Haziran ayındaki yazımda da bahsettiğim gibi hepimiz pek çok kimliğe sahibiz ve bu kimliklerimizle toplumda var oluyoruz. Bazı kimlikler üstün yani ezen gurubu oluştururken diğer kimlikler ast yani öteki olan ve ezilen gurubu oluşturur. Bir hatırlamak gerekirse Tutum’a göre ötekileştirme 7 temel sınıfta yapılır; ırk ve etnik köken, cinsiyet, din, cinsel yönelim, sosyoekonomik statü, yaş ve engellilik hali.
Baskın taraf, ait oldukları gurup kimlikleri nedeniyle toplumda sistematik olarak avantajlı konumdadır. Aksine, öteki ya da ast gurup ise sistematik olarak dezavantajlı durumdadır. Bu baskın olup ezme ve ast olup ezilme ilişkisi toplumda “cılık” ya da “izim” olarak gözlenebilir; ırk“çılık”, cinsiyet“çilik”, sınıf “çılık”, heterosek “sizim” ya da sağlam “cılık”.
Tatum baskınlığı ya da ikincilliği şöyle açıklıyor; baskın gurup gücü ve otoriteyi elinde tutar ve bu otorite ve gücün nasıl kullanılacağına karar verir. Baskın gurup toplumun yapısını belirler, bunu kimin tarihinin okullarda öğretileceği, en iyi işlerin kimlere verileceği ya da kimin ilişkisinin toplum tarafından “normal” karşılanacağı gibi şeyleri belirlemek yoluyla yapar.
Tatum baskın ve ast gurup arasındaki ilişkide genelde baskın gurubun ast gurubu önemli alanlarda aşağı ve yetersiz gördüğünü ileri sürüyor. Baskın gurup ast guruptakilere değersiz görülen rolleri verirken kendileri için yüksek statülü rolleri seçerler. Ast guruptakiler arzulanan rolleri yerine getirebilme yeteneğinden yoksun olarak görülür. Bu toplumsal algı ast gurubun algısını bile değiştirebilir. Baskın gurubun kendilerine biçtiği rolleri içselleştiren ast guruptakiler, gerçekten de kendi yeteneklerine güvenmemeye başlarlar.
Baskın gurup ve ast gurubun ilişkileri toplumsal hayata da yansır elbet. Günlük yaşamda baskın guruptakiler ast guruptakilerin gerçekten ne deneyimlediklerinden bihaberdirler. Öte yandan, astlar baskınların hayatlarından haberdardırlar. Tecrit edilmelerine rağmen ast guruptakiler baskın gurubun yaşam tarzını öğrenirler, çünkü baskın gurup medyada da baskındır veya normalin normlarını oluştururlar. Örneğin televizyonda heteroseksüel ilişkiler fazlaca temsil edilirken gay ve lezbiyen ilişkilere yer verilmez ya da sapkınlık olarak yansıtılır. Ya da körler görenlerin nasıl film izlediğini, nasıl bir yerden bir yere gittiğini, nasıl kitap okuduğunu veya nasıl bilgisayar kullandığını bilir ama genelde baskın yani gören gurup körlerin yani ast gurubun bütün bunları yapabilip yapamadığından bile emin değildir ki nasıl yaptıklarını bilsin.
Tatum’a göre güç dağılımının adaletsiz olduğu bir yerde ast gurubun yegâne amacı hayatını sürdürebilmek haline gelir. Bunun için ast gurup baskın gurupla uyum halinde olmaya özen gösterir ya da uğradıkları haksızlığa rağmen baskın guruba tepki göstermezler. Örneğin engelli olduğu için iş yerinde mobbinge uğrayan bir engelli çalışan genelde durumu sineye çeker ya da başka bir yerde çalışmanın fırsatını kollamaya başlar. Aynı muamele engelli olmayan çalışanlara gösterilmez ya da gösterildiği zaman o çalışan hakkını aramak konusunda daha cesur olabilir.
Hepimizin de bildiği gibi bizler bu örnekleri en çok da yöneten gurubun tutum ve davranışlarında görebiliyoruz. Görmeyenlerin ne iş yapıp yapamayacağına karar veren bir bakan görmeyenlerden öğretmen ya da şoför olmayacağını söyler, STK’ların baskılarıyla bu adım geri çekilse de tutum olarak halen devam eder, görme engelli öğretmenden müdürü etkin ders anlatabildiğine dair belge ister ya da memuriyete alınmak için devlet sizden “sağlam” raporu talep eder. (Tabii kendiniz gibi olanlar için açılan kadrolara başvurmadıysanız). Eğer arızalıysanız mesela hâkim, savcı, kaymakam falan olamazsınız. Ya da hakkınızı aramaya kalkamazsınız ne de olsa size engelinize rağmen lütfedilip bir şeyler verilmiştir. Buna en güzel örnek, çalışma şartlarında iyileştirme talep eden engelliye bir başka bakanın “resmen buldun da bunuyorsun, sana görmemene rağmen iş vermişiz” demesidir.
Peki, bu yapısal eşitsizlikler nasıl sürdürülüyor? Kirk ve Okazawa-Rey yapısal eşitsizliğin sürdürülmesinin ast guruba ait olan insanların nesneleştirilmesi ve insanlık dışı varlıklar haline getirilmesiyle mümkün olduğunu söylüyor.
Kirk ve Okazawa-Rey bu amaca yönelik kullanılan çeşitli yöntemler öne sürüyor. Bu yöntemlerden ilki baskın gurubun değerlerinin, niteliklerinin ve özelliklerinin diğer tüm gurupların değerlendirilmesinde varsayılan olarak kullanılması. Bu işi yapacak olanların, şaşı, topal, sağır, görme gibi engeli bulunmaması gerekmektedir gibi söylem ya da hatta yönetmelikler buna örnek teşkil eder.
