Toplam Okunma 0

Geçen sayıda hem kör hem de sağır olmanın benim için en önemli sıkıntısından bahsetmiştim size. Gerçi bahsettiğim şey, az duymaktan değil de; insanlara bunu açıklayamamaktan ya da açıkladığım insanların anlattıklarımı yeterince önemsememesinden duyduğum sıkıntıydı.

Şimdi de sizlere, işitme kaybım olduğunu nasıl anladığımı anlatacağım.

İlginç bir şekilde, bunu anlamama sebep olan şey, basit bir ortakulak iltihabıyla duyan kulağımın tamamen kapanmasıydı. Böylece diğer kulağımın çok az duyduğunu öğrenmiş oldum.

O zaman ilkokuldaydım ve çocukluktan beri bağımsız harekette zorluklar yaşamaktaydım. Daha kötüsü işitme kaybımın olduğunu bilmediğim için, bağımsız hareket ederken ki zorlanmamın kendi beceriksizliğimden olduğunu zannediyordum. Herkes de böyle diyordu zaten.

Çok iyi hatırlıyorum... O günden birkaç gün önce okul olarak pikniğe gitmiştik ve benim kulağım çok ağrıyordu. Öğretmene söylediğimde bana ilaç vermesine rağmen ağrım bir türlü geçmemişti. İki ya da üç gün kulağım ağrımaya devam etti; ama gitgide azalıyordu. En çok ağrıdığı gün pikniğe gittiğimiz gündü. O gün kalktığımda ağrı gitmişti; ama her yer sessizdi. Önce kahvaltıya geç kaldığımı ve hiç kimsenin beni uyandırmadığını sandım. Kalkıp giyinmeye koyuldum. Birden birisine çarptım; ama hiçbir şey duymuyordum. Sersem gibiydim. Sonra dolaba çarptım. Dolaplarımız metal olmasına rağmen ondan da bir ses duymamıştım. Bu kez bilerek dolaba bir yumruk attım. Güçlü bir ses gelmesi gerekirken derinden gelmişti ses...

İşte o zaman sağır olduğuma emin oldum. Geçici ya da kalıcı falan diye düşünmemiştim. Aslında ilginç bir şekilde, farklı hiçbir şey düşündüğümü hatırlamıyorum.

Sağır olmuştum işte... Durum buydu; ama bu durumu kimseye söylemek istemiyordum. Kimseye bir şey demeden yemeğe gittim; ama hiçbir şey yemeden kalktım. Derslerde birtakım sesler duysam da duyduğum sesleri anlamıyordum. Teneffüslerde öylece oturuyordum. Bir kere, Türkçe dersinde, Huriye Pınarı diye bir okuma parçasını işliyorduk, öğretmen karşıma gelip bir şeyler söyledi. Adımı duydum. Sesi biraz tiz olduğu için bir şeyler anladım gibi; ama kalkıp bir şeyler geveleyip oturdum. Konuşmaya cesaretim yoktu…

Bu durum için cidden şükrediyorum ki, o gün cumaydı. Annem geldi, eve gittik; ama hiçbir şey konuşmuyordum. O ne konuşuyor bilmiyordum. Sadece otomatik davranıyordum. Eve girer girmez anneme çok sakin bir tavırla kelimesi kelimesine: “Anne, biliyor musun? Ben sağır oldum,” dediğimi hatırlıyorum.

O sonradan, beni test etmek için bana küfrettiğini, hiçbir tepki vermemem üzerine de inandığını söyledi.

Annemden fark edebileceğim bir tepki, yani duyamadığım için tepkisini fark edemediğimden bana dokunarak ya da buna benzer bir şekilde gösterebileceği türden bir tepki görmeyince, ağlayıp bundan böyle herkese kötü davranacağıma, hiçbir zaman iyi bir insan olmayacağıma yeminler ettiğimi çok çok net hatırlıyorum.

