Habil Bozkurt Hakkında

E-posta Adresi:

Habil Bozkurt Tarafından Yazılan Yazılar


Ocak ayında vefat eden Türk Musevi’si yazar Mario Levi “Size Pandispanya Yaptım” isimli kitabında “pandispanya” isimli pasta çeşidinin tarifini verirken aynı zamanda onun Musevi gelenekleri içerisindeki yerine de değiniyor. Ben de onun gibi nihayet yapmaya muvaffak olduğum bulgur pilavının tarifini verirken bunun benim şahsi hayatımdaki ehemmiyetli rolüne de değineceğim. Öyleyse işe tariften başlayalım.

 


Evimin çaprazındaki Numune Semt Polikliniğinin önünden karşıya geçmek için kaldırımda bekliyorum. Tam adımımı yola atmaya niyetlendiğim sırada bir belediye otobüsü yolun sol tarafından hızla gelip geçiyor. Yolun hastaneden taraf olan şeridi yokuş aşağı meyilli olduğu için önüne çıkmam halinde otobüsün durması imkansız. O sırada henüz yola adımımı atmadığım için otobüsün altında kalmaktan kurtulmuş oluyorum.


“Teknolojinin bu denli gelişmediği devirlerde yaşayan körler zamanı nasıl ölçüyorlardı?” diye vakit vakit düşünmüşümdür. Bilhassa güneşin hareketlerinden vakte dair bir mana çıkarmaya muktedir olamayan körler için saatin kaç olduğunu öğrenmenin, gören birine sormaktan başka bir yolu yoktu muhtemelen. Ya da eski saatli maarif takvimlerinde olduğu gibi rakamları nispeten kabarık ve dokunulabilir saatler, o devirde yaşayan körlerin bir nebze işlerine yarıyordu herhalde.

 


Savaşlar insanları öldürdüğü kadar sakat da bırakır. O kadar ki geçen asırda yaşanan dünya savaşlarında milyonlarca insan sakat kalmasaydı belki de sakat hakları bugün bulunduğu seviyeye gelemezdi. Çünkü rehabilitasyon merkezlerinden yardımcı teknolojilere kadar bugün sakatların bir şekilde istifade ettiği ne varsa hepsi evvela savaşta yaralanan askerler için düşünülmüştü. Ayrıca savaşlarda yaralanan bu askerler farkında olmadan sivil sakatların da toplum içinde daha görünür olmasına hizmet ettiler.


Son zamanlarda modernizmin, insanı yalnızlaştırdığına dair çok sayıda makale okuyor, Youtube videosu seyrediyorum. Modernizmin ister istemez belli bir yalnızlığı beraberinde getirdiği doğru. Ancak zaman zaman kendi çevremizdeki insanlar da bize karşı davranışlarıyla bu yalnızlaşmaya davetiye çıkarıyorlar. Bilhassa biz engelliler hayatımızda çevremizdeki insanların desteğine ihtiyaç duyarken, kösteklendiğimizde ister istemez bir yalnızlığın içine sürükleniyoruz.


NVDA uygulamasını ilk defa 2012 senesinde Trabzon’da, kör bir arkadaş vasıtasıyla tanıdım. O yaz Trabzon’da oturan ablamın evinde kalıyordum. Ve ablamların bilgisayarında “Narrator” uygulamasıyla internete girmeye, Youtube sitesinden müzik açmaya çalışıyordum.


Bir sabah vakti, Bir evin içinde dolaşıyordum. Oraya neden ve nasıl geldiğimi bilmiyordum. Bildiğim tek şey mahiyetini bilmediğim bir kuvvetin beni o evin içinde, oradan oraya dolaştırdığıydı. Evin tüm odalarını dolaştıktan sonraki o kısacık anı şimdi hatırlamam mümkün değil. Fakat kendime geldiğimde evin antresinde oynuyordum. Birden evin cümle kapısı açıldı. Ve ben kendimi uzun ve geniş bir asfaltın ortasında oyunuma devam ederken buldum. Sol tarafımda bir araba vardı.


