Toplam Okunma 0

Sanat, bireyin hiçbir sınırlayıcı etken olmaksızın kendini ifade etme yolu olarak çok kıymetli bir araç. İnsanlık tarihinde çok eskilere dayanan sanat aktivitesi, bireyin özgür ifadesinde olduğu gibi iletişim için de sınırları kaldıran, özgürleştirici bir yöntem. Sanatın bu manadaki kıymeti özellikle son yıllarda travma terapilerinde kullanılması aracılığıyla çokça takdir edildi. Ülkemizde de özellikle Suriye savaşından sonra savaş mağduru göçmenlerin genellikle dil bilmedikleri için ikincil travmalar yaşadıklarına şahit olduk. Göçmenler iletişim sorunları nedeniyle travmanın içinde yaşamaya devam ettiler. Durum böyle olunca özellikle de göçmen çocukların kendilerini ifade edecekleri bir yöntem bulma çabasında sanat, özellikle resim, ritim ve drama alanları çokça başvurulan alanlar oldu.

Bu yazıda bahsetmek istediğim, ülkemizde engelli bireylerin özellikle görsel sanat faaliyetlerine erişim imkânları, bu imkanların halihazırdaki yetersizliğinin nedenleri ve olası iyileştirme yöntemleri. Özellikle ülkemizde engelli vatandaşların eğitimden iş olanaklarına, ulaşımdan teknolojiye birçok alanda erişilebilirlik sıkıntılarıyla yüz yüze olduklarını biliyoruz. Fakat benim bu yazıda sanatı ele almamın nedeni; sanatın aslı itibariyle engelleri ve kısıtlamaları kaldırıcı evrensel kimliği ile her bireyin erişimine açık olmayan engelleyici sanatsal üretim anlayışının zıtlığı. Bu yazıda hem erişilebilirlik meselesinin kaynağına dair düşüncelerimi hem de sanat alanında erişilebilirlik problemini ele alacağım.

Öncelikle, erişilebilirlik herhangi bir hizmetin ya da ürünün bireyin sahip olduğu özelliklerden bağımsız olarak, ulaşılabilir olmasıdır. Burada dikkat etmemiz gereken durum, bireylerin sağlık, yaş, cinsiyet gibi karakteristiklerinin aslında tamamen biyolojik olarak değil tersine daha çok sosyolojik olarak belirlenen durumlar olduğunu bilmektir. Oğuzhan Al’ın da EEEH Dergi’de yayınlanan Toplumsal Cinsiyet ve Engellilik adlı yazısında belirttiği gibi engellilik de cinsiyet gibi sadece biyolojik olarak tanımlayabileceğimiz bir durum değildir. Feminist literatürde karşımıza çıkan “toplumsal cinsiyet” kavramını iyi anlamak burada önemlidir. Toplumsal cinsiyet kavramıyla anlatılmak istenen; toplumda kadın ve erkek için biçilen rollerin farklılık göstermesinin biyolojik temellerle maruz gösterilmesine rağmen asıl temelinin toplumsal normlar olduğudur.

Bu kavramla aslında cinsiyetlerin olmasa da cinsiyetleri yaşama biçiminin sosyal ortam tarafından inşa edildiğini anlarız. Benzeri bir algıyı engellilik üzerinden kurmaya çalıştığımızda, aslında engelliliğin de biyolojik ve sosyal boyutlarının nasıl iç içe geçtiğini görürüz. Sosyal çevrenin engelliliğe karşı tavrının, engelliliğin biyolojik temelini olmasa da engelliliği yaşama biçimini, engelli bireylerin sosyal tecrübelerini ne kadar etkilediğini anlarız.

