Toplam Okunma 0
Başını çaresiz bir edayla iki elinin arasına almış ayakta duran ahşap bir insan figürü. Arkasında hepsi ona bakan büyük mavi gözlü yirmiye yakın göz küresi.

Yazın yayımlanmış bir yazının başlığını “Gözetilmek” diye koyduğum zamandan beri kafamda kelimenin farklı türevleri hakkında bir yazı kaleme almak var. Herhalde bu aralar o kadar türevinin türevi haller yaşadım ki, sonunda yazıyorum. Hem de çoğu zamanki gibi öyle yazıyı yetiştirebileceğim son günlerde değil de erkenden… Bence bu girişi biraz daha anlamlı bir hale getirmeliyim. Yazın erişilebilirliğin gözetildiği, dolayısıyla bir birey olarak benim gözetildiğim bir etkinlikteki deneyimime dair yazı yazmıştım. Başlığından dolayı da “gözetlemek, gözetlenmek” kelimeleri zihnimde dolaşmıştı. Boşuna değildi tabii. Çünkü beni sıkça gözetlerler, yani ben sıkça gözetlenirim. Şu an yazıyı yazarken bile gülüyorum yazdıklarıma ama duygu ve düşüncelerimi ancak bu cümlelerle ifade edebilirim. Bir yanılsama olmasın. Sahiden ciddi bir konudan bahsediyorum. Bir iç dökme aslında. Sonra belki oturup literatür taraması yaparsam içimden geçenleri kuramsal olarak da anlamlandırmaya çalışırım.

Söz konusu engellilik olunca “engellilik” de o kişi için bir çatı kimlik görülüp başka özellikler göz ardı edilince kişisel alan, kişisel ihtiyaçlar, talepler ve hassasiyetler önemini yitiriveriyor. Bu konu karşımıza en çok engelli kişiye günlük hayatta yardım etmek ile ilgili çıkıyor. Sonra “yardıma muhtaç kişi” algısı pekişince eğitim, sağlık, ulaşım, istihdam, eğlence gibi her alanda kendini gösteriyor. Çünkü kişi hala engelinden ibaret.

Peki engelinden ibaret görülünce ne oluyor dersiniz? En başta bir bireyi engelinden ibaret görmek veya başka herhangi bir özelliğinden ibaret görmek, onu bir birey olarak görmemek demektir. Dolayısıyla o kişiyle ilgili duygu, düşünce ve davranış geliştirirken referansın o kişi değil de onu ibaret gördüğümüz özellikle ilgili birikimler olması demektir. Örneğin, dolmuşta giderken konuşmalarından ve görünüşünden çingene olduğu düşünülen birini ele alalım. Mesela boş yer varken onun yanına oturmamak, göz göze gelmekten kaçınmak ve doğrudan bir iletişim girişimi olursa yeni insanlarla tanışmaktan kaçınılmamasına rağmen çekinik kalmak. Bu örnekte çingene olan kişiyle ilgili hiçbir bilgi, tanışıklık yok ancak bazı kodlar nedeniyle otomatik davranışlar söz konusu. Elbette bunlar çingenelerin pis olduğu düşüncesi veya bundan dolayı iğrenme duygusuyla birlikte bir otomatik davranışa dönüşüyor. Mesela aynı dolmuşta yolculuğunun sonuna gelmiş ve otobüsten inecek bir körü de düşünelim. Yerinden kalkıp kapının yanına yanaşıp ayakta durmasından ve “Kaptan, inecek var” demesinden anlaşıldığına göre inecek. İşte o anda biri açılan kapıdan atlayıp kör kapının merdivenine adım atar atmaz kolundan sıkıca kavrayıverir. Bu davranış da körlerin günlük hayatın sıradan bir aktivitesini yardımsız gerçekleştiremeyeceği düşüncesi ve ardından gelen acıma veya merhamet duygusu ile gelişir. Çünkü kişiye özgü bir bilgisi yoktur ve engellilik çatısındaki mevcut birikimleriyle hareket etmeyi yeterli görmektedir. Bu pratiklik insana evrimsel süreçte doğa içindeki tehlikelerden hızlıca kurtulmak gereğinden kalsa da hala işimize geliyor. Mesele bunu değiştirebilmekte veya azınlık kimliklere karşı gelişmiş birikimlerimizi didikleyip güncelleyebilmekte.

Gözetlenmek ve gözetlenmeye tekrar dönersek, gözetlenen kişiyle ilgili yine bir çatı kimlik algısı ile karşılaşırız. Bireyin engellilik vasfı o anda ilk ve tek göze çarpandır. “O halde engellilikle ilgili birikimime dayanarak yardıma ihtiyacı olduğunu, hatta paraya ihtiyacı olduğunu düşünüp acıma veya merhamet duygusuyla yanaşmamda bir sorun olmayacağını düşünürüm.” Yanaşmaya gerek duymasam dahi “Yolda yürüyor, üstelik merdivenden takılmadan geçiyor, hatta durağı bastonuyla yoklayıp buluveriyor, kenarındaki çöp kutusunu da fark etti ve çarpmadan durağın önüne geldi, aman aman yola inecek, otobüsün kapısını nasıl da kolay buldu” diye izler; merak ve endişe, hatta hayranlık veya acıma duyar. Kişinin rahatsız olabileceği, fark edebileceği ihtimalleri söz konusu değildir; olsa da tolere edilebilecek bir öneme sahiptir. Sonuçta evet, kişisel alan vardır ve dokunulmazdır ancak anlaşılır ve içten bir merakla abartısız gözetleme sorun değildir ancak kişinin rahatsız olma ihtimalini yok sayarcasına olanı da, bir fiziksel müdahale olmasa da kişisel alan ihlalidir.

Gözetleyenin gözetlenene yönelik tutumlarını konuştuk fakat bir de gözetleyenin kendine yönelik bakışı var. Burada söylemeliyim ki, “gözetleyen” tanımını bireyi yok sayan yönüyle yapıyorum. İnsanların etrafı hakkında duyup duygulanması ve düşünmesi kendinden kaynaklanır. Önce kendi kimliğine olan duygu ve düşünceleri, sonra etrafındaki hangi veriyi nasıl değerlendirdiği ile gelişir. Kendisiyle ilgili üstünlük ihtiyacı evrenseldir. Herkes başkaları için de anlamlı, değerli olmak ister, isterim. Herkes bunun için çabalar, ben de… Yalnız, bu yolculukta bir sorun oluyorsa temel bir üstünlük arzusu başkaları üzerinde muktedirliğe dönüşür. İşte bu sorun; kişinin kendini başkaları içinde anlamlı, yeterli, değerli, hissetmediğinde, ki bu gayet insani bir haldir, bu duyguyla başkalarının daha kötü durumda olduğuna dair duygu ve düşünceler kurarak baş eder. Buna dönük davranışlarsa yanlış giden bir öz onarım sürecine dahildir. Keşke kendi içsel yaralarımızı onarırken, boşluklarımızı tamamlarken, başkalarının bireyselliğine ve saygınlığına dokunmasak…


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.