Aktivizm, bir fikri, bir düşünceyi hayata geçirmek için sürekli eylem içinde olma halidir. Bu hal içinde bulunanlara aktivist denir. Aktivizm, tabiatı gereği sıcak ve daima hareketli bir mücadele alanını kapsar. Ancak verilen mücadelenin başarıya ulaşması için sağlam bir fikri zemine sahip olması şarttır. Engelsiz Erişim Derneği, kurulduğu günden bu güne sakatlık alanında, gerek fikri, gerek fiilî bakımdan çok ciddi işlerin altına imza atmış bir örgüttür.


En son yazdığım, Körlük Üzerine Okurumla Bir Hasbihal yazısından sonra tam  bu yazıda da okurumla sakatlık üzerine söyleşeyim derken derginin mayıs ayı sayısındaki Meral’le Burak’ın konfor alanı üzerine yazdıkları yazılar, Engin Yılmaz’ın haziran sayısında yayınlanan Burak ve Meral’e cevap mahiyetindeki yazısı beni şu konfor alanı meselesi üzerine düşünmeye ve yazmaya sevk etti. Bilhassa Engin Yılmaz’ın yazısının konfor alanıyla alakalı kısmı benim için kafa açıcı ve yol gösterici oldu. Sahi konfor alanı neresiydi?


En son yazdığım, Körlük Üzerine Okurumla Bir Hasbihal yazısından sonra tam  bu yazıda da okurumla sakatlık üzerine söyleşeyim derken derginin mayıs ayı sayısındaki Meral’le Burak’ın konfor alanı üzerine yazdıkları yazılar, Engin Yılmaz’ın haziran sayısında yayınlanan Burak ve Meral’e cevap mahiyetindeki yazısı beni şu konfor alanı meselesi üzerine düşünmeye ve yazmaya sevk etti. Bilhassa Engin Yılmaz’ın yazısının konfor alanıyla alakalı kısmı benim için kafa açıcı ve yol gösterici oldu. Sahi konfor alanı neresiydi?


Derginin 78. Sayısında konfor alanlarımızı irdeleyen bir yazı kaleme almıştım. Nasipse bu yazıda konfor alanı meselesinin bilişim ayağını irdelemeye çalışacağım. Malumunuz bilişim hayatımızın olmazsa olmaz bir parçası artık. O kadar ki bir yanımızla hakiki dünyada yaşarken bir yanımızla sanal alemde yaşıyoruz. Bilişimin biz körler için daha farklı bir ehemmiyete sahip olduğunu söylememe lüzum yok zannederim.


En son yazdığım, Körlük Üzerine Okurumla Bir Hasbihal yazısından sonra tam  bu yazıda da okurumla sakatlık üzerine söyleşeyim derken derginin mayıs ayı sayısındaki Meral’le Burak’ın konfor alanı üzerine yazdıkları yazılar, Engin Yılmaz’ın haziran sayısında yayınlanan Burak ve Meral’e cevap mahiyetindeki yazısı beni şu konfor alanı meselesi üzerine düşünmeye ve yazmaya sevk etti. Bilhassa Engin Yılmaz’ın yazısının konfor alanıyla alakalı kısmı benim için kafa açıcı ve yol gösterici oldu. Sahi konfor alanı neresiydi?


En son yazdığım, Körlük Üzerine Okurumla Bir Hasbihal yazısından sonra tam  bu yazıda da okurumla sakatlık üzerine söyleşeyim derken derginin mayıs ayı sayısındaki Meral’le Burak’ın konfor alanı üzerine yazdıkları yazılar, Engin Yılmaz’ın haziran sayısında yayınlanan Burak ve Meral’e cevap mahiyetindeki yazısı beni şu konfor alanı meselesi üzerine düşünmeye ve yazmaya sevk etti. Bilhassa Engin Yılmaz’ın yazısının konfor alanıyla alakalı kısmı benim için kafa açıcı ve yol gösterici oldu. Sahi konfor alanı neresiydi?


