Koşuyorum bir kalabalığın içerisinde. Nedensizce koşuyorum. Herkes koşuyor. Bir adım öne geçmek için olanca soluğumu harcıyorum. Herkes koşuyor. Herkesin soluğu bir diğerinin ensesinde. İstifleniyoruz otobüslere, plazalara, okullara. Dişlerimiz birbirimizin etinde. Koşuyoruz düşünmeden, soluklanmadan. Düşünmek karnı tokların, filozofların işi. Soluklanmanın yeri ise, kariyer ve ekmekten sonra geliyor. Modern çağ kölelerinin bir kısmı ekmekten çok, kariyeri için yaşıyor ve çalışıyor. Köleliğinin farkında bile değil. Bir kısmı ise, yani zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanlar, evinin kirasını, çocuğunun okul masrafını karşılamak zorunda olanlar. Yani yakası mavi, alınları terli olanlar. Hayatta kalmak için canhıraş çalışıyor. Yani, sahipsiz felsefenin ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yiyor. Ve bir anda bir şey sinsice gelip ciğerlerimize oturuyor. Soluğumuzu kesiyor. Dünyanın her yerinde. Genç, yaşlı, işli işsiz herkesi, hatta su başlarını tutanları bile. Bir anda yarı yarıya boşalıyor sokaklar. Hareketlilikten, durağanlığa düşüyoruz ve canımız acıyor. Yüksek bir tepeden düşmüşüz gibi, en sevdiğimiz şarkıyı dinlerken frekans karışıp çatık kaşlı adamların bağırtıları kulağımıza dolmuş gibi, en zirvede tökezlemek gibi, yıllarca çalıştığımız bir işi terk etmek gibi sarsılıyoruz. Ezberlerimizin ipleri kopuyor ve yelkenleri parçalanmış bir geminin, denizin ortasında kalması gibi kalıyoruz olduğumuz yerde. İlk, su başını tutanlar topluyor kendini. Kuruş eksilmesin diye kasalarından, çarkları dönebilsin diye sıraya diziyorlar nefes almaya ihtiyacı olanları. Doğadaki her şey onlara artı değer sağlamak için var olmuş gibi, kendilerine fayda sağlayacaklarını düşündüklerine öncelik tanıyorlar yaşam kavgasında. Milyonlarca emekçi, güvenceden yoksun çarkı döndürmek için çalışıyor ve “Gocuklu Celep” kaldırıyor sopasını. Yaşlılar ve göçmenler nefret suçlarıyla karşı karşıya kalıyor. Toplumda iş gücüne katkısı daha az olduğu düşünülenler, engelliler ve yaşlılar sürekli risk altında. Peki, ne yapmalı? Kimsenin soluk alma hakkını başkalarının insafına bırakamayız. Sevdiceğinin soluğunu, soluğunda hissetmek isteyen her sevgili için uyurken, anne babasının yüzüne dökülen soluğunu hisseden her çocuk için derin bir nefes alıp “Bugün de yaşadım” diyen her birey için yaşam hakkını savunmalıyız. Bu sabah sigara içmek için balkona çıktığımda, bahar kokusu ciğerlerime doldu. Kuş seslerini de duyunca istemsiz bir tebessüm belirdi yüzümde. Sonra, anlık mutluluğumdan utandım. İnsanlar çaresizlik ve acı içerisindeyken, duyduğum anlık mutluluktan utandım. Utancımıza utanç eklenmesin diye dayanışmalıyız. Birbirimizi hissetmeliyiz. Tüm emekçilerin ücretli izin, güvenceli çalışma ve ücretsiz erişilebilir sağlık hakkını savunmalıyız. Yaşlı, engelli ve göçmenlere yönelik ayrımcı davranışlara karşı çözüm önerileri geliştirmeliyiz. Kriz dönemlerinde tüm gereksinimlerimizi, erişilebilir olarak sağlamanın yollarını bulmalıyız. Düşünmemiz gereken çok şey, yürüyeceğimiz uzun bir yol var. Unutmayalım, bir gün bile yaşamak önemlidir. Yaşamı, yaşama hakkımızı ve güzelliklere dair umudumuzu koruyalım. Bir daha böyle yazılar kaleme almak zorunda kalmamak umuduyla, bu aylık veda ediyorum. Sevgiyle ve sağlıkla kalın.
Toplam Okunma 0
Yorumlar
Bu yazı için henüz yorum yok.