Toplam Okunma 0

Bir insanın ya da bir toplumsal kesimin başına gelebilecek en büyük felaketlerden birisi kendi bakış açısını kaybetmesidir. Bu durum, söz konusu insan ya da grubun,  zamanla düşünme yetisini yitirmesine ve egemen zihniyetin düşünce kalıplarını kendi çıkarlarına uygun olmasa bile, sorgulamaksızın kabullenmesine yol açar. İlgili topluluk veya şahıs, artık kendisi gibi düşünmüyor, kendisine biçilmiş sınırlar içerisinde yaşıyor, o sınırları kabul etmeyenlere de tahammül edemiyordur. Böylesi bir durumdan tek karlı çıkan egemen zihniyettir. Hükmettiği insanların sorgulama yeteneği törpülendiği için hiçbir itirazla karşılaşmadan istediği her şeyi yaptırabilir. Bunun sonucunda, sorgulama yetisini kaybeden ve içinde bulundukları topluluğun çıkarlarını gözetebilme yetkinliğinden uzak olan insanlar zamanla kendine ve çevresine yabancılaşır. Bu girdabın içine girmiş toplumlarda yozlaşma, cehalet ve çürüme kaçınılmazdır. Muhataplarının düşünme ve sorgulama silahını elinden alan erk, o toplumun kendisinden hak talep etmesinin önüne geçer.

Yukarıda belirtmiş olduğum durum hiçbirimize yabancı gelmedi değil mi? Okumanın ve sorgulanmanın hoş karşılanmadığı bir coğrafyanın iki satır okumayan ama her şeyi en iyi bilen insanlarıyız. O nedenledir ki, bir bilirsek bin yanılırız. Adamlar okumamıza ve düşünmemize izin vermiyor ama bizim için düşünüyorlar sağ olsunlar. Onlar söylüyorsa doğrudur mantığıyla biz de sunulan zokayı yutuyoruz. Bu durum ironik sonuçlarla karşılaşmamıza yol açıyor. Örneğin, binlerce işçinin alın terini sömüren bir sermayedarı, “X iş adamı ne baba adam, o kadar insana ekmek kapısı açıyor.” diye kutsayabiliyoruz. Ya da ömrü boyunca gece gündüz çalışmak ve yoksulluk içerisinde yaşamak zorunda kalan bir emekçi herkes zengin mi olacak diyebiliyor. Erkek şiddetine maruz kalan bir kadın, birçok kadın tarafından suçlanabiliyor. Yani şiddetin kaynağı olan patriarka, şiddetin muhataplarınca meşrulaştırılabiliyor. Kısacası bir başkası bizim için düşünürse, bizim yararımıza düşünmüş olmuyor.

Peki, bu açıdan engelliler ne durumda? Daha önceki yazılarımızda belirtmiş olduğumuz üzere, bu toplumun bir parçası olan engelliler de doğal olarak toplumun zaaflarını ve hassasiyetlerini taşıyor. Kendisi gibi olamamanın en bariz örneklerini veren kesimlerden bir tanesi. Birçok engellinin bu konuda ki bakış açısı ön yargılı insanlardan çok farklı değil maalesef.  Toplum önyargısını meşrulaştırmak için kullanılan bahanelerden birisi de engellilik konusundaki bilgi yetersizliğidir. Hiçbir şekilde kabul edebileceğim bir mazeret değil ama bir kerelik kabul etmiş olayım. Peki engelli olma durumunu bizzat yaşayan, her konuda başarılı olan engellileri yakından tanıyanlara ne oluyor? Nasıl bir kendine yabancılaşmadır ki, bir engelli “engelliler için ayrı okul yapılmalı, bizi iş ve üniversiteye sınavsız almalılar, engelliler için ayrı lise olmalı, engelliler çalışmasın, zaten başarılı olamaz” diyebiliyor.

Evet, ben bu durumu kabul etmiyorum. İnsanlar kendi zihinlerine ve bedenlerine pranga vurabilirler. O beni ilgilendirmez. Herkesin düşüncesi ve bedeni kendisine aittir. Kendisini köleleştirmek istiyorsa, ona kimse karışamaz. Fakat bu saçma sapan önerileri, tüm engelliler adına ortaya atıp özgürce yaşamak isteyen insanların mücadelesini baltalayamaz. Gerçekten çok ilginç düşünce ve örneklerle karşılaşıyoruz. Uğradığımız bir ayrımcılık olayına tepki verdiğimizde birçok engellinin itirazıyla karşılaşabiliyoruz. “İnsanlar yardımcı olmak istiyordur, bizi hırçın tanımasınlar” gibi. İşte bu durumda, toplumun önyargılı bakış açısıyla, geri bir noktadan buluşmuş oluyoruz. Kendi iradesini hiçe sayıyor. Örnek verecek olursam. Bir arkadaşıma Appstore’dan uygulama alacaktık. Kredi kartı bilgilerinin tanımlı olmadığını gördüm. Kredi kartı bilgilerin gerekiyor dedim. Ben kredi kartı kullanmayı bıraktım dedi. Ben de güzel yapmışsın, kurtulmak gerek dedim. “Hayır onun için değil. Evdekiler, sen görmediğin için seni dolandırırlar diyerek kartımı aldılar” dedi. Bu duruma neden itiraz etmediğini sordum, kendisinin de aynı düşündüğünü söyledi. Düşünebiliyor musunuz? Yetişkin bir insan, en yakınları tarafından böyle bir ayrımcılığa maruz kalıyor ve bu ayrımcılığı kendisi de destekliyor. Kendi rahatı için, belli kurumlardan taleplerde bulunan bazı arkadaşlar, kişisel olarak faydalandıkları, engelli hakları mücadelesine hiçbir faydası olmayacak ve o kurumun ucuz reklam yapmasına neden olacak taleplerde bulunup, bunları da rahatça platformlarda duyurabiliyorlar. İşin sonunda: “Engelli dostu, A şahsiyetinden Allah razı olsun” denerek bu geri durum kutsanıyor.

Yukarıda örneklediğimiz şekilde düşünen arkadaşlar, önce zihinlerini resetlemeli. Sonra, kendi bakış açılarıyla olayları değerlendirmeyi öğrenmeli. Ben de toplumun nitelikli bir ferdiyim, eşit işlerde, engelsiz okullarda, tüm sosyal alanlarda, herkesle eşit olmalıyım diyebilmeli. Unutmamalıyız ki, zihinsel kölelik bedensel kölelikten daha kötüdür. Kölelerin, isyan etmeleri ve zincirlerini parçalamaları kaçınılmazdır. Fakat zihinsel kölelik, daha zor bir durumdur. Köleliğinin bilincine varabilmek için bile sorgulamak, araştırmak, okumak gerekiyor. Bilgi kaynaklarımıza sıkıca sarılmamız, onları kendimizden çok korumamız gerekiyor. Çünkü onlar zihnimize, kölelik zincirlerimizi parçalayacak olan balyozun, yani sorgulama yeteneğini yaratacak bilginin tohumlarını atacaklar. Yaşadığımız zihinsel kölelik o kadar korkutucu ki zihnimizi esaretten kurtaracak olan ışık kaynakları, bizim suskunluğumuz arasında duvarlar ardına gömülüyor. Ama hiçbir şey için geç kalmış değiliz. Unutmayalım en ufak bir sorgulama her şeyi değiştirebilir. Bedensel ve zihinsel köleliğin ortadan kalktığı günler dileğiyle.  

 

Not: Madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda dünyayı yaratan tüm işçi ve emekçilerin 1 Mayıs Birlik ve Mücadele gününü kutlarım.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.