Toplam Okunma 0
Görselde Tom Shakespeare’in bir fotoğrafı bulunuyor. Kırklı yaşlarda olduğu tahmin edilen Tom’un kafasının üst kısmı anatomisine oranla  büyük, saçları yok. Kaşları kumral, gözleri yeşil renkli ve  kaz ayakları belirginleşmiş. Küçük burnu biraz basık, ağzı kapalı ve yanaklarında gülümseme izi belirgin. Göğüs hizasından yukarısı görünen giysisi lacivert renkli, balıkçıl yaka bir bluz.

Bizi yaza iyice yaklaştıran bir sıcak, bir soğuk zamanlardan herkese merhaba.

 

Aralık 2020 ve Şubat 2021 üç ayını kapsayan EEEH Dergi sayılarında NFB kongreleri için çevirmekten keyif duyduğumuz üç yazının üzerinden uzunca zaman geçti. Aşağıda okuyacağınız makalenin yazarı Tom Shakespeare’in tartıştığı fikirlere büyük oranda katılıyoruz. Kendi gündelik hayat deneyimlerimiz ve teorik olarak kendimizi düşünceler içinde bulduğumuz; sakatlığın, engelliliğin, engellenmişliğin boyutlarını ayrıştırmaya çalıştığımız anlarda başka engel gruplarının gözlerinden bakamadığımız veya bakmayı denediğimiz düşünce egzersizlerinde bize tanıdık gelen konulardan bahsetmeye değer bulmuş bir makaleyi çevirmek bizlere iyi geldi. Üzerinden 20 yıldan fazla geçmiş bu tartışmalara Türkiye’de pek de tanık olmadan 2024’e geldik. “Z kuşağı” dedikleri, isim vermekle yanıldıkları bir sürü genç arkadaşımızın, yaş alan kuşakların dertlendikleri bazı konuları, belki biraz da tartışmayı unuttuğumuz biçimde tekrar gün yüzüne Türkçe olarak çıkarmak istedik. Ülkelerin yasaları, tarihleri, sivil hakların gelişimleri bazen birbirini takip eder, bazense kendi özgün çizgilerini çizer. Türkiye’deki engelli hareketi tarihi ne kadar dolu, daha çok hangi ülkelere benzeyerek bu yıla geldi, hangi evreleri atladı, hangi aşamalarda daha uzun kaldı, bunları ayrıca düşünmek doğru olacak. Fakat en azından son birkaç on yılda duymaya daha çok alıştığımız sosyal modeli de sorgulayan satırları okumak sizlere de farklı bir patika açabilir motivasyonundayız.

 

Yazıyla sizleri baş başa bırakmadan önce gerekli olduğunu düşündüğümüz bir çeviri açıklamamız olacak. Makalede sıkça rastladığımız iki kelime ve bu kelimeler üzerinden yapılan karşılaştırma “impairment / sakatlık” ve “disability / engellilik.” Türkçeye derlenerek çevirisi yapılan kitap, “Sakatlık Çalışmaları/Disability Studies” ifadesini “sakatlık” olarak çevirmeyi uygun bulmuştu. Bunun üzerine geçen yıllarda da “disability” kelimesi “fiziksel yoksunluk, fiziksel olmama hali” için de kullanıldı, konuyu tartışan Türk takipçiler arasında da böyle bilindi. Fakat yazarın bu makalede benimsediği biçimiyle “disability” toplumsal ve bedenden hariç engeller için kullanılırken “impairment” kelimesi biyolojik kısmı işaret etmektedir. “Impairment” kelimesi için de sözlükte “bozulma, özürlülük, noksan” gibi kelime karşılıkları mevcut. Sakatlık Çalışmaları kitabında ise “yeti yitimi” biçiminde çevrilmiş. Bizim tercihimiz doğrudan “sakatlık” kelimesini kullanmak oldu.

 

Yaptığımız çeviri tercihleri, benimsediğimiz motivasyon veya yazarın kendisinin tartıştığı fikirler konusunda daha derin sohbet etmek isterseniz her zaman yazabilirsiniz.

 

Keyifli okumalar.

 

Engelliliğin Sosyal Modeli: Miadı Dolmuş Bir İdeoloji mi?

 

(Bu makale 'Research in Social Science and Disability' sayı 2, s. 9-28 (2002) dergisinde yayımlanmıştır).

 

Yazarlar

Tom Shakespeare, Sosyoloji Bölümü, University of Newcastle.

Nicholas Watson, Hemşirelik Çalışmaları Bölümü, University of Edinburgh.

