Toplam Okunma 0
Siyah beyaz bir fotoğraf; yakın planda bir adam ve arkasında karla kaplı alan var. Adamın üzerindeki kalın, fermuarı boynuna kadar çekilmiş, şapkası takılmış montun üzerinde de kar taneleri görüntüleniyor. Montun şapkasının içinde bir şapka daha mevcut. Adamın burnunun ucunu açık bırakacak şekilde takılmış alnını da kapatan büyük parlak camlı gözlükten belli belirsiz karla kaplı alanlar ve fotoğrafı çeken kişinin görüntüsü yansıyor. Adamın yüz  ifadesinden fotoğrafın çok sert havada çekildiği anlaşılıyor.

Burak Sarı:: Merhaba sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

 

Necdet Turhan:: Öncelikle söyleşi için teşekkür ederim. Zira gerek Engelsiz Erişim Derneği, gerekse EEEH Dergi Benim için önemli. Sizleri söylemleriniz, tarzınız ve engellilik olgusuna aydın yaklaşımlarınız için takdir ediyor ve kutluyorum. Bence Türkiye'de örnek gösterilebilecek bir model oluşturuyorsunuz.

Bana gelince, emekliyim, Bursa'da yaşıyorum. Yaklaşık on yıl önce Bursa Nilüfer Belediyesi Engelliler Birimi'nden emekli oldum. Ancak gönlümü emekli etmedim. Gerektiğinde eski iş yerime gidiyor, orada varsa ihtiyaç duyulan konularda yardımcı oluyorum. Bunun dışında Bursa'da ve diğer şehirlerde iletişimde olduğum görme engelli gençler var. Onlara da bilgisayar kullanımlarında ve yaşam pratiklerinde yardımcı olmaya çalışıyorum. Gerçi artık bilgisayar kullanmayı epeyce öğrendiler ve eskisi kadar Bana gereksinim duymuyorlar. Hatta bazen ihtiyacım olan güncel dijital konuları onlara Ben soruyorum. Gönüllülük yaşamımda, kapasitemce danışmanlık yaptığımı söyleyebilirim. Bana Bursa'dan ya da Bursa dışından ulaşan görme engellilere ve ailelerine ihtiyaçları doğrultusunda destek olmaya gayret ediyorum. Ayrıca Toplum Gönüllüleri Vakfı mütevelli heyet ve etik kurul üyesiyim. Orada olmamın temel sebebi de gençler. Bir miktar olsun gençlerin yaşamlarına katkı yapabilirsem ne mutlu Bana. Bazen de aldığım davetler vesilesiyle okullarda ya da kurumlarda konuşmalar yapıyor; yaşam felsefemden spor hayatımdan söz ediyorum.

 

B. S: Dağcılık serüveniniz nasıl başladı?

 

N. T: Ben 1994 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nden şeref öğrencisi olarak mezun oldum. Üniversite yıllarımda ODTÜ Dağcılık Kolunun etkinliklerine katılıyordum. Dağ serüvenim orada başladı. Yeri geldiğinde hep anlatırım, başlangıçta zor oldu tabi ki dağcılık koluna kabul edilmem. Malum sebeple, görme engelli olduğum için. Arkadaşlar çekiniyorlar dağlarda benim için risk almak istemiyorlardı. Bu nedenle ilk yıl iki faaliyet dışında diğerlerine gidemedim. Ancak ikinci yıldan başlayarak aşama aşama sorunlar çözüldü ve tekniğim ve kapasitem ortaya çıktı. Nihayetinde üç yıl düzenli olarak faaliyetlere katılmam sonucunda Kol tüzüğü uyarınca ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu onur üyeleri arasına seçildim. Bu da Benim için büyük mutluluk oldu tabi ki.

 

B. S: Bir kör olarak dağcılık sporunu tercih etmeniz çevrenizdekiler tarafından nasıl karşılandı?

 

N. T: Şaşkınlıkla karşılandı doğal olarak ve bu hep böyle devam etti. Başlangıçta ve sonrasında hep şaşırdılar bir kör olarak nasıl ve neden dağlara gittiğimi, gitmek istediğimi pek kavrayamadılar. Oysa Benim gençliğime hatta çocukluk yıllarıma değin uzanan bir geçmişim vardı dağlarda.

