksa aksi taktirde ben ameliyat olmaktan vaz geçiyorum, Dedim. Odada bulunan benim dışımdaki yedi kişi eminim bana şaşkınlıkla baktılar. Sonra da gülmeye başladılar. Şaşkınlığı üzerinden atan hoca, ayağımın ucunda dikilen hastabakıcıya döndü ve
- Lütfen hastanın ellerini de bağla, dedi. Bu defa da ben ağlamayı bırakıp gülmeye başladım ama ellerim bağlansa da ameliyatımı hocanın yapmasını sağlamıştım. Ameliyata alınmadan Ufuk’u aramıştım. Ameliyat bittikten sonra ameliyathanenin kapısında yakınlarımızı ve Ufuk’u görünce utancımdan zırzır ağlamayı kestim. Ve yaralı bir tavşan gibi ürkekçe onun boynuna sarıldım.
İşte benim kulak zarı delinme, tek kulakla duyma maceram böyle oldu. Yaklaşık yirmi gün kulağım duymadı. Raporlu olduğum için evde kaldım. Ve bu süreçte bol bol kitap okuyup, yazı yazdım. Fakat bir gün yeni çıkarılan bir yönetmelik hakkında hukuki görüş yazdırmam için işe gitmem gerekti. Her zaman bağımsız, cesur, dik başlı olan kimseye eyvallah etmeyen ben bu defa işe gitmeden önce iş yerimden arkadaşım avukat Pınar’ı aradım. Ondan beni metrodan almasını rica ettim. Fakat yeni durumumla baş etmeyi, çözüm yollarını bilmediğim için metroya gidene kadar resmen akla karayı seçtim. Sağdan gelen arabaların sesini, sokak aralarının yansımalarını fazla algılayamıyordum. İşi sadece gölge şeklinde görmemle çözmeye çalıştım.
Vallahi hem görmeden hem de duymadan, üstelik çözüm yollarını hiç bilmeden, bu durumla baş ederek yaşamak çok zormuş. Ama şuna inanıyorum ki; hiç bir durum karşısında asla çözümsüz, durumu kabullenmiş, karamsar, umutsuz olmamak gerekir. Benim bu durumu yaşamam ansızın oldu ve kısa bir süre devam etti. Eminim bu durumum daha uzun sürseydi ya da kalıcı olsaydı yeni koşullarımla yaşamayı da çok kısa sürede öğrenir sesleri ve renkleri asla yitirmeden yaratıcı gücümle onlarla kopmadan yaşardım.
Hem bu kadar düşler, hayaller dünyasında yeri olan ben; hiç öyle kolay kolay renklerin ve seslerin peşini bırakıp onları yitirmeyi kabul eder miydim dersiniz? Elbette bunları kesinlikle kabul etmezdim. Nasıl onurlu, insanca, başı dik bir şekilde görmeden yaşamayı başarıyorsak hem görmeden hem de duymadan da bu şekilde yaşamayı çok kısa bir sürede öğrenerek başarırdım.