 

Özet

 

Bu makale, engelliliğin sosyal modeline ilişkin İngiliz akademik ve siyasi tartışmalarının arka planını incelemekte ve bu konumun ötesine geçmenin zamanının geldiğini savunmaktadır. İngiliz sosyal modeline yönelik üç temel eleştiri sunulmakta ve şu konulara odaklanılmaktadır: Sakatlık meselesi; sakatlık/engellilik düalizmi ve kimlik meselesi. Bedenlenmiş bir ontolojinin engellilik çalışmaları için en iyi başlangıç noktasını sunduğu öne sürülmekte ve daha yeterli bir sosyal engellilik teorisine giden yolda bazı taslak önerilerde bulunulmaktadır.

 

"Çok az yeni gerçek, abartılmadığı sürece yerleşik fikirlerin direnişine karşı kendi yolunu bulabilmiştir." Isaiah Berlin, Vico ve Herder (1976).

 

Arka plan

 

Sosyal model, İngiliz engellilik hareketinin 'büyük fikri' olarak adlandırılmıştır (Hasler, 1993). Ayrımcılığa Karşı Fiziksel Engelliler Birliği (UPIAS) aktivistleri tarafından 1970'lerde geliştirilen bu model, Vic Finkelstein (1980, 1981), Colin Barnes (1991) ve özellikle Mike Oliver'ın (1990, 1996) çalışmalarıyla akademik itibar kazanmıştır. Sosyal model; artık Britanya'da engellilik politikalarının ideolojik turnusol testi haline gelmiş ve engelliler hareketi tarafından; kuruluşları, politikaları, yasaları ve fikirleri yenilikçilik ve yetersizlik bakımından birbirinden ayırt etmek için kullanılmıştır.

 

İngiliz sosyal modelinin temel tanımı, Oliver’da (1996) düzenlenmiş bir versiyonu yeniden basılan ve burada ayrıntılı olarak alıntıladığımız UPIAS belgesi, Engelliliğin Temel İlkeleri'nde yer almaktadır: "... Bizim görüşümüze göre, sakat insanları engelli hale getiren toplumdur. Engellilik, gereksiz yere izole edilmemiz ve topluma tam katılımdan dışlanmamız yoluyla sakatlığımızın üzerine dayatılır. Dolayısıyla engelliler toplumda ezilen bir gruptur. Bunu anlamak için fiziksel sakatlığın kendisi ile, “engellilik” diye adlandırılan, fiziksel sakatlıkları olan kişilerin deneyimlediği sosyal durumlar arasındaki ayrımı kavramak gerekir. Bu nedenle sakatlığı “bir uzvun tamamının ya da bir kısmının olmaması veya eksik bir uzva ya da vücut mekanizmasına sahip olmak” biçiminde tanımlarken engelliliği “sakat insanları çok az dikkate alan ya da hiç dikkate almayan, dolayısıyla onları ana akım sosyal faaliyetlere katılımdan dışlayan modern bir sosyal organizmanın neden olduğu dezavantaj ya da hareket kısıtlaması” şeklinde tanımlarız (Oliver, 1996, 22). Buna bağlı olarak İngiliz sosyal modeli birkaç kilit unsur içermektedir. Engelli insanların ezilen bir sosyal grup olduğunu iddia eder. İnsanların sahip oldukları sakatlık ile deneyimledikleri ezilme arasında ayrım yapar ve en önemlisi, 'engelliliği' bir sakatlık biçimi olarak değil, toplumsal baskı olarak tanımlar.

 

Kuzey Amerikalı teorisyenler ve aktivistler de engelliliği tanımlamak için bu unsurlardan ilk ikisini içeren sosyal bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Ancak ABD’de kullanıldığı şekliyle engeli olan insanlar' teriminin de gösterdiği gibi bu perspektif 'engelliliği' sosyal baskı olarak yeniden tanımlamada İngiliz sosyal modeli kadar ileri gitmemiştir. Bunun yerine, Kuzey Amerika yaklaşımı esas olarak ABD siyasi düşünce geleneği içinde bir azınlık grubu olarak “engeli olan insanlar” kavramını geliştirmiştir. Hahn (1985, 1988), Albrecht (1992), Amundsen (1992), Rioux ve diğerleri (1994), Davis (1995) ve Wendell'in (1996) çalışmaları engelliliğin önemli boyutlarını sosyal, kültürel ve siyasi açıdan araştırırken hiçbirinin İngiliz sosyal modelinin anahtarı konumundaki (biyolojik) sakatlık ile (sosyal) engellilik arasında kesin bir ayrım yapmadığını savunuyoruz. Bununla birlikte, bu makaledeki yorumlarımızın birçoğunun Amerikan engelli çalışmalarında mevcut olan sosyal model versiyonlarıyla da ilgili olacağına inanıyoruz.

