Sunucu: Peter White
Akademik Danışman: David Turner
Yapımcı: Elizabeth Burke
Peter White
İnsanların beni engelli olarak tanımlamasına alıştım, sonuçta göremiyorum. Ama beni engelli kategorisine koymanın gerçekten anlamlı olup olmadığını merak ediyorum. Bazı çok yakın arkadaşlarım tekerlekli sandalye kullanıyor ve doğrusunu söylemek gerekirse ihtiyaçlarımız çok farklı. Ben onların üzerine düşüyorum, onlar bana koşuyorlar.
Kırk yıldır engelliler, -başka hangi terimi kullanabilirim?- toplu taşımada, istihdamda ya da genel olarak insanların tavırlarındaki ayrımcılığı alaşağı edebilmek, değişimi mümkün kılmak için kolektif bir kimliğe ihtiyaç duydular. Çoğunlukla, İngiltere’deki kolektif kimlik duygusunun Birinci Dünya Savaşı sonrasında çok sayıdaki erkeğin görünür sakatlıklarla geri dönmesiyle ortaya çıktığı düşünülür. Bugün ise, serinin bu son bölümünde, 19. Yüzyıldan çok modern bazı sesler duyacağız.
Adele Husson(seslendiriliyor)
Herkes görüşünü kaybetmenin en büyük talihsizlik olduğunu düşünür, bu düşünceyi paylaşmıyorum. Görüşümü dokuz aylıkken kaybettim, şimdi 22 yaşındayım ve gözlerimi kaybettiğim için üzüldüğüm tek bir an hatırlamıyorum. Beni asıl mutsuz eden beni görenlerin can sıkıcı ifadeleri. Ne kötü, ne talihsiz, ölseydim daha iyiydi… Dahası hiçbir üzücü ifadeyi kaçırmamak için kendilerine bunun gibi duygularını anlatacak körler arayanlar var.
Peter White
Can sıkacak kadar doğru. Hala insanlar, örneğin bir partide yanıma gelip ‘ne kadar berbat bir durum’ diyorlar. Körlerin nasıl algılandığıyla ilgili bu kuvvetli sözcükler, devrim sonrası Paris’inde yaşamış Adele Husson’a ait. Adele Husson’un yaşamak için başvurduğu, prestijli bir kurum olan Quinze-Vingts’in arşivlerinde bulundu. Paris’te kör ve genç bir kadın olarak yaşayabileceğin güvenli bir yer bulmak kolay değildi. Adele ile, körlüğün tarihini yazan ve kendisi de görüşünü kaybeden Selena Mills aracılığıyla tanıştım.
Selena Mills
Onu seviyorum. Onu ilk bulduğumda neredeyse kütüphanede çığlık atacaktım. Hiç beklenmedik bir anda 1825’te ‘mitleştirilmeyi sevmiyoruz’, ‘steriotipleştirilmeyi sevmiyoruz’ diyen bir ses duyuyorsun. Aynı zamanda bu ses bir kadına ait, üstelik kadınların çok az gücü ve etkisi olduğu bir dönem, ve karşımızdaki kadın körlerin neler yapabileceğini, çocukların nasıl eğitilmesi gerektiğini anlatmaya devam ediyor. Çok dinamik, çok aykırı ve çok inatçı. Onunla tanıştığıma çok memnunum ve çok zorlandığına iddiaya girebilirim.
Peter White
Evet, muhtemelen, esasen eski bir yükü anlatan kör bir kadın.
Selina Mills
Yalnızca 22 yaşında.
Peter White
Muhtemelen muhatapları daha yaşlı, gören erkekler.
Selina Mills
Evet, yalnızca 22 yaşında ve kurumun direktörüne yazıyor, kaderine, o kurumda kalıp kalamayacağına karar verecek olan adamlara... Daha sonra da çocuk ve romantic aşk novellaları kaleme alıyor.
Peter White
Örneğin kör çocukların eğitimi hakkında, onları nasıl giyineceklerini gösterin, zamanla öğreneceklerdir diyor. Onları küçümsemeyin, kötü şeyler yapıyorlarsa cezalandırın gibi şeyler diyor. Oldukça sağlam ifadeler.
