Toplam Okunma 0

Körlüğümü yüksek sesle kendime söylemeye başladığım yıllarda ve çevremde bu konuda bana yol gösterebilecek kimsecikler yokken, medyadan gördüğüm bir isimdi Metin Şentürk. O zamanlar toplumun körlüğe bakış açısını değiştirdiği için, hatta sırf bu yüzden, beğeniyordum kendisini. Müzik piyasasından hayatımıza girmişti ve ben tek bir şarkısını bile bilmiyordum neredeyse. Ancak insanlara görmediğimi söylediğimde kısa süreli bi duraksamadan sonra dudaklarında bir tebessümle Metin Şentürk'ten söz etmeleri hoşuma gidiyordu. Eski Türk filmlerinin içimize işleten zavallı kör algısını değiştiriyordu toplumun nazarında.

Aradan zaman geçti. Görmeyenler arasında çevrem hayli genişledi ve ben çok nitelikli insanlar tanıdım bu camiada. Sonraları Metin Şentürk'ün aslında sanatından ziyade, sadece körlüğüyle pirim yapan bir adam olduğunu çok daha net görebildim. Seksenler dizisinin yeniden yayımlanan bölümlerinde izlediğimiz ve Şentürk'ün canlandırdığı Ferit karakteri, bu yargımı daha da pekiştirdi. Nasıl mı?

İşin nasılına geçmeden önce buraya bir parantez açmak istiyorum sevgili okuyucu. Şahsen, engellilerin diziler, filmler ve hatta çizgi filmler aracılığıyla ama doğru bir bakış açısıyla hayatımızın içine sokulması, muhakkak olması gereken bir şey. Bu şekilde insanların bilinçaltına öylesine, doğal, normal şekilde oturtulabilir engellilik kavramı bana göre. Yıllar önce bir radyo sohbetinden dinlediğim ve aklımda kalan konuşmada Yabancı kaynaklı bir çizgi filmde, diğer tüm çocuklarla oynayan ve koşmak için sıraya girdiklerinde onlarla birlikte sıraya dizilen tekerlekli sandalyeli bir kız çocuğundan söz ediyordu.

Yine yıllar öncesi TRT'de yayımlanan “Kalabalık ve Mutlu” adıyla Türkçeye uyarlanmış bir Amerikan dizisi vardı. Baş roldeki rahip ve onun aile hayatı işleniyordu. Güzel bir diziydi ve hemen hemen her bölümünü seyretmiştik annemle. Orada ailenin büyük oğlunun sevgilisi sağırdı. İşaret diliyle konuşuyordu. Öylesine olduğu gibi hayatın içinden veriliyordu ki.

Bu bağlamda her gün yayımlanan ve ciddi bir izleyici kitlesi olan Seksenler dizisinde, kör bir karakterin yer bulması çok değerli. Üstelik bu kör, tek başına yaşayan, kendi işinin sahibi, küçük bir kasetçi dükkânı işletmecisi biri. Dilencilik yapıp birilerinin yardımıyla geçinmiyor. Son derece doğal bir şekilde insanlarla sohbet ediyor, kahveye gidip oyun dahi oynuyor. Bunların hepsi bana göre bir artı ancak bunları yaparken bir kör gibi değil de Engin Yılmaz deyimiyle sağlamcılık güdüsü altında kalıyor. Körlüğü, sadece insanların şaşkınlıklarına verdiği espri katmaya çalıştığı cevaplarda hissediliyor adeta.

Metin Şentürk'ü, diziye katıldığı yüz kırk dokuzuncu bölümden itibaren hemen hemen her gün seyrettim. Ancak size bu yazıyı yazmak için acaba ister istemez kaçırdığım bir şeyler olabilir mi diye düşünerek, ilk birkaç bölümü daha dikkatle tekrar izledim. Bende düşündürdüklerini ise, şu şekilde aktarabilirim sizlere.

Ferit, diziye ilk olarak mahallede bir nevi kadastrocular gibi etrafı haritalarken giriyor. Bu doğal olarak mahallelinin ilgisini çekiyor. Ancak kimse onu kör olarak bilmiyor ve elinde bir beyaz baston da olmadığı için anlamıyorlar. Ona, yanındaki gören eski çırağı Şevki tarafından adım hesabı yol tarif ediliyor. İşletmek üzere aldığı dükkânın içi de aynı şekilde Şevki tarafından betimleniyor.

