Toplam Okunma 0

EEEH Dergi’deki bu ilk yazımda, evrimsel olarak pek çok duyudan daha genç olan görme duyusunun, diğer duyuları nasıl ezip geçebildiğinden bahsedeceğim. Bunu, duyunun kendisi üzerinden ele almanın yanısıra, zihinsel süreçlere, özellikle de belleğe, daha çok bilinen adıyla hafızaya, olan etkisi üzerinden de ele almaya çalışacağım. Bu ele alış sürecinde de bilişsel psikolojinin bulgularından faydalanacağım.

Öncelikle bilmeyenler için bilişsel psikolojiyi tanımlamakla başlayayım. Bilişsel psikoloji, psikolojinin zihinsel süreçlerle, yani doğrudan gözlenemeyen süreçlerle ilgilenen alt dalıdır. Bu zihinsel süreçlere, düşünme, algılama, bellek, dikkat, öğrenme, karar verme, akıl yürütme, problem çözme, dil, mantık gibi süreçleri örnek verebiliriz. Bu süreçlerin hepsi de kendi içinde bazı alt başlıklara ayrılıyor. Örneğin; görsel algı, işitsel algı, dokunma algısı, görsel dikkat, işitsel dikkat, kısa süreli görsel bellek, otobiyografik bellek vesaire vesaire.

Bu kısa tematik bilgilendirmenin ardından, şimdi gelin sizi 1974 yılına götüreyim. Görme duyusunun diğer duyuları ezme konusundaki kararlılığını çok basit bir yöntemle gösterme gayesindeki Colavita, monitörün başına oturttuğu katılımcılarından, ekranda bir ışık gördüklerinde bir tuşa, ekrandan gelen bir ton duyduklarında ise başka bir tuşa basmalarını istiyor. Katılımcılar, ilginç bir şekilde tona daha hızlı cevap verseler de, ışığa da tona da hızlı cevap verme konusunda oldukça başarılılar. Fakat, Colavita uslu durmuyor ve aralara ton ve ışığın aynı anda geldiği bazı denemeler de serpiştiriyor. İşte burada zurnanın zırt dediği yere gelmiş bulunuyoruz. Katılımcıların tamamına yakını, ışığın ve tonun aynı anda geldiği bu eş zamanlı örneklerde, tonu boşverip ışığa tepki veriyorlar, hatta tonu duymadıklarını iddia edebiliyorlar. Yalnız verildiğinde ışıktan bile hızlı algılanıp cevap verilen sesin, ışıkla birlikteyken duyulmadığının sanılması oldukça dikkat çekici bir nokta.

Burası işin algı boyutuydu, gelin biraz da bellekte neler oluyor oralara bakalım. Vakti zamanında duyduğumda beni oldukça şaşırtmış bir örnekle başlayayım. Standing 1973'yılında çok basit bir deney dizanıyla oldukça mühim bir sonuç elde etti. İnsanlara on bin adet fotoğraf gösteriliyor. Sonra bir tanıma belleği testi yapılıyor. Hemen bir parantez açıp tanıma belleği testini anlatayım. Tanıma belleği testi için katılımcılara öncelikle bazı uyaranlar verilir. Bu uyaranlar görsel, işitsel, sözlü olabildiği gibi başka modellerde de olabilir. Diyelim ki size 20 tane kelime verdim, bunları çalışın dedim. Sonra da bu kelimelerden on tanesini alıp başka on kelimeyle çeşitli kelime çiftleri oluşturdum. Yani her çiftteki kelimelerden biri çalışmanızı istediğim listede mevcut olan kelimelerden biri iken diğeri yeni bir kelime. Sonra da her kelime çifti için, az önceki listede bu iki kelimeden hangisi vardı, diye sordum. İşte bu tanıma belleği testidir. Başka tanıma belleği testleri de var aslında; ama onları da başka bir yazıda anlatayım, lafın bir şekilde oralara da geleceğinden hiç şüphem yok.

Bu uzun parantezden sonra şimdi 1973 yılına Standing'in yanına geri dönelim. Standing katılımcılara on bin adet görsel uyaran gösteriyor. Sonra da katılımcılara tanıma testi uyguluyor. Katılımcılar yüzde kaç oranında on bin görsel uyaranın içinde, daha önce gördükleri görsel uyaranları tanıyabilmişlerdir dersiniz?  Yüzde 50? Değil. Yüzde 60? Değil. Yüzde 70? Değil. Tam tamına  yüzde 83. İnsan belleğinin sadece görsel uyaranlar için böylesine muazzam bir kapasiteye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Görselden sonra en baskın olduğu düşünülen işitsel bellekte böyle bir oran görmemiz mümkün değil. Hatta bunun için de güzel bir örnekle bu noktayı da açalım.

