İnsan hayatında öyle anlar vardır ki bir anda şimşekler çakar beyninizde. Ben bunu neden daha önce düşünemedim dersiniz. İşte haziran ayı yazısını yazarken ben de böyle dedim kendime. Anımsayacağınız gibi haziranda gezilerden bahsetmiştim. Geziler içinde de vazgeçilmez kentim Çanakkale'den. Temmuz ayında seçim sonuçları daha güncel olduğundan bu yazıyı ağustosta yayımlamaya karar verdik dergice.
Çanakkale Deniz Zaferi'nin bu yıl yüzüncü yılıydı ve Sesli Betimleme Derneği'nin betimlediği bu konu üzerine basında çok ses getiren bir film vardı. Ben bunu biliyor olmama karşın daha önce bunu akıl edememiştim. Derhal bu ay için o filmi değerlendirmeye karar verdim.
Çanakkale Deniz Zaferi diyoruz; göğsümüzü kabartıyoruz; emperyalizme geçit vermedik; Çanakkale geçilmez dedik, geçirtmedik diyoruz. O zaferde binlerce, yüz binlerce askerin kan kokusunu duyuyoruz. Burnumuzu tıkıyoruz. Gözümüzdeki görüntüyü önümüzden silmek için kafamızı iki yana sallıyoruz. Oysa o insanlar günlerce, hatta aylarca o cehennemin tam ortasın dalardı.
Bugünkü günde benim içimse hiç rahat değil. Onların uğruna ömürlerini verdikleri değerleri koruyamadığımızı düşünüyor ve çok utanıyorum.
Neyse bu konuya dalarsak ben içinden çıkamam. Bu nedenle söylenmesi en gerekli birkaç sözü üstün körü söyledim ve esas konumuza geçtim. Film pek çoğunuzun tahmin edebileceği gibi GETEM'den ve Sesli Betimleme Derneği'nden rahatça ulaşabileceğiniz Çanakkale 1915 adlı film.
Bildiğimiz, öyküleştirilmiş hallerini pek çok kez dinlediğimiz olayların çok da inandırıcı olmayan bir şekilde önümüze konması; belli bir olay örgüsünün olmaması, efektlerindeki başarısızlıklar ve çok kesin noktalarda dahi, "Liman Van Sanders'in Limon Fon Sanders"" şeklinde söylenmesi gibi belirgin hataları nedeniyle pek çok sinema eleştirmeninden olumsuz eleştiriler alan bir film. Bahsettiğim eleştirilerin bir kısmı için bakınız:
http://www.beyazperde.com/filmler/film-209296/basin-elestrileri/
İşin doğrusu ben de dinlediğimde, hele hele ilk dinlediğimde kulağıma çarpan şeyin belgesel mi yoksa sinema filmi mi olduğunu anlamadığım; ağzımda tuhaf bir sabun tadı bırakan bir film bana göre de. Eleştirilerin birçoğunda değinilen benim de katıldığım tek ortak nokta tarihin en önemli olaylarından birinin bir sinema filmine konu edilmesinin önemi yadsınamaz. Dolayısıyla olan bitenin halkın belleğinde daha net görüntülerle yerleşmesi için yapılan ve olması gereken bir yapıt. Kesinlikle yeterli değil ama birilerinin gündeme alması hele ki bu kişinin bir kadın yönetmen olması çok anlamlı.
Fida Film ve Örümcek Yapım ortaklığıyla izleyiciyle buluşan filmi Yeşim Sezgin yönetmiş. Senaryosu Turgut Özakman'a ait. Zaten aynı yazarın Diriliş adlı romanından uyarlanmış. Müziklerini Can Atila düzenlemiş. Ekim 2012'de vizyona giren film tarih ve savaş filmi olarak kategorilendirilmiş. Filmde Şevket Çoruh, Barış Çakmak, İlker Kızmaz, Baran Akbulut, A. Ersan Duru ve Ufuk Bayraktar gibi pek çok sanatçı rol alıyor. Malum bir savaş filmi olduğundan çok fazla oyuncu var. Ancak ben belli başlı karakterleri oynayanların adlarını aldım buraya. İnternet sitelerinden anladığım kadarıyla Veli, Mehmet Ali, Mustafa Kemal, Bigalı Mehmet Çavuş ve Seyit Onbaşı gibilerini oynayan oyuncular benim saydıklarım. Filme IMDB sitesi 6,4 puan vermiş ama Beyaz Perde'de üç bölümde değerlendiriliyor filmler. Nitekim Beyaz Perde puanı 1,5 iken; basın eleştirilerine göre 2,4; kullanıcı yorumlarına göre ise 3,6 puan alabilmiş yalnızca.