 

B. S: Nasıl bir geçmişti bu?

 

N. T Ben sonradan görme engelli oldum. Yirmili yaşlarımdaydım körlükle tanıştığımda. Öncesinde yani gördüğüm yıllarda dağlardaydım. Dağcı değildim ama oldukça tutkulu bir şekilde günlerim gecelerim Uludağ'da, Uludağ'ın derelerinde alabalık avlamakla geçiyordu. Derin bir tutkuymuş bu, yıllar sonra kör olmam sonrasında farkına vardım, algıladım bunu. Hiç abartmıyorum, çocukluğumu, gençliğimi geçirdiğim dağlar dereler âdeta mayam olmuş, oralarda kişiliğim karakterim oluşmuş, çok sevmişim, yüreğime almışım dağları doğayı. Tüm bunları T24 Haftalık'ta 

Kara Balıkçı

 başlıklı yazımda anlattım enine boyuna güzel bir yazıdır o. Dileyenler okuyabilir. Başka yazılarda var orada; T24 Haftalık'ta yani. Mesela "Denver dan Gelen Ses ve Colorado Anıları", "Ölümcül tırmanış Klemenjero" gibi… Bu geçmiş dolayısıyla dağlara, doğaya olan özlemim Beni ODTÜ Dağcılık Koluna taşıdı. Ve nihayetinde dağlara döndüm, yurt içinde ve yurt dışında birçok dağa tırmandım. Tırmanışlar deyince bilhassa yurt dışında yaptığım tırmanışlarda kılavuzum olan ODTÜ Dağcılık Kolu antrenörü Nevzat Öntaş'a buradan teşekkür ediyorum. Çok emek verdi dağlarda Bana, sağ olsun.

 

B. S: Dağcılıkta kaçıncı yılınız?

 

N. T: Şimdi şöyle, "Dağlarda kaçıncı yılım" diye bakarsak; elli yılı geçiyor. Teknik ve bilimsel manada Dağcılık olarak bakarsak, yani ODTÜ'den itibaren otuz yılı geçiyor. Fakat bir sporcu formasyonuyla yirmi beş yıl dağlarda olduğumu, dağcılık yaptığımı söylemeliyim. Beş Kıtada Beş maraton Beş Zirve projemi tamamladıktan sonra tırmanmayı ve koşmayı sağlık sorunlarım sebebiyle rölantiye aldım. Daha seçici davranıyorum dağlara gitmekte ve koşmakta. Zira motor yeteneklerimde gerilemeler oldu, bilhassa diz eklemlerimde sorunlar var. Yalnız yaşayan bir kör olarak elimin baston tutması, ayakta kalmam önemli ve gerekli. Gündelik işlerimi bağımsız olarak yapamazsam yaşam çok zorlaşacak. Son yıllarda şöyle bir söylemim var, bazen bu söylem duygusallık olarak nitelendiriliyor ve yanlış anlaşılabiliyor. Ama öyle değil.

 

B. S: nedir o söyleminiz?

 

N. T: "Bastonumdan başka kimsem yok." Ben böyle söylediğimde "çevren var, arkadaşların var" deniyor ama çevrem arkadaşlarım hep ikinci halkadalar. En mühim konu, yalnız yaşamını sürdürme çabasındaki bir kör olarak, Bastonumu tutacak fizik ve zihin kapasiteye sahip olmalıyım. Bu manada en yakın dostum bastonum oluyor ve bu manada bastonumdan başka kimsem yok.

 

B. S: Başlangıç sürecinde ve profesyonel dağcılık hayatınızda nasıl zorluklar ile karşılaştınız?

 