Şevki: "Birkaç güne mallar gelir, temizliği de ben hallederim." diyor. Eğer amaç bir körü doğru tanıtmaksa kamuoyuna, temizliğini kendisinin yapması çok daha farkındalık oluşturmaya hizmet eden bir tavır olurdu bence. Gören eski çırak, yabancı olduğu ortamda ona yardımcı olmakla yetinebilirdi sadece diye düşünüyorum.

Çevreyi dolaşıp adım adım sayıyorlar ve etrafı, mesela pasaj içindeki dükkanları tek tek gören kişinin yardımıyla öğreniyor Ferit. Bu esnada ve sonrasında hiçbir bölümde kesinlikle onu elinde beyaz bastonu ile görmüyoruz.

Şevki elindeki kâğıda sokağın krokisini çıkarıyor. Muhtemelen, "Muhtemelen diyorum çünkü dizinin sesli betimlemesi olmadığı için olanı biteni repliklerden, efektlerden anlayabiliyorum." Şevki, kâğıttan; Ferit de hafızasından, çizdikleri haritanın üzerinden tekrar geçecekler ki öğrendiği çevre kafasında iyice pekişsin Ferit'in. Bu şekilde mahallenin haritasını düşünsel olarak çizip ona göre hareket ediyor. Böyle gizemli iki yabancının gelip etrafı detaylı incelemesi sonucu tüm mahalleli, onları define arayıcısı sanıyor.

Ferit, kendini önce bir kör olarak tanıtmıyor ve işi gizeme boğuyor. Dizi piyasasında her gün yayımlanan bir yapımda, konuların gereksiz uzatılması göz önüne alınacak olursa, bunu bir tık anlayabiliyorum ama... Ferit, dolambaçlı sözlerle lafı uzatıp duruyor ve kendini tanıtmayıp adeta çevresindekilerle eğleniyor. Mesela, karşısında duran polislere ki onların polis olduğunu resmi kıyafetlerini göremediğinden ve onlar da kendilerini görmediğini bilmediklerinden polis olarak tanıtmadıkları için iki taraf da karşısında oturanın kim olduğuna dair açık bilgi sahibi değil. Dolayısıyla, bu konuşmalara da yansıyor.

Bununla birlikte her şey meydana çıktığında, rahat rahat kör demelerini istiyor. Kör sözcüğünün ayıp olarak nitelenmesine karşı çıkıyor. Kendini Kör Ferit olarak tanımlıyor ve çevresindekilerden de bundan huzursuz olmamalarını istiyor.

Kendisinin de tıpkı diğerleri gibi o mahalleye geldiğini, orada ev tuttuğunu, yaşayacağını, dükkân açtığını, ekmeğini kazanmanın derdinde olduğunu ifade ediyor. “İnsanların gözüyle, kulağıyla, koluyla, bacağıyla ilgilenmeyin.” diyor. Önemli olanın insan olmak olduğunu söylüyor ve “İnsanların yüreğine bakın.” diyor.

Kahvedekiler, toplumun genelinin verdiği tepkiyi veriyorlar doğal olarak. Mesela, tanıştığı muhtarı, sesinden tanımasına şaşıyorlar. Bir de yürümesi dikkatlerini çekiyor. Tabii Ferit beyaz baston kullanmadığından, yolda yürüme biçimi ilgilerini çekiyor. "Bu, ne biçim kör, görüyo gibi gidiyo." serzenişinde bulunuyorlar. Yürüyüşünde hafif bir yaylanma varmış ama gidiyormuş, Kahveci Mesut'un söyleminden anladığımız kadarıyla.

İnsanları sesinden tanıyabilmesi, “O da, onun özelliği.” diyorlar mesela. Fehmi, “Ben insan sarrafıyım diyordum, o beni de geçti.” minvallinde bir şeyler söylüyor. Burada anlayamadığım bir şey var benim. İnsanları sesinden tanımak başka; sesinden kişiliğini anlamak başka. Gerçi dizide Metin Şentürk, her ikisini de anlıyor gibi davranıyor. Hatta öyle ki, ses vermeseler bile insanların kim olduğunu fark edebiliyor. Örneğin, kapıdan çıkanın kim olduğunu bilip sesleniyor.