Toplumsal hayatı şekillendiren normları belirleyen toplumun kendisi olduğundan, bu normun dışında kalanlara eksik, yetersiz ya da anormal etiketlerini verme yetkisini de toplum kendisinde bulur. Oğuzhan Al’ın kelimeleriyle toplum: “Önce kendisi kişiyi eksik hale getiriyor daha sonra da kişinin eksikliğinden dolayı merhamet gösterip yardım ediyor.” Buradan anladığımız üzere, kadın ve engelli söyleminin benzeştiği bir diğer nokta da “merhamet gösterilen” taraf olmaktır. Toplumun devamlılığından ve yaşam kalitesinden emin olmak istediği vatandaş kesimini sağlıklı ve üretim mekanizmasına dâhil olan erkek bireyler olarak tanımlarsak eğer; kadınlar ve engelliler, yaşlılar ve çocuklar ile birlikte toplumun isteklerine cevap veremeyen fakat bu kesim tarafından merhamet gösterilen kesimi oluşturur.

Toplumun bireylere bakış açısını bu kadar önemli kılan, benim de bu konuya uzunca yer vermemin asıl sebebi; devletlerin yasalarının, toplumsal yargıların temelinde oluşturuluyor olmasıdır. Devletler yasalarını, eğitim, iş sahibi olma ve emeklilik haklarını çalışabilir durumdaki erkek vatandaşlara hitap edecek şekilde tanımlarlar. Durum böyle olunca, bu kesimin dışında kalan bireyler için ek yasalar, yasa iyileştirmeleri denenir. Bu şekilde hak tanımlamaları yapmak, hak talep eden bu grupların yararına sonuçlar doğursa da yasaların muhataplarındaki ikilik, yasaların kapsamlarını da etkiler. Evrensel hak ve özgürlük tanımları yapamayan yasalar, ek yasalarla ikilikleri beslemekten ileri gidemiyor. Çalışan erkek kesimin ihtiyaçları, üretimde ve büyümede devamlılığı sağlamak için devlet tarafından onaylanıp güvence altına alınırken diğer kesimler bu haklara erişebilmek için tek tek gruplar halinde hak talebinde bulunmak zorunda kalıyor.

Bunun yanında devletlerin gelenekleri ve toplumların yapıları ayrımcılığa uğrayan hassas kesimlerin belirlenmesinde ve ihtiyaçlarına cevap verilmesinde etkili oluyor. Örneğin Türkiye’de engelli hakları, engelli hareketinin sesini duyurabilmeye başlamasıyla taleplere cevap verme şeklinde oluşuyor ve genişletiliyorken; eşcinsel grupların hak taleplerine devlet makamlarınca benzer cevaplar üretilmiyor.

Bu kısma kadar bahsettiğimiz hakların belirleyicisi olarak devletin tekilliği ve hak tanımlarındaki ikicilik, aslında insanların içinde bulundukları koşullara göre haklara ve özgürlüklere erişebilirliklerinin ne kadar da kendilerinin dışında belirlendiğini gözler önüne sermesi açısından önemlidir. Buradan çıkarmak istediğimiz anlayış, aslında erişilebilirliğin kişinin engelinden mütevellit değil; içinde bulunduğu sosyal çevrenin kişinin engelliliğine bakışı ve onun yaşam haklarını algılayışı tarafından belirlendiğidir. Bu durum demokrasi toplumlarında, ayrımcılığa uğrayan, eşit hak tanımları yapılmayan bu grupların haklara erişim için bireysel ya da örgütlü direnişleriyle sonuçlanır.

Engel mi Karakteristik mi?

 

Kenneth Jernigan’ın Future Reflections dergisinde yayınlanan yazısında bahsettiği gibi günümüz toplumunun en büyük şansı karar alma mekanizmasının halkın elinde olmasıdır. Aslında engellilik hareketi diğer vatandaşlara bunu hatırlatması açısından da kıymetlidir. Erişim hakları için mücadele etmekten geri kalmayan bu topluluk, kendileri gibi hakları kendileri dışında tanımlanan diğer birçok grup için ilham kaynağıdır.

Jernigan’ın yazısında dikkat çekmemiz gereken bir diğer kısım da özelde körlüğün ve genelde engelliliğin psikolojik bir sakatlık ya da ölüm olmadığı, kişilik parçalanmasıyla sonuçlanmak zorunda olmadığıdır. Jernigan’a göre engelli haklarının ve engellilere sunulan hizmetlerin yetersizliği ve ihtiyaçlara cevap vermiyor oluşu temelde toplumda yaygınca kabul gören bu algıdan kaynaklanmaktadır. Yazara göre hayati olan, engelliliğe bir karakteristik gözüyle bakmaktır. Yaşlılık, gençlik, sağlıklılık ya da cinsiyet gibi bir karakteristik gözüyle baktığımızda aslında engelliliğin getirdiği sınırlılıkların diğer bütün karakteristiklerin getirdiği sınırlılıklardan fazla olmadığını görürüz.

