Toplam Okunma 0

Kasım ayı içerisinde Amerika Birleşik Devletleri’ne kısa bir seyahat gerçekleştireceğim. Bir taraftan çok uzun bir süre uçakta, aynı mekânda olacak olmanın yarattığı endişe, bir taraftan pasaport ve vize işlemleri için gereken ıvır zıvır onlarca evrakı hazırlamak zorunda olmanın sıkıcılığı…

Bir yerden başlamak lazım deyip süresi biten pasaportumun yerine yeni bir pasaport çıkarmak için iş yerime yakın olan Emniyet Müdürlüğü’nden randevu aldım. Emniyet Müdürlüğü’nü bulma, merdivenlerden inme, parmak izi verme, merdivenlerden çıkma, pasaport başvurusu yapma, Emniyet Müdürlüğü’nden ayrılma süreçlerinin hepsinde, yolda izde sağda solda ve de devlet dairelerinde karşılaştığımız olağan pek çok hal ve harekete maruz kaldım. Aslında o kadar alıştım ki ittirilip kaktırılarak merdivenlerden indirilmelere, bastondan tutup çekilmelere, sol sol sol doğru git doğru git laflarına; ama hala her karşılaştığımda yadırgıyorum, sinirlerime hâkim olmaya çalışıyorum, elimdeki bastonu tutup çektiren kişinin kafasında aynı bastonu kırmayıp hala, “Siz o bastonu o şekilde tutarsanız, ben bastonumu kullanamam…” gibi açıklamaları kibarca yapmaya çalışıyorum. Ama bu sefer pasaport başvurusu yaparken öyle bir soruyla karşılaştım ki, aylar önce Ekşi Sözlük’te benzer bir vakanın yıllar önce Boğaziçi Üniversite’sinde yaşandığını duyup güler misin ağlar mısın sorusuna kahkaha atarım cevabını vermiştim. Başına gelince kahkaha atılmıyormuş, öyle kalakalıp “Tabii canım” deyiveriyormuşsun.

Önce Ekşi Sözlük’te okuduğum entry’de anlatılanı size aktarayım. Nüfus sayımının evlerde tek tek dolaşılarak yapıldığı dönemlerde Boğaziçi Üniversitesi’ne bir sayım memuru gelir. Tüm öğrencilere çeşitli demografik bilgiler sorar; görme engelli bir öğrenciye geldiğinde o demografik sorulara bir yenisi daha eklenir, “Okuma yazma biliyor musun?”… Rivayet edilene göre öğrenci ironik bir sesle hayır der ve okuma yazma bilmeyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olarak kayıtlara geçer.

Gelelim pasaport başvurusunda başıma gelene. Efendim ilk olarak tabii ki imza konusu olay oldu. Aslında imza atmamam gerekirmişmiş, ama bir önceki pasaport başvurumda imza atmışmışım, bu sebeple bu sefer de imza atacakmışmışım. Tüm bu tartışmalar sırasında, benim “İmza atabilirim.” cümlemin hiçbir önemi olmuyor tabii. Neyse imzamı attım, imzam bir adet çizginin üzerine gelmiş, tekrar atmam gerekti. Görevli parmaklarıyla imza atmam gereken yeri çerçeveledi ve imzamı ikinci denemede akıl dolu kurallara uygun bir şekilde atmış oldum.

Sonra birkaç soru sordu, sorulardan biri “Öğrenci misin?” idi, cevabım “Yüksek lisans öğrencisiyim; ama bir taraftan çalışıyorum da.” idi. Zaten benim ayrıntılı bilgi vermemi gerektirmeyecek kadar önemsiz bir soruymuş ki görevli, “Neyse, öğrenci olarak kalsın.” deyip konuyu geçti. Hemen sonrasındaki soruyu tahmin edin desem, yukarıda anlattığım olayı hatırlayıp, “Okuryazar mısın?” olduğunu çoğunuz aklından geçirir; ama yok artık diyerek başka bir yanıt bulmaya çalışır sanıyorum.

Anlaşılan o ki yüksek lisans öğrencisi olmamın ve okuryazar olduğumu belli eden başka herhangi bir özelliğimin hiçbir önemi yok görevli için. Neticede ben elinde bastonla ve bir başka görevlinin çekiştirmesi sonucu mekâna girmiş, ilk denemede imzasını pek kıymetli çizginin üzerine taşırmış, ancak çok yetenekli görevlinin parmaklarıyla imza atılacak yeri çerçevelemesi sonucu imzasını yalapşap atabilmiş, birazdan bir başka memurun ittirip kaktırmasıyla mekândan çıkacak, evine dönerken toplu taşıma araçlarını bedava kullanacak, toplu taşıma araçlarında kendisine yer verilecek, zamanında da üniversite sınavına filan girmeden üniversite kazanmış, üniversiteden sınavlara girmeden mezun olmuş, devletten her ay binlerce lira maaş alan, hava bedava su bedava yaşayan bir engelliyim. Tavırların, konuşma tarzının, giyim kuşamın, diplomaların; yani normalde diğer insanları değerlendirirken müsrif müsrif kullanılıp önyargının dibine vurulan hiçbir ayrıntının önemi kalmıyor engelliler değerlendirilirken. Çok yetenekli bir müzisyen ya da dolu dolu bir CV’ye sahip veyahut da iyi üniversitelerden başarıyla mezun olmuş olmanın, işini çok iyi yapan bir avukat veya çok güzel bir kadın olmanın, çok iyi yüzüyor ya da çok iyi İngilizce konuşuyor yahut da çok iyi yemek yapıyor olmanın, falanların feşmekanların yeri çoğunlukla engelli olmanın arkalarında bir yerlerde bizim buralarda. O özellikler bir adım öne çıkmaya görsün, hemen başına kocaman bir “engelli olduğu halde” ekleniveriyor.

Burada Latin Alfabesi yazamıyor/okuyamıyor olmam sebebiyle böyle bir soru sorulduğunu düşünenler olabilir. Bu mantıkla bir Japon da sadece Latin Alfabesi bilmiyor diye okuryazar olarak kabul edilmemeli. Mühendis olduğunu söyleyen bir Japon’a okuma yazma bilip bilmediği de mutlaka sorulmalı mesela.

Yazımın sonunu bilgi vererek kapatayım. Görme engellilerin büyük çoğunluğu Braille Alfabesi bilir, bu alfabeyi kullanıyor olmaları Latin Alfabesini bilmedikleri anlamına gelmediği gibi, Latin Alfabesi bilmeyip sadece Braille Alfabesi biliyor olmaları da okuryazar olmadıkları anlamına gelmez. Akıllı telefonlarda dahi Braille yazı kullanabildiğimiz şu günlerde, birkaç on yıl öncesinin müfredatını takip ediyor olmamız şaşırtıcı mı, değil.

Son olarak bu tarz olayların alfabe farklılığından değil, artık bayatlamış engelliye bakış açısından kaynaklandığını biliyoruz. Hep diyoruz yine diyoruz, kör arkadaşım al şu bastonunu aç şu bastonunu çık dışarı, daha da görünür ol, toplum artık seni gördüğünde körlüğünü sıradanlaştırıp başka özelliklerine dikkat etmeye başlayıncaya kadar mücadelene devam et!


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.