Filmin konusu ise malum: Balkan Savaş'ından yenilgiyle ayrılan bir milletin dirilişi anlatılıyor. Rusya'ya yardım götürmek ve daha da önemlisi İstanbul'u ele geçirmek isteyen Müttefik Kuvvetler tarihte eşi görülmemiş olan bir donanma ile İstanbul'dan önce geçmeleri gereken Çanakkale'ye gelmişlerdir. Kısa sürede geçeceklerini sandıkları bu boğaz vatan sevgisi ile perçinlenmiş, köle olmama inancında olanlarca aşılmaz bir set halini almış ve savaş aylarca sürmüştür. Bu film, Mustafa Kemal Paşa, Seyit Onbaşı, Bigalı Mehmet Çavuş ve birçok isimsiz kahramanın destanını yansıtmaktadır.
Sesli betimlemeye gelince: İlk olarak şunu söylemeliyim ki film konusu ve amacına nazaran kötü bir film olsa da benim dinlediğim en iyi betimlemeli film diyebilirim. Bu nedenle betimleme metin yazarı Nezahat Şalkamcı'ya sonsuz saygı ve sevgilerimle teşekkürlerimi sunuyorum. Betimleme seslendirmeni ise Turbey İstanbuloğlu. Ben kendisini ilk defa bir betimlemede dinledim. Tuhaf bi şey. Film zaten bana göre sinema filminden çok belgesel gibi. Hatta radyo tiyatrosu havasında bir belgesel de diyebiliriz buna. Betimleme seslendirmeniyle bu havası katmerlenmiş adeta. Başka bir sesle bu film nasıl olurdu bilmiyorum ama Turbey Bey'le ete kemiğe bürünmüş gibi.
Ben her zaman yaptığım gibi kıllaşıp dikkatimi çeken birkaç ufak noktayı belirtmeye geçiyorum.
Filmin başındaki göç sahnesinde bir yerde betimlemede; "ellerinde bohçaları, yüreklerinde acılarıyla yürüyorlar" denilmekte. Yüreklerinde acı, soyut bir ifade bence, sesli betimleme tekniği açısından bu tür soyut ifadeler nasıl karşılanıyor bilmem ama bana göre onun yerine “gözlerinde tükenmişlik, korku veya bilinmeyen sona duyulan korkuyla yürüyorlar” gibi bir ifade daha belirleyici ve somut olurdu. İşte tam da bu noktada hemen bir sonraki sahnede, Balkan Savaşı gazilerinin gösterildiği sahnede yani, ifadeler olması gerektiği gibi. Anlaşılır, belirleyici, en önemlisi de somut.
Filmin başlarındaki köyde, gençlerin kendi aralarındaki konuşmanın gösterildiği bölümde, biri uzun, diğeri orta boylu iki gençten söz ediliyor. Aralarında da bir çocuk. Bence çocuğun ortalama görünümüne göre yaşı belirtilebilirdi. Bu sesli betimleme metin yazarı için gereksiz bir ayrıntıdır muhtemelen ancak çocuğun ses tonuna nazaran tüfek yerine, tüfet demesi bana komik geldi. O çocuk sesi yedi yaşından küçük bir çocuğa ait gibi durmuyor ve bu yaşta bir çocuk kolay kolay tüfeğe, tüfet demez. Üstelik kullandığı diğer kelimelerde de teklemeden o kadar net ve hızlı konuşuyor ki. Yani diyeceğim aslında çekimin kendi yapmacık olmuş sonuç olarak. Ancak ne bileyim hani yaş ortalama olarak belirtilmiş olsaydı ben hissettiklerimin doğru olup olmadığından emin olabilirdim diye düşünüyorum.
