Toplam Okunma 0

Merhaba değerli okurlar,
Sizlerle Eeeh Dergisi sayfalarında buluşmak benim için anlatılmaz bir coşku kaynağı.
Bu güzel derginin, yazılarını severek ve heyecanla okuduğum yazarları arasında bana da yer verilmiş olmasından çok mutluyum. Umarım ben de diğer tüm yazar arkadaşlarım gibi hepinize aynı duyguları yaşatabilirim.

Bu ilk yazımda önce biraz kendimden söz etmek, ardından da bundan sonraki yazılarım hakkında bir çerçeve çizmek istiyorum. Kısaca kendimden söz edersem; 50 yaşında, doğuştan kör, 4 çocuklu bir ailenin tek engelli üyesi, ilkokula 6 yıl gecikmeli başlamış birisi olduğumu söyleyebilirim. Eğer bu konuda beni biraz daha konuşturursanız, Çocukluğumun ilk yıllarının Erzurum’da geçtiğini, okula geç başlamamın ve körler okullarında bağımsız hareket eğitiminin verilmemiş olması gibi nedenlerle, eğitim yaşamımı ortaokuldan sonra sürdüremediğimi de ekleyebilirim. Bunları, bundan sonraki yazılarımı nasıl bir bakış açısıyla yazacağıma ilişkin bir fikir vermek için belirttim. Aynı nedenle biraz da körlük hakkındaki duygularımdan söz etmek istiyorum.
Birçoğumuz gibi ben de; körlükten değil, körleri dışlayan yaşam standartlarından şikâyetçiyim. Öyle değil mi ama? Bir düşünün! Günlük yaşamımızda kullandığımız her türlü araç - gereç, hizmet ve olanak, kullanıma sunulurken sadece göze değil, tüm duyu organlarına hitap edecek biçimde tasarlanmış olsaydı körlüğümüzden yakınmamızın bir anlamı kalır mıydı sizce? Hadi biraz düş kuralım.

Kör olmayan bir arkadaşınızın evinde konuksunuz. Sabah uyandınız saati merak ettiniz, yatağınızın kenarındaki bir düğmeye basınca saatin kaç olduğunu sesli olarak öğrendiniz. Hay aksi! Arkadaşınız çoktan işe gitmiş. Sanırım sizi uyandırmaya kıyamamış. Kalkıp banyoya geçtiniz, duş sıcaklık derecesini sesli olarak da duymanızı ve ayarlamanızı sağlayan bir sistemi kullanarak duşunuzu aldınız. Duş sırasında kullandığınız şampuanı, üzerindeki Braille etiket yardımıyla ayırt edebildiniz. Bavulunuzdan o gün giyeceğiniz giysilerinizi seçerken, odadaki gardırobun bir parçası olan renk okuyucuyu kullandınız. Mutfağa geçip kendinize bir kahvaltı hazırlamak istediniz. Mikrodalga fırının, sıcak su makinesinin ve tost makinesinin konuşan kontrol panellerini kullanarak kahvaltınızı hazırlayıp, masaya oturdunuz. Çayınızı koyarken, bardak dolunca haber veren çaydanlık sayesinde bardağınızı tam istediğiniz biçimde doldurabildiniz.
Biraz televizyon izlemek istediniz. Televizyonun sesli menüleri sayesinde istediğiniz kanalı bulup, istediğiniz programı izleyebildiniz. Radyo dinlerken, o an çalan şarkının adına varıncaya dek sesli olarak bilgi veren sistemin keyfini çıkardınız. Arkadaşınızın eve dönmesine çok var. Evde sıkıldınız, hadi biraz dışarı çıkın. Asansörü çağırdınız, asansör kata gelince sesli anons ile size bilgi verdi. Bindiniz, Braille etiketli kat düğmelerini veya ses tanıma sistemini kullanarak zemin kata geldiniz. Sokağa çıktınız, elinizdeki bir aracı veya telefonunuzdaki uygulamayı kullanarak, önünden geçtiğiniz her tabelayı okutabildiniz. Otobüs durağındaki kontrol sisteminin sesli veya Braille seçeneklerinden biri sayesinde, bineceğiniz otobüsün gelmesine ne kadar zaman bulunduğunu öğrendiniz.  Binmek istediğiniz otobüsün sürücüsüne durakta kör yolcu bulunduğunu bildiren düğmeye basıp beklediniz. Otobüsünüz gelince kapı açıldı ve hat numarasını bildiren bir ses sizi araç kapısına yönlendirdi.

Bu düşü bu biçimde uzatabiliriz. Şimdi söyleyin bakalım. Böyle bir ortamda yaşayan bir kör, kör olmaktan yakınır mı? “Evet” diyenleri duyar gibiyim. “Yakınır tabii” diyorlar. “Yine de görmek gerekir.” İyi de, az önce düşlediğimiz gibi bir dünyada neyi görmediğim için yakınabilirim ki? Havadaki kuşları, gökteki yıldızları, renk renk çiçekleri, …Tüm bunları ve daha fazlasını görmek iyi olmaz mı? Elbette iyi olur. Kim bilir! Belki bir gün bu düş de gerçek olur. Önce ilk düşümüzü gerçekleştirelim, sonra bakarız değil mi?

İşte dostlarım, birçok görme engelli gibi, ben de sürekli buna benzer düşler kuruyorum.
Ancak, benim bu düşleri kuran körlerin büyük kısmından bir farkım varsa, o da şu. Ben bir gün bu düşümün gerçek olacağına yürekten inanıyor, o günün benim de görebileceğim kadar yakın olması için, her fırsatta, her yerde bu düşlerimden söz etmeyi çok seviyorum.

Engelsiz Erişim Derneği’nin çok sevdiğim bir sloganı var: “Hayaller, yaklaşmakta olan gerçeklerin gölgeleridir.” Buna her geçen gün daha fazla inanıyorum. Ya siz?

Bu dergide okuyacağınız yazılarımda genellikle bu çerçevede kalmaya çalışacağım. Bazen herhangi bir mal, hizmet veya olanağın körler tarafından da kullanılabilmesi için önerilerimi, bazen de, bir kör olarak toplum içindeki çeşitli iletişimlerim sırasında yaşadığım duyguları paylaşmayı düşünüyorum.

Tabii beni tanıyanlar bilir, bilgisayar kullanımı konusunda konuşmayı ve yazmayı da seven biri olduğum için, belki zaman zaman bu konuda da yazılarla karşılaşabilirsiniz bu köşede.
Yine bu köşede yapmak istediğim bir başka şey de, anlattığım çerçeve içinde kalmaya dikkat ederek, sizin görüşlerinize de yer vermek. Eğer bana bir şeyler yazmak isterseniz, yazının başındaki e-posta adresim hizmetinizdedir.

Bu yazım biraz kısa oldu sanırım. Ama ilkyazı olduğu için hoşgörünüze sığınıyorum. Editör arkadaşımdan, benden kalan boş satırları başka bir yazar arkadaşıma kullandırmasını rica etsem beni kırmaz sanırım. Hangi arkadaşıma torpil yapsam acaba? Neyse! Şansımı daha fazla zorlamasam iyi olur. Hadi şimdilik hoşçakalın. Görüş ve önerilerinizi bekliyorum.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.