 

Sosyal model, İngiliz engellilik hareketinde iki esas yönden büyük önem taşımıştır. Birincisi, siyasi bir stratejinin yani engellerin kaldırılmasının tanımlanmasını sağlamıştır. Eğer sakat insanlar toplum tarafından engelleniyorsa o zaman öncelik sakat insanların topluma dahil edilmesini arttırmak için bu engelleri ortadan kaldırmaktır. Tıbbi tedavi ya da rehabilitasyon stratejisi izlemek yerine sosyal değişim, hatta belki de toplumun tamamen dönüştürülmesi stratejisini izlemek daha uygundur. Özellikle, engelliliğin ayrımcılığın bir sonucu olduğunun kanıtlanabilmesi bağlamında(Barnes, 1991), ayrımcılık karşıtı mevzuat için mücadele yürütenler nihai çözüm olarak Engelli Amerikalılar Yasası ve İngiliz fırsat eşitliği ve ırk ilişkileri yasaları örneğindeki sivil hakları benimsediler.

 

Sosyal modelin ikinci etkisi engelli bireylerin kendileri üzerinde oldu. Sorunların bedensel eksikliklerden kaynaklandığı geleneksel 'tıbbi model' görüşünün yerini toplumsal ağırlıktan doğduğu sosyal model fikrinin alması, engelli bireyler için çok özgürleştirici oldu ve olmaya devam ediyor. Birdenbire insanlar hatalı olanın kendileri değil toplum olduğunu kavradılar. Onların değişmesine gerek yoktu; toplumun değişmesi gerekiyordu. Kendileri için üzülmek zorunda değillerdi; öfkeli olabilirlerdi. Tıpkı yetmişli yıllarda feminist bilincin yükselmesi ya da lezbiyen ve geylerin ‘ortaya çıkmaları’ gibi engelli insanlar da kendilerini bütünüyle yeni bir biçimde düşünmeye başladılar ve eşit yurttaşlık için harekete geçme, örgütlenme ve çalışma konusunda güçlendiler. Hayırseverlik ya da iyi niyete bel bağlamak gibi küçültücü bir gidişatın yerine engelli aktivistler artık haklarını talep edebilir hale geldiler.

 

Sosyal modelin bu başarısının artık onun temel zayıflığı olduğunu savunuyoruz. Kendisinin Bu denli muktedir bir araç oluşu ve engellilik hareketinin merkezinde yer alışı, onu kutsal bir inek, kolayca karşı çıkılamayan bir ideoloji haline getirmiştir.

 

Modelin etkinliğinin bir bölümü, basitliğinden geliyordu. Bir slogana indirgenebilirdi: 'Bedenlerimizden değil, toplum tarafından engelliyiz.' Kuruluşlar ve politikalar bu modele göre kolayca değerlendirilebilirdi; (sosyal modelin) 'engelliler' terimini mi yoksa (tıbbi modelin) sakat insanlar' terimini mi kullandılar? Engellerin kaldırılmasına mı yoksa tıbbi müdahale ve rehabilitasyona mı odaklandılar? Başlangıçta onu çerçeveleyenlerin niyeti bu olmasa da sosyal model, dünyayı siyah ve beyaz olarak görmek için kullanılabilmekte.

 

Psikolojik olarak insanların sosyal modele olan bağlılıkları, bu modelin öz saygılarını dönüştürme biçimine dayanıyordu. Sosyal model ideolojisinin birleştirdiği bir kolektife katılımın temelinde aktivist olan herhangi bir bireyin, engelliliğin sosyal model tanımına derin bir anlam atfı vardı. 'Biz' ezilenleriz: 'onlar' ise ezenler… 'Biz' engellilik üzerine konuşuruz, sakatlıktan söz etmeyiz. Sosyal modeli temel öğretiniz olarak kabul etmediğiniz sürece yakışır bir aktivist olamazsınız. İngiliz engellilik hareketinin tarihinin bu okumasına bazıları itiraz edebilir. 'Pireyi deve yapma' tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz, sonuçta hiç kimsenin gerçekten bu denli aşırı bir pozisyon almadığı, sakatlık konusunun hiçbir zaman aslında göz ardı edilmediği, sosyal modelin fiilen böylesine sert bir ikilik üretmiyor olduğu ileri sürülecektir. Ancak bizim iddiamız, birçok İngiliz aktivistin kamusal söylemlerinde tam da eleştirdiğimiz sosyal modelin bu 'katı versiyonunu kullandıklarıdır. Özel hayatlarında ise konuşmaları 'katı sosyal model' ile çelişmektedir. Çoğu aktivist kapalı kapılar ardında ağrılar, sızılar ve idrar yolu enfeksiyonlarına ilişkin konuştuklarını kabul etmek zorunda kalırken dışarıda kampanya yürüttüklerinde bedenle ilgili her şeyi inkar etmektedirler. Ancak bu tutarsızlık kuşkusuz yanlıştır; söylem düzeyinde bir şey söylenirken herkes özel alanda daha karmaşık bir şekilde davranıyorsa o zaman belki de söylemi yeniden gözden geçirmenin ve daha dürüstçe konuşmanın zamanı gelmiştir.