N. T: Zorluklar körler olarak hepimizin maruz kaldığı malum sorunlar, malum zorluklar. Önyargılar, ayrımcılık vb. yeri geldi beni dağlara götürmediler, yarışlara almak, göğüs numarası vermek istemediler. Spora başladığım yıllarda Görme Engelliler Spor Federasyonu kuruluş aşamasındaydı. Bana hitabeden atletizm etkinlikleri yoktu. Bu durumda klasmanım olmamasına karşın mecburen gören kişilerin yarıştığı organizasyonlara katılıyordum. O organizasyonlarda da sadece tekerlekli sandalyeli sporcular için klasman vardı. Çok sorunlar oldu ama inat ettim ve yıllarca görenlerin atletizm organizasyonlarına katıldım. Tanıdılar, kabullendiler Beni. Türkiye'de koşmadığım yarı maraton kalmadı, Balıkesir, Antalya, Trabzon, Bursa Tarihi Kent, Alanya Tarsus yarı maratonları ilk aklıma gelenler. Bunlardan Tarsus ve Antalya yarı maratonlarına düzenli olarak yıllarca katıldım. Sonra Avrasya Maratonu on beş km etabına 2000 yılından başlayarak her yıl düzenli olarak katılıyordum. Bu arada sosyal fayda oluşturmayı da hep önemsedim. Hatırladığım kadarıyla 2008 Ya da 2010 dan itibaren Adım Adım'ın gönüllü koşucuları arasında yer aldım. Değişik STK'lar için, değişik sosyal projeler için bağışlar topladım. Gönüllülük koşularımda çoğunlukla Adım Adım kurucularından Itır Erhard ve arkadaşı Gözde Uysal kılavuzum oldular. Tabii kılavuzum olan başka arkadaşlarda var; Özlem Duygu, Yasemin Göktaş, Esra Karaosmanoğlu gibi. Anımsayamadıklarım için özür dilerim. Sonra spor pirimiz Safter kartoğolu… 2002 New York Maratonu'nda tanıştığım Safter Abi'de birçok koşuda kılavuzluk yaptı Bana, spor idolüm oldu. Safter Abi şu an 96 yaşında. Teşvikiye'de kızı can Kartoğlu'yla yaşıyor. 

11. Beyaz Baston ve Erişilebilirlik Festivali

ardından Safter Abiyi Teşvikiye'deki evlerinde ziyaret ettim. Geçmiş yılların güzel anılarını tazeledik birlikte. Maşallah, nazar değmesin maratonların ihtiyar delikanlısı bir çınar gibi hala ayakta. Maratonları anlatıyordum, 42 km etapları hep yurt dışında koştum. Nasıl dağları çok sevdiysem atletizm organizasyon ve parkurlarını da çok sevdim. Oraların coşkusu heyecanı yüksek volümlü müzikleri hep cezbetmiştir Beni. Oraların sinerjisi bambaşka. Örneğin ilk yurt dışı maratonum olan 2002 New York Maratonu başlangıcında yüzlerce koşucu var ve amfilerden yayılan yüksek volümlü sesiyle Frank Sinatra uğurluyor Sizi, "New York, New York" şarkısıyla. O muhteşem çıkışı hiç unutamam, aradan yirmi yılı aşkın bir süre geçmesine karşın.

Ayrımcılık dedim, göğüs numaram verilmedi yarışlara alınmak istenmedim, dağlara götürülmek istenmedim Ama sorunlar yaşadığım o yarışlarda da koştum, engellenmek istendiğim Ağrı Dağı'na daha sonra iki kez tırmandım. Konu uzayacak ancak bunlardan kısaca söz etmek istiyorum. Trabzon yarı Maratonu'na almak istemiyorlar Beni ve bunu net olarak da Bana söylüyorlar. Körsün diyorlar, başına bir iş gelir, senin sorumluluğunu alamayız diyorlar. Ve kaydım yapılmıyor yarışa. Ancak atletizm alanında pek yenide sayılmam o yıllar. Beni atletizm camiasından tanıyan önemli isimler var, örneğin Münir yaraş. Münir Yaraş'ı aradım ve durumu anlattım. Sorun çözüldü. Asıl ifade etmek istediğim ayrımcılık olayı Beni hiç dağda görmediği hâlde sırf görme engelli oluşum sebebiyle Ağrı tırmanışımı engelleyen spordan sorumlu devlet bakanı. Dağcılık Federasyonu ile Aürı tırmanışı yapmak istiyorum, dönemin federasyon başkanı temkinli olmakla birlikte tırmanış talebime pozitif bakıyor. Zira Beni tanıyor, dağdaki performansımı biliyor. Birlikte olduğumuz Dağcılık Federasyonu kurucu başkanı Latif Osman Çıkıgil tırmanışı var. Dağlardaki kapasitemi o tırmanıştan biliyor. Fakat Benim federasyonla Ağrı tırmanışı yapmak istediğimi duyan spordan sorumlu Bakan dağcılığımdan pratik anlamda bihaber olmasına rağmen "Olmaz" diyor ve engelliyor Beni. Bunu örenmem sonrası özel kalemi ile "Niye böyle yapıyorsunuz, dağda beni hiç görmediniz ki" Diye mektup gönderdim. Telefonla beni aradı hemen. Ben anlatıyorum o anlamak istemiyor. Sadece kör oluşum üzerinden bakıyor Bana. Fakat bir kör olarak kapasitem nedir, hangi dağlara gitmişim, nasıl dağcılık yapıyorum hiç önemsemiyor. Onun ayrımcılık projeksiyonuna bunlar girmiyor çünkü. İşin üzücü yanı beni anlamak istemiyor, anlattıklarıma kulak vermiyor. Sabitlemiş kendini… nihayetinde sonuç alamıyor Sn. Bakanı ikna edemiyorum ve o yıl Dağcılık Federasyonu'yla birlikte Ağrı'ya gidemedim. "Sağlık olsun" dedim. Ancak vazgeçmedim de. 2000 ve 2002 yıllarında iki tırmanışım oldu Ağrı'ya. İlkinde 4500 metreye kadar yükseldim. İkincisinde de çok sert koşullarda Nevzat Öntaş liderliğinde ODTÜ'lü arkadaşlarla zirve yaptım.

