Toplam Okunma 0

Hafızamı yokluyorum… İlkokul arkadaşım aklıma geliyor önce, Fatih. Fatih kekemeydi. Konuşurken epey zorlanırdı. Hele de sözlülerde tahtaya kalktığında konuşmak onun için daha da zahmetli bir işe dönüşürdü. Bu sözlü zamanlarından aklımda yer etmiş bir sahneyse öğretmenimizin “Sorulara cevap verirken ayağınla ritim tut Fatih, sanki şarkı söylüyormuş gibi söyle anlatmak istediklerini” demesiydi.

Sonra biraz daha düşünüyorum. Yazlıktan komşumuz Serap Teyze ve ailesi geliyor aklıma. İki kızları vardı. Biri Leyla Abla, doğuştan işitme engelliydi. İşaret dili ile anlaşırlardı. Ben de hem merak hem de insanoğlunun anlayamadığı şeylere karşı duyduğu o tuhaf hayranlık hissiyle izlerdim onları.

Çocukluğumda bazen sokağa çıktığımda gördüğüm aynı mahallede oturduğumuz spastik bir kız vardı benim yaşlarımda. Annesiyle birlikte hazırlanmış gezmeye giderlerken ya da alışverişten döndükleri sırada rastlardım onlara. O dönemler şimdiki gibi değil, sokak oyunları çok yaygın. Bizim mahallede de epey kalabalık bir çocuk nüfusu vardı tüm gününü saklambaç, yakar top, beş taş oynayıp ip atlayarak geçiren. Kimi zaman ben ve ablam da katılırdık onlara ama o kızı hiçbir zaman aramızda görmedim.

Bu üç kişi dışında çocukluk dönemimden ve okul yıllarımdan hiçbir engelli arkadaşım, tanıdığım ya da ara sıra da olsa sokakta karşılaştığım herhangi birisi aklıma gelmiyor. Tâ ki üniversiteye gelinceye dek.  Boğaziçi Üniversitesi’nde, benim okuduğum doksanların sonu ve iki binlerin başlarında dersler arasında bir kampüsten öbür kampüse koşarken görürdüm görme engelli öğrencileri ama hiçbiriyle tanışıklığım yoktu. Bir gün son dersim bitmiş, yiyecek bir şeyler almış kantinden çıkıp eve gitmeye hazırlanıyordum ki görme engelli bir kız öğrenciyi fark ettim. Elinde bastonu vardı ve hangi yöne gitmesi gerektiğine bir türlü karar veremiyor gibiydi. Yanına gitsem mi gitmesem mi diye düşünürken, tanışma isteğim çekingenliğime ağır bastı, cesaretimi toplayıp yaklaştım ve “Yardım edebilir miyim?” diye sordum. Bugün bile hala kulaklarımda yankılanır o neşeli ve samimi ses.  “Ah evet harika olur” dedi Sevda. O da benim gibi eve dönmek üzere otobüs durağına gidiyormuş. Yol boyunca uzun uzun sohbet ettik.  Ayrılırken de birbirimizden telefon numaralarımızı aldık. Sonrasında Sevda ile kampüste her karşılaştığımızda ayaküstü sohbet ediyorduk. Bir kez de birlikte bir yere gitmeden önce yurt odasına uğramıştık ve hayatımda Braille yazıyı ilk defa orada görmüştüm.

Üniversiteden mezun olduktan sonra çalışmaya başladığım okulda çift engeli olan bir öğrencimiz vardı. Hem zihinsel hem de görme engelliydi. Ben ve diğer rehber öğretmen arkadaşım onunla ve ailesiyle düzenli görüşür takibini yapardık ama vermemiz gereken desteğin çok yetersiz kaldığını söylemeliyim. Ne yapmamız gerektiğinden de tam olarak emin olamıyorduk. Bizi yönlendirecek birileri de çevremizde yoktu. Belki destek verebilecek kaynaklar vardı da, biz ulaşamadık.

Lisansüstü eğitime başladığımda Boğaziçi Üniversitesi’nde Engelli Danışmanı ve aynı zamanda bölümde hocam olan Yrd. Doç. Dr. Hande Sart’ın yönlendirmesiyle engellilikle ilgili çalışmalarda tekrar yer almaya başladım. GETEM’de kitap seslendirdim. Asistanlığım döneminde özellikle görme engelli öğrencilerin sınavlarında destek sağlamak için fakülteye talepte bulunuyordum. Bu sayede hem bölümümüzde okuyan öğrencileri daha yakından tanıma fırsatım oluyor, hem de görme engelli öğrencilerin sınav uygulamasında destek veren kişi nelere dikkat etmeli, ayrıca mekân ve donanım açısından hangi şartlar sağlanmalı bunu deneyimleyerek öğrenme imkânı buluyordum.

Şanslıyım ki aynı dönemlerde Türkiye İşitme Engelliler Milli Federasyonu ve İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği (İAD) tarafından düzenlenen Temel Seviye Türk İşaret Dili kursunu tamamladım ve işitme engellilikle ilgili düzenlenen çeşitli kongre ve seminerlerde görevli ya da katılımcı olarak yer aldım. Bu sayede işitme engellilikle ilgili de bir farkındalığım ve az da olsa birikimim oluştu.

Araştırma görevliliğimin ardından 2009 yılında Birleşik Krallığa bağlı bulunan Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast’a evsizlerle ilgili bir projede çalışmak için gitmiştim ki Slovenyalı bir başka gönüllü aracılığıyla kendisinin de görev aldığı Royal National Institute of the Blind - Ulusal Kraliyet Körler Akademisi’nden haberdar oldum. Arkadaşım sayesinde üç ay süre ile görme engelli yetişkinlere yönelik düzenlenen bir sanat programında gönüllü asistanlık yaptım. Son olarak da üç ay önce yolum bu güzel dergiyi çıkaran heyecanlı ekiple kesişti.

Tüm bunları anlatırken amacım, çocukluğumdan bu yana engellilikle ilgili karşılaştığım, bu konudaki düşüncelerimi şekillendirmiş belli başlı insanları, deneyimlerimi ve ilgi duyduğum bu alandaki kişisel hikâyemi okurlarla paylaşmaktı. Bu sürecin belli bir alana yönelme ve o alanda birikim sağlamanın ötesinde kişiliğime ve hayata bakışıma çok şey kattığına inanıyorum. Sanırım en büyük şansım, toplumun tüm önyargılarına ya da sistemin kendisine rağmen çok iyi noktalara gelmiş engellilerle tanışmış olmamdı. Bugün engellilikle ilgili, başladığım noktadakinden çok daha farklı bir duruş ve düşünceye sahipsem bunda en büyük pay tanıdığım tüm o mücadeleci güzel insanlarındır. Dergi sayesinde engellilikle ilgili çalışmaların içinde yer almak ve bunu engelliler için ya da onlar adına değil de onlarla “birlikte” yapabilmekse bu işi ayrıca anlamlı kılıyor benim için.  

Tekrar bu ailenin bir parçası olduğum için çok mutlu olduğumu belirterek sözlerime son veriyorum. İlerleyen sayılarda görüşmek üzere.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.