Akademide, sosyal modelin önde gelen temsilcilerinden bazıları artık daha esnek bir yaklaşım benimsediklerini iddia etseler de aynı zamanda "derinden gelen" sosyal modeli pekiştirmeye devam etmektedirler. Örneğin Mike Oliver (1996, 34), iki sütunda "bireysel model" ile "sosyal model" arasındaki farkların listelendiği bir tablo sunmaktadır. İlk sütunda "tıbbileştirme", "uyum", "önyargı", "tutumlar", "bakım", “politika" gibi kelimeler yer alırken ikinci sütunda alternatifler yer almaktadır: 'özyardım', 'olumlama', 'ayrımcılık', 'davranış', 'haklar', 'politika'. Sosyal model ikiliğini hemen pekiştirmeden önce, Oliver'ın yorumu esnekliğin gerekliliğine gönderme yapar: "Tüm tablolar gibi bunun da karmaşık bir gerçekliği aşırı basitleştirdiği ve her bir maddenin bir sürekliliğin kutup ucu olarak görülmesi gerektiği unutulmamalıdır" (Oliver, 1996, 33). "Bununla birlikte, [tablonun] temelinde UPIAS tarafından tanımlanan sakatlık ve engellilik arasındaki aynı temel ayrım yatmaktadır..." (Oliver, 1996, 33).

 

Jenny Morris'in çok popüler ve etkili kitabı Pride Against Prejudice (1991), sakatlık ve engellilik arasındaki ayrımı çeşitli biçimlerle bulanıklaştırmıştır: Engelli bireylerin yaşamlarında sakatlığın ve kişisel deneyimin rolünü tartışmış; kültürel temsilden bahsetmiş ve terminolojiyi tutarsız bir şekilde kullanmıştır. Bazen tam anlamıyla sosyal model terimleriyle sakatlıktan söz ederken 'engellilikten' bahsetmiştir. Bu nedenlerden dolayı çalışmaları, İngiliz engellilik hareketindeki bazı kişiler tarafından 'ideolojik açıdan şüpheli' olarak görülmüştür. Fikirleri sosyal model ortodoksisine uygunlukları temelinde değerlendirme eğilimi, Uluslararası Engellilik ve Toplum Dergisi’nin sayfalarında düzenli olarak görülebilir. Örneğin, Colin Barnes'ın (1998, 1999) Amerikalı sakatlık çalışmaları akademisyenlerinin kitapları üzerine yaptığı son değerlendirmeler, İngiliz engellilik çalışmaları yapıtlarını görmezden geldikleri ve özellikle de engelliliğin sosyal model tanımına bağlı kalmadıkları için bu tür bakış açılarını şiddetle eleştirmiştir. Barnes şöyle yazmaktadır: "... Amerikalı ve Kanadalı anlatıların çoğu, tartışmalarını 'fiziksel engeli olan kişiler' ya da bedenle sınırlandırdıkları için sakatlığa özgüdür; 'engellilik' hem biyolojik bir durum hem de toplumsal bir inşadır ve 'engelli insanlar' ve 'engeli olan insanlar' terimleri birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Mike Oliver'ın da çok kez açıklığa kavuşturduğu gibi bu mesele 'politik doğruculuk'tan çok daha fazlasıdır. Nedensellik, dilin rolü, normalleştirme eğilimleri ve tanımlama sürecinin siyasallaşması gibi önemli konularla ilgilidir." (Barnes, 1999, 578).