 

B. S: Kör bir dağcı olarak geliştirdiğiniz alternatif yöntemler ve kullandığınız araçlar nelerdir?

 

N. T: Deneyerek iki baton, bir çan olarak adlandırdığım tarzı buldum. Bu benim dağlardaki en temel tekniğim oldu. Bu teknik tesadüfen Ilgaz Dağı'nda bir arkadaşın karda çıkardığı ayak seslerini takip etmem sonucunda ortaya çıktı. Orada, kamp çevresindeki düzlük, eğimli bölgede karda çıkan ayak seslerini takip etmiştim ve elimde ormandan kırılmış bir odun vardı. Baton gibi onu kullanmıştım. Ancak kampı söktükten sonra Kastamonu asfaltına inerken karların eridiği çamurlu yerlerde önümde giden arkadaşın ayak seslerini takip edemedim. Sonra her yerde duyabileceğim çan sesi peşinden gitmemin ve iki baton kullanmamın daha pratik ve yararlı olacağını düşündüm ve öyle yaptım. İlk Bey Dağları geçişinde kullandım bu yöntemi. Yılları unutuyorum, 1993 ya da 1994 olabilir. ODTÜ Dağcılık Kolunun bir ekspedisyon etkinliğiydi, bir hafta süren. Bey dağlarının bir tarafından başlayıp en son Tahtalı Zirvesi'ne ulaşıyor ve diğer tarafına, yani güney tarafına Antalya Kemer sahillerine iniyorsunuz. Bu etkinlikteki ekip sorumlumuz Burçin Didinedin ve Teknik sorumlumuz Mete hacaloğlu'na buradan sevgilerimi gönderiyorum. Sonraki yıllarda iki kez daha geçtim Bey Dağlarını. Bunlar Antalya Saklı Kent'ten başlamıştı. İlk geçişimdeyse Antalya Elmalı'dan girilmişti ekspedisyon rotasına. Bazı istisna rotalar dışında tırmanış kılavuzumun elinde tuttuğu ya da sırt çantasına astığı bir çandan yayılan sesi iki elimde iki baton takip ettim. Tabii bu takipte yukarı doğru tırmanışlar daha kolay oldu, inişler ise bir miktar daha riskli ve beceriyi gerektiriyor. Daha öncede söylediğim T24 haftalık yazılarımdan bilhassa "Denver'dan Gelen Ses ve Colorado Anıları" yazımda anlattım dağdaki tarzımı, tekniğimi.

 

B. S: Kör dağcı adaylarına neler önerirsiniz?

 

