Merhaba değerli okurlar. 6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta art arda yaşadığımız iki büyük depremin acısını unutmak mümkün değil. Hala beslenme, barınma, temizlik, sağlık gibi birçok temel ihtiyacın karşılanmasında ciddi sorunlar yaşanmaya devam ediyor. Eğitimi zaten hiç konuşan yok. Hala açılmayan bir sürü okul var. Yani çözülmemiş birçok sorun ortada duruyor. Ancak siyasetçilerimizin önünde çözülmeyi bekleyen tek sorun var ki o da “seçim.” Tüm bu olan bitenler, siyasetçilerin pek de gündeminde değil gibi duruyor. Bizlerse kilometrelerce uzaklardan “Daha fazla ne yapabiliriz” diye çırpınırken çaresizliğin verdiği derin üzüntüyü içimizde hissetmeye devam ediyoruz. Çünkü bulunduğumuz yerden yapabileceklerimizin sınırı var. Ben bu yazıda depremi yaşayan görme engelli çocuklar bakımından süreci biraz değerlendirmek istiyorum. Ne de olsa devletin yeti farklılığı olan bireyleri dikkate alan bir politikasına henüz rastlayamadık. Bu nedenle, depremi yaşayan görme engelli çocuklar açısından deprem sonrası süreçte neler yaşanabileceği konusunda birkaç şeyi kısaca vurgulamak istiyorum.
Deprem herkes için tarifsiz bir afet. Ancak yıkımların fazla olması, afetin felakete dönüşmesine neden oluyor. Yıkılan binalar, parçalanan yollar, değişen koşullar görme engelli çocuklar bakımından süreci kat kat zorlaştırıyor. Önce çocuğun en güvenli ortamı, en bağımsız olduğu yer, evi kullanılmaz hale geliyor. Hiç bilmediği bir çadırda, hiç bilmediği bir yaşam biçimiyle tanışıyor. Bu görme engelli bir çocuk için sadece evini kaybetmek değil, aynı zamanda bağımsızlığını da yitirmek anlamına geliyor. Çünkü ev içinde güvenle ve bağımsızca hareket eden görme engelli çocuk, birdenbire tanımadığı bir ortamda buluyor kendini. Yaşadığı yer evine hiç benzemiyor, eşyalar bildiği eşyalar değil, bağımsızca oyun oynayacağı odası yok, gidip suyunu içeceği mutfağı yok, elini yıkayacağı banyosu yok, tuvaletini yapacağı tuvaleti yok. Diyeceksiniz ki “Bu dediklerin, depremi yaşayan tüm çocuklar için geçerli. Ne farkı var diğer çocukların yaşadıklarından?” Evet, diğer çocuklar için de aynı şeyler geçerli ancak görme engellilik söz konusu olduğunda, görme engelli çocuğun en temel becerisi olan bağımsız hareket becerisi de elinden gitmiş oluyor. Belki çadırın içinde, birkaç kişinin bir arada yaşadığı o küçücük alanda bile bir yetişkin desteğine ihtiyaç duyacak hareket etmek için. Ya da diğer çocuklar çadırın dışında akranlarıyla küçük de olsa oyunlar kurarken görme engelli çocuklar tanımadıkları bir ortamda, karmaşık bir düzende yeterince bağımsız olamadıklarından oyunun dışında kalacaklar. Yada belki gönüllü kişilerin çadır kentlerde çocuklara yönelik düzenledikleri etkinliklere katılım gösteremeyecekler, etkinlikler görme engelli çocuklar için de erişilebilir kılınmadığı için.
Bu ve bunun gibi birçok soru işareti kafamda dolaşırken iç sesimi dışa vurmak istedim bu yazımda. Merak ediyorum, acaba ne zaman yeti farklılığı olan çocuklar da akranlarıyla aynı anda eşit fırsatlara sahip olacak? Ne zaman erişilebilirliğin herkes için bir hak olduğu bir gerçek olarak kabul edilecek? Ne zaman tüm çocuklar bu ülkede özgürce gülüp oynayacak?
İnsan hayatının bu kadar ucuz sayılmadığı, her çocuğun eşit fırsatlara sahip olarak büyüdüğü, eşit eğitim olanaklarına kavuşabildiği bir dünyayı düşlüyorum. Hep diyoruz ya, “Hayaller yaklaşmakta olan gerçeklerin gölgeleridir” diye. Umarım hayallerimizin gerçekleşmesi yakındır.