 

Carol Thomas, bazı sakatlık çalışmaları akademisyenlerinin sosyal model yaklaşımına uymayan her şeyi dışlamak için engellilik üzerine yazmayı nasıl denetlediklerini tartışmıştır (Thomas, 1998). Biz benzer süreçlerin aktivizm içinde de yaşandığını iddia ediyoruz: Örneğin, sakatlık temelli örgütler sorunlu olarak görülmektedir (örn. Hurst, 1995). Aktivistler, Birleşik Krallık Hükümeti’nin yakın zamanda başlattığı 'Engeli değil kişiyi gör' kampanyasına' engellilik' terimini fiziksel engele atıfta bulunmak amacıyla kullandığı için büyük ölçüde karşı çıkmıştır (örn. Findlay, 1999, 7). 'Kişiyi Gör'ün sloganının engellilerin yoksulluk ve dışlanmasına yeterli bir yanıt olduğuna inanmadığımız gibi Birleşik Krallık Hükümeti’nin engelliliğe yaklaşımındaki temel sorunun terminolojiyle ilgili olduğuna da inanmıyoruz, ki engellilik hareketi de bu izlenimi verme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

 

Engelliliğin sosyal modelinin katı bir slogan haline geldiğini öne sürerken Jenny Morris'in çalışmasından bu yana ortaya çıkan önemli bir muhalif akımı görmezden gelmek istemeyiz. Özellikle feminist bakıştan gelen birçok yazar, İngiliz sosyal modelinin sorunlarını vurgulamıştır. Örneğin Liz Crow (1996), modelin genellikle sakatlığın bir parçası olan bedensel acı ve kısıtlılık deneyimini kapsamadaki başarısızlığını eleştirmede öncülük etmiştir. Sally French (1993) sakatlık sorunlarının sürekliliği hakkında yazmıştır. Ayrıca bu alternatif bakış açılarına karşı direncin nedenlerini de araştırmıştır: "Hiç şüphesiz, engellilik hareketi içinde yıllarca özveriyle çalışan aktivistler, dünya üzerindeki oldukça kuşkulu insanları engelliliğin toplumu değiştirerek azaltılabileceğine veya ortadan kaldırılabileceğine, engelli bireyleri değiştirmeye çalışmaktan daha etkili olduğuna ikna etmek için engelliliği basit ve karmaşık olmayan bir biçimde sunmayı gerekli bulmuşlardır." (French, 1993, 24). Yakın geçmişte Carol Thomas (1999), engelliliğe yönelik olarak kendisinin “sakatlık etkileri" diye adlandırdığı şeyin rolünü araştıran umut verici yeni bir materyalist yaklaşım geliştirmiştir. Bu eleştirel seslerin çoğu, İngiliz engellilik hareketi ve sakatlık çalışmaları içinde güçlü bir muhalefetle karşılaşmıştır. Bizim pozisyonumuz ile Jenny Morris, Sally French, Liz Crow veya Carol Thomas'ın pozisyonları arasındaki fark, 'katı' sosyal modelin kendisinin bir sorun haline geldiğine ve reforme edilemeyeceğine inanmamızdır. Bizim iddiamız, sosyal modelin İngiliz versiyonunun ömrünü tamamlamış olduğudur. Boşlukları doldurmak ve sosyal modelin yetersizliklerini telafi etmek için parça parça eleştiriler geliştirmek veya alternatif argümanlar sunmak yerine her şeyi bir tarafa bırakıp yeniden başlamanın zamanı gelmiştir. Engellilik politikalarında ve sakatlık çalışmalarında sosyal modeli saflık ve ortodoksluk ile bir tutma yönündeki tehlikeli eğilim reddedilmelidir. Sonuçta sosyal model sadece Britanya'da bu rolü oynamıştır. ABD ve diğer ülkelerde sivil haklar ve sosyal değişim, 'katı' sosyal model olmaksızın başarılı bir şekilde gerçekleşmiştir. Aslında Britanya'da da UPIAS'ın öncülük ettiği sosyal model yaklaşımı, engellilik hareketinin başlangıcındaki tek bakış açısı değildi. Örneğin; Engelli İnsanların Kurtuluş Ağı, engelliliği toplumsal baskı olarak tanımlamaya gerek duymadan, engellilerin ezilen bir azınlık grubu olduğu kavramını geliştirmiştir: Ağın bir üyesi olan Allen Sutherland, radikal bir engellilik politikasına yönelik argümanında sosyal modelden yararlanmadan öncü Disabled We Stand (1981) kitabını yazmıştır. Bu makalenin geri kalanında, İngiliz engellilik sosyal modeline yönelik üç temel eleştiriyi inceleyeceğiz. Bu argümanlar aracılığıyla modelin miadının dolduğu ve çözdüğünden daha fazla sorun yarattığı iddiamızı kanıtlamaya çalışacağız. Sonuç bölümünde ise, materyalist bir bedenlenme ontolojisine dayanan engellilik politikalarına alternatif ve daha uygun bir yaklaşım inşa etme gibi zor bir göreve başlayacağız.

 

 

Sürecek


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.