Fakat toplumdaki genel algı, bunun tam tersine körlüğün diğer karakteristiklerin yanında çok daha belirleyici ve kişinin imkânlarını çok daha kısıtlayıcı bir özellik olduğudur. Bu durum, iş başvurularında ve eğitim olanaklarının belirlenmesinde sonuçlarını gösterir. İşverenlerin bu yanlış algı nedeniyle engelli vatandaşları vasıflarına bakmaksızın devletin zorunlu tuttuğu saatleri dolduracak şekilde niteliksiz işlere kabul ettiğine şahit oluruz.

İş bulma olanakları, eğitim alabilme imkânları gibi zaruretlerin yanında bu yazının konusunu oluşturan engelli bireylerin sanat eserlerine erişiminde karşılaştıkları engeller bu algıyla baktığımızda yine engellilerin ihtiyaçlarını belirleyenin toplumun geneli olduğunu görürüz. Ülkemizde bu zamana kadar piyasaya çıkan filmlerde sesli betimleme yapılmamış olması, bu ihtiyacın 2010’dan bu yana gönüllü bir dernek tarafından karşılanmaya çalışılması bunun en açık göstergesidir.

Sesli Betimleme Derneği bu alandaki büyük eksikliği kapatma çabasıyla 2010 yılında kurulmuştur. Derneğin temelleri ise 2006 yılında Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam film merkezinde başlayan sesli betimleme çalışmalarıyla atılmıştır. Gönüllülük ilkesiyle bir araya gelen üniversite öğrencileri öncelikle yurt dışında bu alanda yapılan çalışmaları incelemiş daha sonra ülkemizde uygulamaya çalışmıştır. Bu minvalde günümüzde de devam eden çalışmalar film ve dizilerin sesli betimlemesi yanında sessiz görsel sanata dair çalışmaları da kapsamaktadır. Betimlenen filmlere dair görme engelli muhataplarından aldıkları geri dönüşlere binaen gönüllüler önce film afişlerini sesli betimlemeye başladılar. Şimdi ise derneğin sitesinde yer alan betimleme kumbarası, ülkenin farklı yerlerinden çalışmalarını sürdüren gönüllülerce betimlenmiş tablolar, karikatürler, logolar, capsler gibi çalışmalarla dolu.

Derneğin çalışmalarıyla şimdiye kadar yaklaşık 300 filmin sesli betimlemesi yapılmış. Fakat sadece 2011 – 2014 yılları arasında ülkemizde 900’den fazla filmin gösterime girdiği düşünülürse, gönüllü çalışmaların bu amaçta taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışmaktan farksız olduğunu anlamak zor değildir.

Görme engellilerin görsel sanat eserlerine erişim engelinin kaldırılmasında yapılabileceklerden, olası çözüm önerilerinden bahsetmeye başlarsak, büyük çaplı değişikliklere gelmeden önce bireysel farkındalıklar oluşturmanın da bu minvalde çok önemli olduğuna inanıyorum. Yazının başında bahsettiğimiz gibi yasaları çıkaran devletlerin zihniyetlerini toplumun kendisi belirlediği gibi toplumun yargılarını da etkilemek ya da değiştirmek için bireysel farkındalıklara ihtiyacımız olduğunu görürüz.