Mesela Şahin, sesini çıkarmadığı halde onu tanımasına şaşırarak "Sürekli bana selam veriyor." diyor Ferit için Sami Usta'ya. Elvan da hayretle ekliyor. "Dükkanını, kendi açıp kapatıyor; Evine tek başına gidip geliyor. Şüpheli bir şeyler var bu işte." diye de ekliyor. Ne yalan söyleyeyim, burada Şahin’in tepkisine ben de katılıyorum. Diyelim ki ayak sesinden insanları tanıyabiliyor ama o mahalleye gelir gelmez, daha bir süre geçmeden, bu şekilde davranmaya başladı.

Yine iki yüz elli birinci bölümde, ses çıkarmadan mahalle sakinlerinin kim olduklarını biliyor. Şaşıran mahallelinin “Nasıl bildin?” sorusuna, “O kadar da kör değilim." demekten başka bir açıklama yapmıyor.

Bir sahnede Fehmi'nin merakla "Yahu Ferit, sen görüyor musun, görmüyor musun?" şeklinde sorduğu soru üzerine, "Fehmi Ağabey, görmüyorum da kör de değilim." diye cevap veriyor. Evet, her yapılan şeyde açıklama yapmak zorunda mı denilebilir? Ancak bir dizide yansıtılan bir kör karakterinden bahsediyorsak, bence toplumun neyin, nasıl yapılabileceğine dair bilgi sahibi olmasını sağlamak zorundayız.

Yakın geçmişteki bölümlerden birinde ise, insanların yalan söylediğini anlıyor ve bunu kahvedekilerin şaşkın bakışları altında dillendiriyor. İlerleyen sahnelerden birinde de muhtarın oğlu Ahmet ile ortağı Butik Ali'yi dolandırmaya çalışan bir adamla konuşması isteniyor Muhtar Fehmi tarafından. Nitekim Ahmet ile Butik'in iş yerine gidiyorlar ve Ferit, adamın konuşmalarını dinliyor. Sonra da Fehmi'ye, adamın sahtekâr olduğunu söylüyor ve gerçekten de öyle olduğu ortaya çıkıyor birkaç bölüm içinde. Bunları izlediğimde, için için güldüm. Şimdi dedim, körlerin olağanüstü his yeteneği olduğuna inanan geniş toplum kitlesine bunun böyle olmadığını nasıl anlatacaksın. Dizi izleyicisi amcanın ya da teyzenin biri, yoldan körün birini çevirip kesin sorar... Aradan çok da zaman geçmeden, GEÖP adlı Google grubunda okuduğumuz iletide, öğretmen bir arkadaşımıza bir başka hem de sokaktaki teyze değil başka bir öğretmen arkadaşı sormuş; “Gerçekten böyle bir yeteneğiniz var mı sizin de?” diye. Eh ne diyelim? Gazamız mübarek olsun.

Kendi işini nasıl yürüttüğüne anlam veremeyen kimi mahalle sakinlerinin gözlemleri sonucu Bekçi Bekir, Ferit'i dolandırıcı sanıyor. Birçoğu da Bekir'e hak veriyor. Buna karşılık, Amir Rıza, Bekir'e kızıyor. Rıza'nın, kimseye muhtaç olmadan çalışıp yaşamına devam etmesini taktir etmesi güzel bir yaklaşım olmuş.

Bununla birlikte, doğru bir kör algısı oluşturmak için bana göre bağımsızlığımızın vazgeçilmez ögeleri üç B'nin hiçbiri Ferit'te yok. Beyaz baston kullanmadığını söyledik zaten. 1980'lerde bilgisayar kullanımı, görenler arasında bile çok azdı bildiğiniz gibi. Ancak dizide kabartma yazıyı da hiç görmüyoruz. Yani üç B'nin ikincisi olan Braille'i. Oysa, kasetçi dükkânı işleten Ferit, rafları Braille ile etiketleyebilir ve izleyicilerin gözüne gözüne kabartma yazıyı çok rahat sokabilir. Veyahut da kabartma saate bakarak, saati soran birine cevap verebilir ya da kahvede oynadığı tavlanın yanı sıra ki bunu da nasıl erişilebilir oynadığına dair hiçbir ipucu vermiyor, kabartma yazı ile işaretlenmiş iskambil kağıtlarıyla mesela pişti oynayabilir. İnsanlara bu hususta unutulmaz bir algı oluşturabilir.