O anlar sanki bir kredi kartına işlenen rakamlar kadar net zihnimde…

Her neyse… Annemden yine fark edebileceğim bir tepki görmeyince odama girip çalmaktan çok hoşlandığım orgumu parçalamaya giriştim. Nasıl olsa artık onun sesini duyamayacaktım.

Ardından annem beni sanki duyacakmışım gibi tiyatroya götürdü. Az duyan kulağıma tiyatro ve Gılgamış diye bağırdığını hatırlıyorum sadece. Galiba oyunun ismi Gılgamış’tı.

Sonra annem sesi cidden tiz olan bir arkadaşıma bana kitap okumasını rica etmiş. Bana bağıra bağıra kitap okumuştu arkadaşım… Sağ olsun. Çok mutlu olmuştum… O anki rahatlamışlığımı anlatmak için hiçbir sözcüğün yeteceğini sanmıyorum.

Bunlar art arda olan şeyler değil aslında. Sadece benim hatırlayabildiklerim. Ben ne kadar böyle kaldığımı hatırlamıyorum. Neyi duyup neyi duymayacağımı bile bilmediğim bir sessizlik… O zamanları ancak bu şekilde betimleyebiliyorum.

Ardından, bir doktora gittik ve doktor teker teker tüm aletleri az duyan kulağıma doğru anlatıp muayene etti beni.

Hala görüşürüz. Hayatımda birine minnettar kalacaksam açık ara o adam olurdu herhalde.

Sonra beni ameliyata aldı ve ameliyattan çıktığımda kulağım duyuyordu.

İlk duyduğum ses doktorların ayak sesleriydi.

Mucize gibi gelmişti bana.

İlk işimiz annemle bir kitapçıya gitmek oldu. Sesini içiyordum adeta annemin. O gün bütün gün bana kitap okuduğunu hatırlıyorum…

Tüm bu anlattıklarım aslında benim için travmatik şeylerdi; ama şimdi iyi ki onları yaşamış olduğumu düşünüyorum. Aksi halde bir beceriksiz olduğumu zannedecektim. İşitme kaybımı kimbilir ne zaman fark edecektim ve bunun için bir önlem almamış olduğumdan eksik bir şekilde yaşıyor olacaktım. Cihaz kullanmadan bağımsız hareket etmem, tabiri caizse Allah’a kalmış olacaktı; çünkü dengesiz bir şekilde duyduğum için az gören insanlarda olduğu gibi neyi ne kadar duyduğuma bir türlü emin olamayacaktım.

Doktorumun bana dediğine göre işitme kaybım gittikçe artacakmış. Doğrusunu söylemek gerekirse bu beni çok korkutuyor; ama bu korkum, hayatı yaşamama ve bunun için önlemler düşünmek için kafa yormama engel olmuyor.

Genellikle, görmemesi yanında az duyan ya da hiç duymayan insanlardan bahsedildiği an Hellen Keller gelir akla. Oysa fikrimce Hellen Keller bir istisnadır. Varlıklıdır çünkü.Sokaklarda yaşayan bir körün iphone kullanması kadar imkânsızdır Hellen Keller’e sağlanan imkânların bana ya da benim durumumda olan bir insana sağlanması. Hatta şu anda kullanmakta olduğum işitme cihazı, varlıklı bir arkadaşım olmasaydı satın almakta çok fazla zorlanacağım bir miktara alındı. O olmadan önce kullandığım cihaz en ufak bir gürültüyü katbekat büyütüp beynime ilettiğinden beni stresli bir insan haline getirmekten başka işe yaramıyordu. Ayrıca, devletin bir işitme engelliye sağladığı imkânlar da içler acısı zaten…

Onun için kendimi hiçbir şekilde Hellen Keller’la kıyaslamayacağım. Kendime haksızlık ederim çünkü… Fakat yine de kendisi gibi bir modele sahip olmak, görme ve işitme duyularını kaybeden insanlar için oldukça cesaret verici.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.