Sahne geçişleri çok net belirtilmiş. Şimdi ne alaka, bu da nereden çıktı demiyorsunuz sahne değişikliğini fark ediyorsunuz çünkü.
Filmin genelinde yer ve durum betimlemeleri çok doyurucu geldi bana. Hele Nusrat mayın gemisinin denize açıldığı gece, mayınların denize atılışı ve mayın ayrıntıları çok açıklayıcı olmuş. Hep duyduğum deniz mayınlarının nasıl olduğunu ve denize nasıl bırakıldığını bu sayede öğrenmiş oldum. Bunun için özellikle bir kez daha teşekkürlerimi sunarım. Üstelik ilk mayından sonra atılan ikinci mayın da detaylıca verilmiş ve anlatılanı pekiştirmek için bu çok iyi olmuş.
Belgesel havasında da olsa anlatıcı ses öyle vurgulu konuşuyor ki mayınlanan limana Müttefik Devletler donanmasının girişi, her ne kadar savaşın sonucunu biliyor da olsak, bu olayı defalarca dinlemiş de olsak insanın içini ürpertiyor.
Beni ilk izlediğimde de bu notları çıkarmak üzere ikinci izlediğimde de gülümseten bir ifadeye değinmeden geçemeyeceğim. Betimlemenin bir yerinde, yoğun bombardımanda top başındaki askerlerin olduğu sahnede geçen; "meydan savaş alanına dönmüş" ifadesinden söz ediyorum. Meydan zaten savaş alanı. Dönmüşü mü var? Şöyle bir kullanım daha doğru olurdu kanısındayım. "meydan artık tam anlamıyla bir savaş alanı".
Yalnızca Seyit Onbaşı'nın o ünlü 210 okkalık mermiyi taşıma sahnesinde, mermiyi topun yanına getirmiştir ve komutan "Bırak Seyit, bırak" der. Bence bu kısım, sadece ve özellikle bu kısım biraz daha detaylandırılabilirdi. Mesela; Seyit mermiyi direkt topun ağzına sürülecek bir konumda mı bıraktı? Yoksa mesela komutan ve yanındakiler kucaklayarak mermiyi ona destek mi oldular, sonrasında mermi topa sürüldü... gibi. Sonrası, Seyit'in kendini elleri üzerine yere bırakması tamam da ikinci mermiyi taşıyışında da gene merminin getirilmesinden sonraki koşuşturma tam tanımlanmamakta bence.
Alman Tuğgeneral'inin ordu komutanlığına atanmasını değerlendiren komutanlar konuşmasındaki kişiler kimlerdi acaba? Ya da en azından "aklı olan bu planı değiştirmez" diyen kimdi? Bilmek isterdim.
L. Vonsanders'in Arıburnu'nu teftişi sırasında "Arıburnu derin yarlarla kaplıdır" denileceğine, "derin yaralarla kaplıdır" denmesi ilginç bir ironi oluşturmuş Ne tuhaf, gerçekten Arıburnu derin yarlarla ve hem de yaralarla kaplıdır.
Yüzbaşı Faik ve askerlerinin dua sahnesinin sonunda; "Allah için açtıkları ellerini yüzlerini sıvazladılar" bana tuhaf geldi. Doğrusu bence şöyle olmalı: "Allah'a açtıkları ellerini amin diyerek yüzlerini sıvazladılar". Amin dediklerini biz de duyabiliyoruz film sırasında doğrudur ama bu daha netleştirici olması bakımından daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Çok mu önemli bir ayrıntı? Dua sonrasında amin derken yüzün sıvazlandığını herkes bilir ama dedim ya ben en çok "Allah için açılan ele" takıldım aslında.
Yazının sonunda söylenecek söz, önceki sesli betimleme çıkarımlarından farklı değil. Çünkü izleyenler bilecektir ya da bundan sonra izlemeye karar verecekler görecektir ki bu film de sesli betimlemesi olmadan tam anlamıyla özümsenebilecek bir film değil.
Çanakkale’yi konu eden çok daha nitelikli bir yapımı, hem de sesli betimleme ve alt yazı ile birlikte işaret dili desteğini de vererek piyasaya sürülecek bir filmde en kısa zamanda buluşabilmek ümidiyle.