Çözüm Önerileri

 

Kendi kişisel deneyimimden yola çıkarak söylemem gerekir ki; beş yıldır her gün görme engelli arkadaşlarımla aynı okulda okuyor olmama rağmen Sesli Betimleme Derneği için yaptığım gönüllü çalışmaya kadar görme engelli bir bireyin erişebildikleri ve erişemediklerine yakından bakma, bu konu üzerine düşünme ihtiyacı hissetmemiştim. Bu açıdan Living with Disabilities (Engellilikle Yaşamak) gibi derslerin başka üniversitelerde de verilmeye başlanması en azından üniversite öğrencilerinde bu bilincin geliştirilmesine katkı sağlaması açısından önemlidir. Üniversiteye kadar engelli arkadaşlarıyla aynı sınıflarda eğitim alma imkânı olmamış, dolayısıyla engellilikle alakalı algıları mitlerden öteye gitmeyen biz gençlerin de böyle bir algıya geç de olsa kavuşması açısından bu dersin yaygınlaşmasının ve ders kapsamında gençlerin bu ve benzeri gönüllü faaliyetlere katılmasının çok hayati öneme sahip olduğunu düşünüyorum.

Fakat tabi ki unutmamak gerekir ki vatandaşlarının ’si engelli olan Türkiye gibi bir ülkede erişilebilirlik problemlerinin çözümünde asıl olan devlet eliyle büyük çaplı değişikliklere gidebilmektir. Sesli Betimleme Derneği’nin de nihai hedef olarak belirlediği Sesli Betimleme Yasası’nın çıkması bu konuda çözümün sağlanmasının aslına bakılırsa tek yoludur. Bu yasayla hedeflenen, aslında Avrupa ülkelerinde çoktan yürürlüğe girmiş olan gösterime giren her DVD’nin sesli ve yazılı betimleme ve işaret dili tercüme seçeneklerinin bulunmasıdır. Böylece görme ve işitme engelli vatandaşlar da film kültürlerini gönüllü faaliyetlerle şimdiye kadar erişim engelleri kaldırılmış filmlerle sınırlı tutmak zorunda kalmayacaklar ve bireysel farklılıklardan bağımsız olarak her bireyin her esere eş zamanlı ve eşit erişimi sağlanmış olacaktır.

Burada erişilebilirlikle alakalı dikkat etmemiz gereken bir diğer önemli nokta da zaman meselesidir. Gösterime giren her filmin sesli, yazılı betimleme ve işaret dili tercümeleriyle birlikte sunulması, tüm görme ve işitme engelli bireylerin görsel ve işitsel sanat eserlerine herkesle eş zamanlı olarak erişimini de sağlayacaktır. Sesli Betimleme Derneği’nce seslendirilen filmler her ne kadar engellerinden arındırılıyorsa da filmlere eş zamanlı erişim engeli ortadan kalkmıyor, dolayısıyla eşit erişim hakkı sağlanmış olamıyor.

Her filmin piyasaya sunulmadan önce seslendirilmesi demek sesli betimleme uzmanlarına duyulan ihtiyaç da demektir tabi ki. Bu manada günümüz şartlarında bu mesleği devam ettiren Emine Kolivar gibi isimlerin çoğalması, ülkemizde bu alanda profesyonelleşmiş isimlerin artması üretim sıkıntısı yaşanmaması için çok önemlidir.  Bu minvalde bu güne kadar Sesli Betimleme Derneği üyeleri hem yurt dışında eğitimlere katılmış hem de yurt içinde eğitimler vermişlerdir. Fakat sesli betimleme eğitiminin temellendirilip yaygınlaştırılması, yasanın çıkışından sonra çok önemli bir ihtiyaç olacaktır.

Sonuç olarak, erişilebilirlik problemi bireysel engellerin kimliğinden ziyade toplumun engelli vatandaşların yapmaya muktedir oldukları şeyler ve ihtiyaçlarına dair algılarından kaynaklanmaktadır. Bu durum iş sahibi olmaktan sanatsal faaliyetlere aktif katılıma kadar birçok alanda kendini göstermektedir. Görsel ve işitsel sanata eşit erişim konusunda gönüllü faaliyetler ve birkaç kanalın engelsiz erişim imkânı sağlaması dışında ülkemizde devlet eliyle yapılan büyük çaplı çalışmalar görülmemektedir. Bu problemin kesin çözümü ise Sesli Betimleme Yasası ile her çıkan DVD’ye engelsiz erişim sağlanmasıdır.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.