Adele Husson
Kör çocuklara nasıl giyinip soyunacaklarını öğretin, başta onlara zor gelecektir ama zamanla öğrenirler ve bu da onları daha bağımsız yapacaktır. Aileleri de durumlarıyla ilgili olarak talihsizlikten söz etmemelidir, eğer kendilerine acındığını bilirlerse, ne isterlerse istesinler reddedilmeyeceklerine inandıkları için çok talepkar olacaklardır. Her yeni isteklerini karşılamak çok zor hatta imkansız olacaktır. Çevresindekiler suçlarına katlanmak yerine onları hak ettikleri kadar cezalandırmalılar.
Peter White
Adele Husson yalnız değildi. Kanalın öteki yanında, Güney Londra’da yaşayan, iyi eğitimli, kendini güzel ifade edebilen Hippolyte Van Lendegem adlı bir kadın da sakatlar adına konuşuyordu. Hayatını bir çeşit kaçak edebiyat yayıncılığıyla kazanıyordu, körler için çalışan enstitü ve hayır kurumlarına sövüyor ve daha iyi sosyal haklar için çağrılar yapıyordu. İşte aşırı uzun ve öfkeli çalışmalarından birinin başlığı…
HİPPOLYTE VAN LENDEGEM(SESLENDİRİLİYOR)
Yardımlar yanlış uygulanıyor. Körler, sağırlar ve dilsizler eğitim görmeleri beklenilen sürgün okullarında hapsedildikten sonra topluma yeniden karıştıklarında kendilerini idare edemeyecek hale gelmiş oluyorlar, bu yüzden de sokaklarda dileniyorlar ya da çalışma evlerine mahkum oluyorlar. Londra 1864.
Peter White
Hippolyte’in sert eleştirileri ve yaşam öyküsü, bu serinin akademik danışmanı da olan, Swansea Üniversitesinden David Turner tarafından ortaya çıkarıldı.
David Turner
Kör çocukların ailelerinden uzağa, sürgün okulları diye adlandırdığı kurumlara gönderilmesi uygulamasına karşı yaptığı eleştiriler gerçekten çok ilginç.
Peter White
Demek istediğim bu kendi içinde ilginç bir terim değil mi? Bu aşağılayıcı bir terim; nasıl bir şey olursa olsun, konsepti sevmiyor.
David Turner
Hayır, demek istediğim, o bir boşaltım alanı gibi çalışan bu kurumların etkilerinden endişe duyuyordu.
HİPPOLYTE VAN LENDEGEM(SESLENDİRİLİYOR)
Dört duyulular dünya için daha da önemlisi kendileri için bir kayıptır. Bütün hedefleri ortadan kalktığı için yaşamlarının hiçbir amacı, hiçbir heyecanları yoktur. Çok az düşünsel besinleri vardır, zihinsel becerilerinin en küçük parçacığı bir iş edinmeleri için yeterlidir; beş duyuluların özgür düşünce geliştirmelerine izin verilen tüm alanlarda fikir geliştirmelerinin mümkün olmadığı düşünülür. Dört duyuluların yüksek kapasitelerinin, ortalama bir bilgi düzeyine sahip herkesin aklına getirebileceği binlerce kanıtı, bir tekerlek gibi rutinin içinde döner durur ve acıma duygusu o tekerleği orada tutar.
Peter White
İlginç bir terim kullanıyor, beş duyuya ve birinin kaybına referans vererek dört duyulular hakkında konuşuyor. Fakat bu bir grup sakat için kullanılabilecek çok ilginç bir terim, değil mi?
David Turner
Evet öyle. Çünkü yalnızca kendisi gibi körler için değil benzer deneyimler üzerine kurulmuş ortak bir sakatlık kimliği oluşturmak için aynı zamanda sağırlarla da ortaklaşmaya çalışıyor. Kendi zamanının çok ötesinde bir şey. Çoğunlukla 1960larda ve70lerde engelli hakları hareketinin doğuşuyla ilişkilendirdiğimiz bir düşünme biçimi.
Peter White
Ayrıca, terimi çok pozitif bir biçimde de kullanıyor, dört duyulular beş duyuluların bilmediği şeyler biliyor olabilirler anlamında, bu da çok ilginç.
David Turner
Evet, en çok uğraştığı konu olan eğitim alanında kesinlikle demek istiyorum, özel eğitimin esasları söz konusu olduğunda körlerin ve sağırların mutlaka dinlenmesi gerektiğine dair çok güçlü bir yargı üretiyor.
Peter White
Gerçekten de bunun, ‘hakkımızda bizsiz hiçbir şey’ ‘nothing about us without us’ ifadesinin başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz.
David Turner
Kesinlikle öyle, evet.