İnsanoğlunun muazzam görsel belleği başka pek çok çalışmada da ıspatlandıktan sonra, acaba işitsel belleği görsel belleğine yaklaşabilecek bir grup bulabilir miyiz, diye düşünen Cohen’in aklına 2011 yılında müzisyenler geliyor. Müzisyenlerle müzisyen olmayanların işitsel ve görsel belleklerini karşılaştırmak isteyen Cohen’in umudu şu yöndeydi; görmek her ne kadar baskın olsa da, bir müzisyen işitme duyusuna da sık sık başvurduğundan, işitme belleğindeki performansı görsel belleğindeki performansına çok yaklaşacaktır. Bunu ölçmek için şöyle bir metod izliyor. Katılımcılara obje fotoğraflarından ve sanat resimlerinden oluşan görsel uyaranlar ve melodilerden ve kısa konuşmalardan oluşan işitsel uyaranlar sunduktan sonra, birkaç paragraph yukarıda anlattığım tanıma belleği testini uyguluyor. Hem müzisyenler hem de müzisyen olmayanlar için görsel belleğin ezici üstünlüğüyle bu deney de sonlandırılmış oluyor. İşitsel belleği müzisyenler ve müzisyen olmayanlar arasında karşılaştırdığımızda ise, müzisyenlerin daha iyi işitsel tanıma belleği performansına sahip olduğunu görüyoruz.

Yukarıdaki örnekler işin daha çok laboratuvar tarafıydı. Birazcık daha gündelik hayattan örnek vermek isteyecek olursak da otobiyografik bellek üzerine yapılan çalışmalardan bahsedebiliriz. Ama bunlardan bahsetmeden önce otobiyografik belleği tanımlayayım. Kişisel deneyimlerimizi depoladığımız belleğe otobiyografik bellek diyoruz. Örneğin; ÖSYM’nin ayrımcılık sevdasından nasibinizi aldığınız son sınavınızda yaşadıklarınızı; Türkiye Futbol Federasyonu’nun etik yönetmeliğinde “engelli sporcularla vakit geçirme” gibi bir cezanın bulunduğunu öğrendikten hemen sonra, bunu en yakın arkadaşınızla tartıştığınız anı; toplumun bir kesimi tarafından aseksüel olarak damgalanmış olsanız da ilk öpüşmenizi depoladığınız bellek otobiyografik bellek oluyor. Otobiyografik bellek üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu türde anılar genelde görsel bir ipucuyla daha kolay hatırlanıyor ve hatırlanma esnasında da anı zihinde daha çok görsel olarak canlanıyor.   

Peki görme duyusu bu kadar dominantsa ve bu kapasite insanoğlunun diğer duyularını köreltebilecek bir kudrete sahipse, görme duyusuna sahip olmayan insanların hayatında bilişsel süreçler nasıl yürüyor? İşte bundan sonraki yazılarımda, Görmeyen insanlardaki telafi mekanizmalarından beyin yapılarına, anılarını hatırlamada gören insanlardan ayrılan yönlerinden uzamsal belleklerine, dikkatlerinin duyular arasında nasıl dağıldığına, görsel algıya sahip olmasalar da görsel zihinsel süreçlerin hayatlarında nasıl yer ettiğine değineceğim. Özellikle görmeyenlerin bbilişsel dünyası üzerine yapılmış çalışmaları ayrıntılı bir şekilde ele alarak bu sorulara hep birlikte cevap bulmaya çalışacağız. Bu konulardan sıkıldığım sayılarda ise, sinemadan müziğe, edebiyata, engellilikten erişilebilirliğe, sosyal ilişkilere kadar uzanan çok geniş bir yelpazenin bir yerlerinde mola vereceğim.

Kaynakça
Colavita, F. B. (1974). Human sensory dominance. Perception & Psychophysics, 16(2), 409-412.
Standing, L. (1973). Learning 10000 pictures. The Quarterly Journal of Experimental Psychology, 25(2), 207-222.
Cohen, M. A., Evans, K. K., Horowitz, T. S., & Wolfe, J. M. (2011). Auditory and visual  memory in musicians and nonmusicians. Psychonomic Bulletin & Review, 18(3), 586- 591.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.