Kıymetli okuyucu! Gel seninle körlük üzerine biraz hasbihal edelim. Ben bunu dergiye yazdığım bu yazı vasıtasıyla yapayım; sen yazının altına yorum yaparak, yahut da yukarıdaki e-posta adresine e-posta göndererek yap. Bu konuda anlaştıysak, körlük üzerine düşünmeye başlayabiliriz demektir.


Ben Engelsiz Erişim’i, EEEH Dergi vesilesiyle tanıdım. Festivalden haberdar olmamı da yine EEEH Dergi sağladı. 2017 senesinde festivale katılmaya niyet ettimse de, o sırada geçirdiğim hafif bir grip sebebiyle, o seneki festivale katılmam mümkün olmadı. 2018 senesine geldiğimizde, ne yapıp yapıp o yılki festivale katılmayı kafama koymuştum. Vakit kaybetmeden mail’ime gönderilen festivale katılım formunu doldurdum. Çok geçmeden, Engelsiz Erişim’den Mürşide Abla beni aradı. Bu arada Engelsiz Erişim’le ilk ciddi teması da kurmuş oldum.Devamını Oku...


Canlı organizması ancak hareket ederek hayatını devam ettirebilir. Hareket etmeyen bir organizma, zamanla ölmeye mahkumdur. İnsan organizması dahi bu tariften hariç değildir. Binaen aleyh hava gibi, su gibi yaşayabilmemiz için hareket etmek de bir ihtiyaçtır. Gel gelelim, gerek çevresindeki sportif faaliyetlerin yetersizliği gerek ailenin aşırı korumacı tavrı sebebiyle sakat insanlar bu ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamamaktadırlar.


Polisiye türünü sever misiniz? Bu türde yazılmış herhangi bir roman okudunuz mu? Veya mevzuu suç olan bir film seyrettiniz mi? Polisiye türüne alakası bulunanlar aşağıda sözünü edeceğim polisiye kahramanlarını hemen tanıyacaklardır. Polisiye türüyle ilgilenmeyen arkadaşlar da bu yazı vesilesiyle tanırlar İnşallah. Neyse; girizgahı fazla uzatmadan, yazacağımız bir polisiye roman senaryosuyla, şu sakat kılığında aramızda dolaşan seri katilleri tanıyıp, toplumdaki mevcut sakat algısını pekiştiren işlevlerini kavramaya çalışalım.


Polisiye türünü sever misiniz? Bu türde yazılmış herhangi bir roman okudunuz mu? Veya mevzuu suç olan bir film seyrettiniz mi? Polisiye türüne alakası bulunanlar aşağıda sözünü edeceğim polisiye kahramanlarını hemen tanıyacaklardır. Polisiye türüyle ilgilenmeyen arkadaşlar da bu yazı vesilesiyle tanırlar İnşallah. Neyse; girizgahı fazla uzatmadan, yazacağımız bir polisiye roman senaryosuyla, şu sakat kılığında aramızda dolaşan seri katilleri tanıyıp, toplumdaki mevcut sakat algısını pekiştiren işlevlerini kavramaya çalışalım.


Geçen gün bizim mahallenin parkındaki spor bisikletinde biraz antrenman yaptım. Çünkü bugünlerde Eş Pedal Derneği’nin tertip ettiği tandem bisiklet sürüşlerine katılıyorum. Fakat ne yazık ki bu sürüşlerde benden beklenen performansı gösteremiyorum. Hatta performans göstermek şöyle dursun zaman zaman bana pilotluk eden arkadaşa adeta kendimi taşıttığım oluyor. Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. Zira ben 25 yaşında gerçek manada bisiklet sürmeye başlayan birisiyim. Onu da ancak 3 sefer sürebildim.