Peter White
Fakat hala bireysel olarak kendilerini rahatsız eden konular hakkında yazan sakatlarla karşı karşıyayız. Ne zaman politik aksiyon için bir araya geldiklerini görüyoruz? Konuğumuz Kent Üniversitesinden.
Julie Anderson
19. Yüzyılda çok uzun bir süre körler için, özellikle de kör erkekler, atölyeler vardı ve bu atölyelerde fırça, sepet gibi şeyler yapıyorlardı. Fakat bu atölyeler gerçekten kötü yönetiliyorlardı ve kazançları azdı. Böylece 1897’den itibaren grup bir araya geldi, küçük bir gruptu ama militandı. 1899’da sendikalaştılar; 1902’de Sendikalar Kongresi ve İşçi Partisiyle ilişkilendiler. Böylece yalnızca ve tümüyle körlerin istihdamıyla ilişkili sorunlarla uğraşan çok militan bir sendikal harekete dönüştüler.
Peter White
Peki ya bunu sakatların birlikte politik bir biçimde hareket etmelerinin başlangıcı olarak görebilir miyiz?
Julie Anderson
Milli Körler Cemiyeti gerçekten ilginçtir, yalnızca çalışma koşullarıyla uğraşmadılar aynı zamanda bir grup olarak birlikte çalıştılar. Eğer bir penilik haftalık üyelik ücretini öderseniz, evet aslında epey pahalı, eğer iş kazası geçirirseniz ya da iş cinayetine kurban giderseniz siz ya da aileniz destekleniyordu. İlginç çalışma alanlarından biri de, eğer yine işte hedef alınıyorsanız yine destekleniyordunuz.
Peter White
Bu ayrımcılık karşıtı bir hareketin başlangıcı Kabul edilebilir mi?
Julie Anderson
Kesinlikle
Peter white
Bu çok ilginç çünkü insanlar bunları biliyorlar ama yine de söz konusu hareketlerin yirminci yüzyılın ortalarında dünya savaşlarından sonra, sanayileşmeye bağlı huzursuzluklar çok yoğunken başladığına inanıyorlar. Halbuki siz bundan çok daha geriye gittiğini söylüyorsunuz.
Julie Anderson
19. Yüzyıldan gelen küçük hareketlilikler yaşanmadan 1920lerde körlerin liderlik ettiği yürüyüşlerin, politik hareketlerin gerçekleşmiş olabileceğini düşünmüyorum.
Peter White
Ve küçük bir hareket olarak da devam etti. 20. Yüzyılın ilk üçte ikilik kısmında sakatların yaşamlarında meydana gelen küçük çaplı iyileşmelerin çoğu ya refah devletinin yan etkisi ya da hala çok ataerkil olan yardım kurumlarının cömertliğinden kaynaklanıyordu. Engelli hakları hareketine bağlı olarak ortaya çıkan her şeyi 1960ların sonlarında ve 1970lerde, Birleşik Devletlerde toplumsal haklar hareketlerinin yükselişiyle paralel tanık olduk. Benim için bu seride heyecanlandırıcı olan, eşitlik arayışına yönelik dürtünün orada olduğunu görmekti.
19. Yüzyılda yaşamış Fransız bir kadın olan Adele Husson’la tanıştığında Selina Milss’I heyecanlandıran da buydu.
Selina Mills
Tarih okuyordum ve karşılaştığım insanların benimle hiçbir alakası yoktu. Sonra Adele ile karşılaştım ve işte evet, o benim geçmişimdi. Bu beni kör kadınların süregiden tarihinin bir parçası gibi hissettirdi, şu anda ben de bir az görenim. Anladım ki ben de tarihte yalnız değilim. Adel kendi kimliğiyle çok iyi, çok güçlü, bunu hissediyorsunuz, o halde ben de olabilirim.
Peter White
Benim açımdan ilginç olansa, doğuştan kör ve körler okulunda okumuş birisi olarak Louis Braille gibi bir istisna hariç şimdiye kadar geçmişte var olmuş hiçbir körden haberdar değildim. Kendi tarihimizi hiç bilmiyordum, dahası bir tarihimiz olduğunu bile düşünmüyordum. Şimdi bunu söylediğinizi duymak çok ilginç.