Ferit'in gerçekten kör olup olmadığı konusu, mahallelinin başvurusu üzerine Amir Rıza tarafından ele alınıyor ve Muhtar Fehmi ile birlikte kahveye davet ettiriyorlar. Gelen gencin daveti bildirmesiyle, genç çocuk, “Ferit Ağabey, ben sana yardımcı olayım.” diyor. Oysa Ferit, “Sen, benim peşime takıl, gidelim.” diyor alaylı. Bu olaya şaşıranlara ise, sadece herkesin birtakım sırları olduğunu, bunun meslek sırrı olduğunu, mesela Kahveci Mesut'un nasıl çayın sırrını vermemesi gibi kendine özgü bir şey olduğunu ifade etmekle yetiniyor. Ayrıca dalga geçer bir üslupla, "İşime geleni görüyorum, işime gelmeyeni görmüyorum." demeyi de ihmal etmiyor. Fehmi, ona hak veriyor ve ekliyor: "Aslında sen şanslıymışsın, biz sadece bakıyoruz, görmüyoruz, bizden eksiğin yok, tersine fazlan var.” diye. Ne bileyim ben izlerken işin içinden biri olduğum için belki de, "Geç bunları, sadede gel usta." dedim.

Ferit'ten bağımsız olarak, dizide dikkatimi çeken bir noktayı da belirtmeden geçmek istemiyorum. Bir bölümde ana karakterlerden evin annesi rolündeki Rukiye'nin yaşının ilerlemesi sebebiyle görme yetisinin azalması işleniyor. Rukiye, söz konusu durumu kabul etmek istemiyor. Bunu, günlük hayat deneyimlerimizden yola çıkarak anlayabiliriz. Fakat işleniş şekli, benim komiğime gitti. Sahnede Rukiye, düğme dikerken ters tarafa dikmiş. Sebebi de görememesi. Bütün körler düğmeyi terse diker zaten. Bunu bir noktaya kadar şöyle açıklayabiliriz: Yaşamını sadece gözleriyle yaşamaya ve yönlendirmeye odaklanmış insan görmeyince dokunarak kumaşın tersini ya da düzünü algılamayı akıl etmiyor. Veya mesela diğer düğmeler nerede, ne şekilde dizilmiş diye bakma gereği duymuyor. Bununla birlikte, dizinin bir başka bölümünde Ferit, bu düğme dikme işini en doğru haliyle gösteremez mi sizce de? Bence bu iyi bir örnek olurdu, bağımsız yaşam deneyimi açısından.

Dizide benim dikkatimi çeken bir başka husus ise şöyle: Ferit, Perihan rolündeki terzi kadından çok hoşlanıyor ve ilgisini davranışlarıyla belli ediyor. Kadının tavrı çok net olmamakla birlikte Ferit’in ilgisine karşı da olumsuz tepki vermiyor.  Kahveci Mesut ile eşi de ne yapıp edip onları baş göz etmek için azami çaba harcıyor. “Şimdi terslik bunun neresinde?” diyebilirsiniz. Aslında hiçbir terslik yok ama iki binlerin ilk çeyreğini geride bırakmaya ramak kalmış ve insanların eğitim düzeylerinin çok daha yüksek olduğu günümüzde dahi bir engelli ile engelsizin beraberliği garip karşılanırken seksenlerin ortalarında o kadar doğal bulunması sahte geldi bana. Oysa dizinin önceki döneminde Rukiye, üniversite öğrencisi kızı Nazlı ile yanlış bilmiyorsam ortaokul mezunu Ergun’un ilişkilerine karşı çıkmıştı. Burada ne hikmetse “Davul bile dengi dengine.” ya da “Kör baklanın, kör alıcısı olur.” atasözleri unutuldu herhalde.

Yanlış bir noktadan da olsa, dilerim bu bir ilk olur ve doğru şekilde servis edilen engellilerle doldurulmuş yapımları daha çok görebiliriz ekranlarda. Bununla beraber kaçırdığım, benim fark edemediğim olumlu ya da olumsuz noktaları siz görebildiyseniz, lütfen e-posta adresimden bildirmekten çekinmeyin.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.