Toplam Okunma 0

Bütün anne babalar için çocukları dünyadaki en değerli varlıktır. Onlar için yaşarlar. Hayatları çocuklarını mutlu edebilmenin mücadelesi ve onun geleceğine dair hayallerle geçer. O hayalleri gerçek kılabilmek için katlanırlar en büyük zorluklara. Gün gelir sokakta yüzüne tükürmeye bile tenezzül etmeyecekleri Şef, ustabaşı ve patronun hakaretlerini kulak arkası etmek zorunda kalır; gün gelir: O hayaller uğruna yerin yedi kat altında, patronun doymak bilmez iştahı yüzünden kömüre döner, 5 liralık bir tedbir alınmadığı için, hayatlarında belki hiç giremeyecekleri recıdence inşaatlarında 34 kattan aşağıya parçalanmış bedenleri düşer. Hayatın kötü bir cilvesi olsa gerek, dünyayı yaratacak kadar emektar, o güzel yaşamı kuracak kadar büyük hayalleri olan bu güzel insanlar, bir o kadar mütevazı ve sessizce bu dünyayı terk ederler. Ölümleri, anca topluca olduğunda ekranlarda ve gazetelerde yer bulur. Çoğu zaman ölüleri bile rahat bırakılmaz. Neredeyse öldükleri için suçlanırlar. Evet, çoğu zaman ucunda ölüm dahi olan bu zor işleri kabul etmelerinin en temel nedenlerinden birisi çocuklarının geleceği için kurdukları hayallerdir. Her zaman hayalleri çocuklarının hayalleriyle aynı olmaz. Genellikle anne ve babalar onların: Öğretmen, doktor, mühendis olmasını isterler. Fakat çocukların aklı başka mesleklerdedir. Özellikle erkek çocuklarının hayalleri herkesin tahmin edebileceği üzere, ışıl ışıl yeşil sahalarda top koşturmaktır. Bu nedenle erkek çocuklarını: okul bahçesinde, cadde kenarında, evde ve kısacası her yerde bir meşin yuvarlağı, oda olmazsa bir kola kutusu tekmelerken görürüz. Emre Eser’de Bu milyonlarca çocuktan bir tanesiydi. Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde ki işitme engelliler okulunun bahçesinde, her zaman olduğu gibi top oynuyordu. Oyun sırasında top bahçenin dışına çıktı. Emre topu alabilmek için fırlayarak duvara tırmandığı anda, yüksek gerilim hattına kapıldı. Hayalleri ve soluk alışı sonsuza dek durdu. Ölüm onu en olmaması gereken yerde ve en olmaması gereken biçimde yakalamıştı. Öyle ya normal şartların söz konusu olduğu bir ülkede bir çocuk top oynarken, hele hele okul bahçesinde ve üstelik elektrik çarparak ölemezdi. Maalesef rezalet bununla da sınırlı değil. Olay üzerine Emre’nin ailesine top oynarken ayağı kırıldı diye haber veriliyor. Evet, 21. yüzyılda işitme engelliler okulunda bir çocuk elektrik akımından ölüyor. Emre’’nin annesi ve babası “25 kuruşluk bir bant takılmış olsaydı” Emre hayattaydı diyor.  Ama skandal burada bitmiyor. Geldik zurnanın zırt dediği yere, ilgili kurum savunmasında “Emre yaşasaydı zaten ailesine bir katkısı olmazdı. İşitme engelli olduğu için çalışamazdı” diyor. Yani bu ülkede engelliler ölüyken bile ötekileştiriliyor. Bir insanın kulağının işitmiyor olması çalışamaz anlamına mı geliyor?  Çevresindekilere faydası dokunup dokunmayacağından size ne? Bir insanın çevresine yararlı olup olmaması bir organının eksikliğine mi bağlıdır? Hadi engel durumunu da bir kenara bırakalım, bir insanın hayatı çevresindekilere faydalı olduğunda mı değerli? Ya kulakları duyup, gözleri gören ama soluk almaktan başka bir işe yaramayanlar ne olacak? Hadi onlara miskinlik hakkı diyelim. Ya var oluş nedenleri insanlara zarar vermek olanlar. Sorular sora sora bitmiyor, ama maalesef değişen bir şey yok. Engelliler gerek eğitim düzeyleri, gerekse nitelikleriyle; olanakları sağlandığı takdirde her işi yaparlar. Bizler bunu her yerde söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Ama dirimizle de anlatsak, ölümüzle de anlatsak anlamıyorlar. Okul hayatımız boyunca, “siz neden kendiniz için olan okullara gitmiyorsunuz? Sizinle ilgilenecek öğretmen yok, ilgili araç gereç yok” tacizine maruz kalırsınız. (bu bahaneleri giderme imkânı elimizdeymiş gibi). İnatlaşır ve onlara inat öğrenim hayatını başarılı bir şekilde tamamlarsın. Bu sefer bileğinin hakkıyla kazandığın işte kabul görmek için bile yıllarını tüketirsin. Bu ülkede adı işçi bulma olan bir kurum, Yıllarca engellileri “size iş bulduk” diye arayıp, hiç alakasız yerlere yönlendirmiş, son hazırladığı iş sözlüğüyle de sadece kendisinin yarıştığı kulvarda kendi rekorunu alt üst etmiştir. Bu sözlükte adını sayamayacağım kadar fazla iş kolunun ismi sıralanarak; “engellilere uygun değildir” denmiş. Ayrıca aynı sözlükte kadınlara karşıda ayrımcı ibareler fazlasıyla kullanılmış. Sanıyorum bu sözlüğü hazırlayanların engellilere dair bilgisi eski Türk filmlerin de gördükleri çiçek satan kızdan ibaret. Fakat engellilerin yaşam hakkı, okuma hakkı, çalışma hakkı ve tüm hakları böyle bir algının zihniyetine teslim edilemez. Bu anlayışa karşı, engelli örgütleri ve bireysel engelliler, ilgili alandaki STK’larla ortaklaşa olarak ayrımcılık ve erişilebilirlik sorunlarının üzerine gitmeli, belli çevrelerin istismar girişimlerine karşı, hak temelli talepler yükseltilmeli. Örneğin Kamu iş kolunda faaliyet yürüten Memur-sen başkanının, engellileri yarı yarıya indirimli bir şekilde hacca gönderelim önerisi gibi. Kamuda çalışan engellilerin maruz kaldığı tonlarca sorun varken, memur-sen başkanının Diyanet İşleri Başkanı gibi davranması, olayı yeterince mizahi kılıyor. Bizler direkt olarak engellilikle ilgili olmayan, engellilere dair sorunları perdeleyen bu tür oyunlara gelmemeli; engelli ayrımcılığı, fiziksel erişilebilirlik sorunları; kısacası engelliliğin ortadan kalkması için tek vücut halinde mücadele etmeliyiz. Belki çok zor anlatacağız, belki karşımızdakiler hiç anlamayacak; belki de umduğumuzdan önce değişecek algılar. Belki yine olmayan kaldırımlarda yürümek zorunda kalacak, belki de çok erişilebilir kurumlarımız olacak. Ama sonunda kazanacağız. Ucuz ölümlerin, emek sömürüsünün ve ayrımcılığın olmadığı bir dünya dileğiyle.

 

Not: Bu yazımı, canlarıyla ve kanlarıyla insanlığı savunan Kobane halkına ithaf ediyorum.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.