N. T: Dağların zirvelerine giden yollar eteklerinden başlıyor. Bu manada kör arkadaşlardan istekli olanlar önce doğaya çıkmayı, kamp yapmayı ve kolay rotalarda doğa yürüyüşlerine katılmayı başarmalılar. Yani öncelikle olması gereken kampçılık yapmayı örenmek, temel malzemeleri tanımak, kullanmak, ve risksiz geniş rahat patikalarda yaylalarda doğa yürüyüşleri gerçekleştirmek. Bu anlattığım doğaya çıkış biçimlerinden birisi ve her kör arkadaş işi bilen bir grupla bunu yapabilir. Bunu denemeliler. Eğer devamında risk barındıran doğaya çıkış biçimi olan dağcılık yapacaklarsa bunu süreç ortaya çıkartacaktır. Burada birçok faktör devreye giriyor. Kör dağcı adayı psikolojik ve fiziksel manada denge sahibi olmalı. Ben bu durumu "Self Balans" olarak adlandırıyorum. Anlatmak istediğimin özü şu; konuya ilk etapta dağcılık olarak değil de doğaya çıkmak olarak bakılmalı sürecin dağcılığa evrilip evrilmeyeceği zamanla ortaya çıkar. Benim içinde böyle oldu zaten. ODTÜ Dağcılık Kolunda önce Elma Dağ yürüyüşü ve Işık Dağı Kampı ile başlamıştım Bende. Tekrarlayacağım meraklı ve istekli olan her kör arkadaş doğaya çıkıp kamp yapabilir ve kolay rotalarda doğa yürüyüşlerine katılabilir. Sonra kaya tırmanışı da yapması mümkün. Üstten emniyet alınmış çok zorlu olmayan kaya duvarlarında yapabilir bunu. Kaya tırmanışlarını ayrıca farklı bir zamanda anlatmalıyım, uzun bir konu bu…

 

B. S: Aynı zamanda atletizm ile de uğraşıyorsunuz. Atletizm ve dağcılığın avantaj ve dezavantajları ne?

 

N. T: Dağcılık işin gerçeği zor bir alan ve performans gerektiriyor. Bu performansın altyapısı için atletizm yapmak, koşmak aerobik kapasiteyi artırmak hayli önemli. Bu manada Atletizm dağcılığı tamamlayan ona katkı yapan bir süreç. Makul bir şekilde yapıldığında da atletizmin hiç bir sakıncası yok. Tabii atletizm ciddi şekilde amaçlanıyorsa sağlık kontrolleri gerekiyor. Sonrasında da istikrarlı bir şekilde koşmak, programlı bir şekilde yarışlara hazırlanmak önemli.

 

B. S: Atletizm için önermek istediğiniz alternatif yöntemler var mı?

 

N. T: Artık herkesin bildiği gibi total bir körün koşma tekniği hayli basit, koşu klavuzuyla aralarında bir ip tutmaları ve bu ipin koordinasyonu ile koşması gerekiyor. Ben bu yöntemi hayli uzun bir süre sonra bulmuştum. 2005 yılında Japonya Körler Maratonu'na gittiğimde dünyanın dört bir yanından gelen körlerinde ip tutma tekniğiyle koştuklarını görmüştüm. Bu manada koşma tekniği basit ama kılavuz gerektiriyor. Ayrıca kör atlet malzeme bilgisine de sahip olmalı. Hangi ayakkabıyla koşacak, atletizm giysileri nasıl olacak vs. Bunlarda performans için önemli konular. Yukarıda doğaya çıkmaktan ve temel malzemeleri tanımaktan söz etmiştim. Bir sırt çantasını bile düzenlemenin ve taşımanın usulü var. Bunlar temel ve mühim konular. Nihayetinde temel bilgileri ve becerileri olmadan doğaya çıkmak ya da koşmak sorunlar getirebilir.

Ben bir uzun mesafe koşucusunun hangi ayakkabılarla, nasıl bir atlet ve şortla koşması gerektiğini New York Maratonu'nda yaşadığım sıkıntılar sonrasında örenmiştim.

 

B. S: Erişilebilir olmayan koşullar ve ön yargı engellilerin spor faaliyetlerine eşit katılım hakkını engelliyor. Bu sorunun çözümünde nasıl bir yol izlenmeli?

 

N. T: çözüm basit: vazgeçmemek ve mücadele etmek. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi eski bölüm başkanı ve Bana diplomamı veren değerli hocam Emeritus Prof. Raşit Kaya ile yaptığımız hemen her telefon görüşmesinde Raşit hocam Bana hep "Kendini kolla ama sakın vazgeçme" der. Yineleyeceğim çözüm vazgeçmemek ve mücadeleye devam etmek. Ancak mücadele öfkeyle değil de rasyonel ve örgütlü olarak yapılmalı. Aksi takdirde sonuç almak hayli zorlaşıyor ve kendimize zarar veriyoruz.

 

B. S: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 

N. T: Çok teşekkür ederim. Anlamlı bir söyleşi oldu Benim için. Geçmiş yıllara gittim, duygulandım. Herkese, hepinize sevgilerimi gönderiyorum.

 

B. S: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.