İkinci bir yöntem ise dilde gizlidir. Kirk ve Okazawa-Rey burada dilin kullanımında baskın gurubun üzerinden ast gurubun tanımlanmasından bahsediyor. Örneğin azınlık demek bile o guruba ait olanların bir çoğunluk, yani baskın guruba göre daha eksik olduğunu ifade ediyor. Yazarlar, beyaz olmayanlar "none-white" örneğini vermişler ve bunu beyaz olmayanların hepsinin beyazın tersi, yani aslolan tanımına uymayan olarak tanımlamışlar. Benim aklıma gelen örnek şöyle; gör-meyen dediğimizde görmek baskın özellik olarak görülüyor ve "meyen" kısmı bir eksiklik olarak kelimeye ekleniyor. Yani körleri gören olmayan olarak tanımlıyoruz kör olmak yerine. Engin’in 2015 NFB Kongresindeki bir konuşmadan aktardığı gibi, "Ben bozulmuş bir gören değilim, ben körüm."
Kirk ve Okazawa-Rey üçüncü bir yöntem olarak ast gurubu basmakalıp yargılarla değerlendirmeyi, ezen ve ezilen ilişkisinin sürdürülmesinde kullanılan bir diğer yöntem olarak öne sürüyor. İnsanları basmakalıp yargılara sokmayı, basit bir durumu bütün bir guruba genelleyip tüm gurup üyelerinin de bu basmakalıba uyduğunu var saymak olarak tanımlayabiliriz. Basmakalıp yargılar hem psikolojik hem de davranışsal özelliklerden oluşabilir; aksi yönde kanıt olmasına rağmen değişmeyen ve kişilerin başka kişilerle ilgili değil de, kişilerin başka guruplarla ilgili yargılarıdır. Buna, körler matematik yapamaz, Osmanlıca öğrenemez, yemek pişiremez, kendi başına hayatını sürdüremez, engelli kadınların cinsellikleri yoktur, lezbiyenler erkeklerden nefret eder, şişmanlar çok cana yakın ve komiktirler gibi örnekler verilebilir.
Kirk ve Okazawa-Rey tarafından öne sürülen son yöntem ise olağan dışı kılma ve romantikleştirme. Yazarlar bu tip ayrıştırmanın özellikle sinsi olduğunu vurguluyor. Bu iki tip başkalaştırmada yüzeyde görünen bir olumlu atıf vardır. Örneğin, körlerin hafızası çok kuvvetli, sesleri çok güzel, hepsi doğaları gereği iyi ve mazlum. Bu tip bakış açısı bence herkes için de, herkes gibi olmak için en büyük engellerden biri. Ötekileştirme sevimli bir kılıfın içinde sunuluyor size. Yazarlara göre bu tarz ayrıştırma yüzünden belli bir guruptaki insanların aslında kim olduklarını göremiyoruz. Yani körlerin kimisi çoook başarılıdır ve bağımsızdır, kimisi asalak ve acınası, çoğunluğu da bu ikisi arasında bir yerlerdedir. Birinin asalak olması benim de öyle olmam gerektiği anlamına gelmiyor, ya da benim bir şeyleri başarmam başka bir körün de başaracağını göstermiyor. Benim başarılı olmam körlerin de başarılı olabileceğini gösteriyor. Yani özetle bu körlerin de iyisi var kötüsü var, başarılısı var başarısızı var, dürüstü var dolandırıcısı var, aptalı var, zekisi var, suçlusu var, masumu var. Yani ortalama bir gurup insanda olan tüm çeşitlilik bu körlerde de var.
Bana göre toplumdaki yapısal eşitsizliği sürdürmede kullanılan bir yöntem daha var, ben buna olumlu inkâr diyeceğim. Bu da sinsi bir inkâr yöntemi. Bu sefer insanlar sahip oldukları önyargıyla başa çıkabilmek ya da bir şeyin varlığını inkâr etmek için ezilen gurubu sözde ya da gerçekten temsil eden birini bulup, ezilen gurubun gerçekliğini tanımayı inkâr ediyor. Örneğin, Amerika’nın başkanı siyah diye Amerika’da ırkçılık yok. Ya da engelliler milletvekili oluyor diye çalışma ya da yaşama katılma ile ilgili bir sıkıntıları yok. Yani o kişi var olan bir sorunu tanımıyor, böylece davranışsal ya da vicdani sorumluluk almıyor.
Toplumda ki kimliklerinizin hangileri ezen hangileri ezilen diye bir düşünün bakalım ne bulacaksınız? Ezen rolünüzü sürdürmek için yukarıdaki yöntemlerden hangisini ya da hangilerini bilinçli ya da farkında olmadan kullanıyorsunuz? Eğer değişim istiyorsak bizi ezenlere karşı direnmeliyiz ama bir yandan da kimlere göre baskın olduğumuzu ve bu edinilmemiş üstünlüğümüzü nasıl kullandığımızı irdelemeliyiz. Parçası olduğumuz ve sürdürülmesine katkıda bulunduğumuz yapısal eşitsizlikler var mı? Ne dersiniz?
Kaynakça
Kirk, G., and Okazawa-Rey., M. (2013). "Identities and social locations: Who am I? Who are my people." Readings for diversity and social justice. 9-15.
Tatum, B., D. (2013). "The complexity of identity: Who am I." Readings for diversity and social justice. 6-9.