“Ben hafta sonlarının; özgür, eğlenceli ve aynı zamanda pazartesiye en uzak olan kısımlarını severim.”
Zamanla olan ilişkimizin okul ve iş saatlerimize göre şekillenmesinden derin üzüntü duyuyorum ama henüz bu çarkın dışına çıkamadım. Geçtiğimiz Cuma günlerinden birinde mutlu bir buluşma için Şişhane metrosundaydım. Akşam iş çıkışı Taksim’de takılırız diye konuşmuştuk. Evet, Taksim’de. Çünkü biz, orada çok Arap var diye “Taksim çok kötü ya” diyen ırkçılardan değiliz.!
Buluşma noktamız olan Tünel çıkışına yönelmem gerekiyordu ama birçok metro istasyonu gibi burası da bana çok karışık geliyordu. Bu yüzden nereye gittiğinden çok da emin olmayan kararsız adımlarla yürüyordum. Bunu fark etmiş olduğunu düşündüğüm sağlam bir birey yanıma gelip şu son derece nazik soruyu sordu: “Çıkışa kadar birlikte yürümemizi ister misiniz?” Hemen gülümseyerek, “İsterim” dedim.
Artık kol kola girmiş ve gayet tempolu bir şekilde yürüyorduk ki yanımdaki kişi adımlarını yavaşlatarak, “Bir şey söylemek istiyorum” dedi. Çok önemli bir şey söyleyeceği beklentisini doğurduğu için ben de yavaşladım. Bir iki saniyelik duraksamanın ardından o etkili cümle geldi, “Siz kör değilsiniz!”
Şaşırdım, “Nereden çıkardınız benim kör olmadığımı” falan diyordum ki yine aynı kendinden emin sesle konuşmaya başladı, “Bakın” dedi, “Öyle insanlar var ki çevresinde olup bitenlerden habersiz, yaşamın güzelliklerine duyarsız. İşte asıl kör onlar.”
“Onlar için başka sözcükler kullanabiliriz” dedim. “Ama gerçek kör onlar” diye üsteledi. Bu sefer ben de üstelemeye başladım, “Bakın gerçek kör benim.”
“Hayır siz kör değilsiniz, körlük gözle görmemek değildir” diye açıklarken onun sözünü kestim, “Hayır, körlük gözle görmemektir, ben de gözle görmüyorum ve ben körüm!”
“Hayır, siz gerçek kör değilsiniz” dedi.
Farkında olmadan seslerimiz yükseldi ve nihayet yeryüzüne çıktığımızda birbirimizden ayrılırken ona son sözüm, “Gerçek kör benim” oldu.
Kimse bana burada iyi niyetli bir benzetme çabasından başka bir şey olmadığını söyleyip hoşgörü telkin etmesin. Durum benim için en hafif anlamıyla komik. Konuşmamızın başında bana doktor olduğunu söyleyen bu kişiye, “Siz doktor değilsiniz, hani şu insanlara tepeden bakan, kibirli ve antipatik insanlar var ya, asıl doktor onlar işte” deseydim tepkisi ne olurdu acaba?
Bunları düşünürken buluşma noktasına biraz erken geldiğimi fark ettim ve bir sigara yaktım. Bir elinde baston bir elinde sigarayla yol kenarında duran bir kadın olarak bir süre sonra cep telefonunun kapalı ekranında bir şeyler yazarak tuhaflıklar zincirini tamamladım. Önünüzden geçerken birden sessizleşen insanların size baktıklarını anlamak için hiç de öyle keskin bir görüşe ihtiyacınız yoktur. Kısa bir bekleyişin ardından beklenen kişi, çevredeki esnafın, “Sapasağlam adama bak, kör kızı bekletiyor burada” diye kınayan bakışlarının arasında yanımda belirdi.
Sarıldık, öpüştük ve İstiklal Caddesi’nden ara sokaklara doğru yol aldık. Bu sokaklar; yabancı uyruklulardan travestilere, sarhoşlardan sokak müzisyenlerine, her kim orada bulunuyorsa onlara ait olan ve fakat norm dışı olmayı yalnızca ekmeğini yiyebildiği sürece kabul edilebilir bulanlar için biraz da tekinsiz olan yerler.
Oralarda sevdiğimiz eski bir mekana oturduk. Yerleştik desem çok daha doğru olur, öyle bir yerleşmişiz ki eve sabaha karşı taksiyle döndüğümüzü, ertesi gün uyandığımda taksi çağırma uygulamasından gelen şu mesajla öğrendim: “Uber’le sabah yolculuğunuz nasıldı Meral?”
O akşama geri dönersek… Çok keyifli ve hızlıca geçen birkaç saatin ardından canlı müzik yapılan terasa çıktık. Orada da bir süre takıldıktan sonra, saatten de ne kadar içtiğimizden de haberimiz olmayan bir anda kendimizi sahnede bulduk. Sanırım bir şarkı istemiştik ve sahnedeki kişi o şarkıyı bilmediğini söyleyince, “O zaman biz söyleriz” diyerek çıkmıştık. Bu kısmından tam emin değilim. Böyle olmuş olması lazım. Umarım kimse bir kayıt almamıştır diyerek devamında hatırladıklarımı anlatayım.
Sahnedeki kişi bana, “Şu tarafa doğru gel, bu tarafa doğru söyle” gibi yönlendirmeler yapıyordu. Ona kör olduğumu ve bu yüzden hangi tarafı gösterdiğini anlamadığımı söyledim. Ancak bana, “Ben de körüm” diye cevap verdi. Hayır, hayır, gerçekten kör değildi. Neden böyle cevap veriyordu? Beni ciddiye almadığını düşünerek, “Ben gerçekten körüm” dedim. “Ben de” dedi. Eğlenceli ve sıcak bir ortamdı. Bir süre karşılıklı ısrar ettik.
Bu körlük nasıl bir şeymiş böyle? Kör kişinin kendisi hariç herkese uyuyor da sadece gerçekten kör olanlara gelince kabul edilemiyor. Sonunda ikna edebildim mi hiç hatırlamıyorum.
O mekanda da hatırladığım son sözüm aynıydı, “Gerçek kör benim!”