Selina Mills
Gerçekten ilginç çünkü bu insanların yaşamına bir hikaye temeli sağlıyor. Eğer bir kere kendi hikayenizin temelini edindiyseniz bu sizin kimliğinizin bir parçasına dönüşüyor ve bence sakatlar için son beş yıldır değişen tam da bu. Anlatılan hikayeler artık daha anaakım, daha kamusal, böylece öteki ve ayrıksı olmaktan uzaklaşıp genel tarihin bir parçası haline dönüşüyorlar, çok daha bütünleşik bir tarih.
Peter White
Farklılıklara yönelik bu yeni bakış açısı kalıcı mı, yoksa döngünün başka bir veçhesinden mi ibaret, bunu bilemeyeceğiz.
Bütün seri boyunca beni çok etkileyen, gerçekte sakatlığa yönelik tutumların bir ilerleme çizgisini takip etmediğini görmek oldu. Bir sakat olarak bir Orta Çağ manastırında Victorya dönemi çalışma evinden daha iyi şartlara sahip olabilirdiniz. Ve 18. Yüzyılda yükselişe geçen bilimsel bilgi aslında fiziksel sakatlıklara karşı daha hoşgörülü bir tutuma öncülük etmemişti. Ve her zaman sakatların küçümsenmesi ya da alçaltıcı tutumlara karşı çıkan sesler olmuştu.
Ama her şeyden önemlisi, bu kayıp sesleri duymak, her konuda olduğu gibi sakatlıkla ilgili genellemelerin de bizi yanlış kavrayışlara mahkum ettiğini göstermesiydi. Sakatlık bizi iyi ya da kötü, cesur ya da anlayışlı yapmıyor. Sakatlık yalnızca bir insanlık hali.
Son Söz
Yaklaşık bir senedir bu derginin sayfalarında çevirisi yayınlanan belgesel muhteşem bir bölüm ile sona eriyor. Benim açımdan salt bir çeviri olmanın ötesinde kişisel bir keşif ve tanışmalar deneyimi ve düşünce egzersiziydi de. Beklediğimden çok daha fazlasını bulduğumu söylemeliyim. O yüzden kısa bir son söz ile hem çeviri boyunca tanıştığım ‘dostlarıma’ veda etmek hem de sonuçta bana bıraktıkları bir soruyu tartışmaya açmak istiyorum. Priscilla, adel ve Hippolyte: Bu cesur, akıllı ve zevkli kadınlar biz kız kardeşlerine ilham oluyorlar. Umarım bizim hikayemiz de bizden sonrakilere ilham ve yol gösterici olsun.
Peter uzgörülü bir tespitle belgeseli tamamlıyor: biz sakatların hikayesi tarihin başından sonuna kadar mütemadiyen ilerleyen bir hatta akmadı. Ve çok kritik bir soru soruyor: farklılıklara yönelik bu bakış açısı döngünün aşamalarından yalnızca birisi mi yoksa kalıcı mı? Ben de bu söz üzerine dördüncü bölümün(72. sayı) başında giriştiğim önsözü tamamlamak istiyorum. Kısaca toparlamam gerekirse: bu günkü sakatlık deneyimimiz kapitalizmin yükselişiyle paralel ilerleyen bir modernleşme süreci içinde şekillendi. İnsanoğlu 18. Yüzyıldan itibaren üretim araçlarının hızlı gelişimine eşlik eden ve gittikçe karmaşıklaşan üretim ilişkilerine şahitlik etti. Patlayan nüfus artışı komplike bir kentsel yaşamı ve toplumsal sistemi mümkün kıldı. Bugün sakatlık adına deneyimlediğimiz her şeyin oluşum ve gelişiminin izlerini modernleşme tarihi boyunca sürebiliriz.
Peter’in farklılıklara ilişkin sorusuna da gelişkin ve bütüncül bir tarihsel perspektiften bakarak cevap verebileceğimizi düşünüyorum: farklılıklara ilişkin bu çoğulcu perspektif de kapitalizmin belli bir aşamasının kaçınılmaz bir sonucu. Hardt ve Negri İmparatorluk başlıklı kitaplarında, ‘imparatorluk’ terimiyle betimledikleri globalleşen sistemin ancak bir çokluk ideolojisiyle var olabileceğini anlatır. Ancak bu çokluk hali ulusal ve uluslar arası, bölgesel ve evrensel olan her şeyi bir araya getirebilir, birbirine entegre ve idare edebilir. Hiç şüphesiz biz kadınlar ve sakatlar, kapitalizmin sebep olduğu ekonomik patlamanın ihtiyaç duyduğu yeni Pazar arayışlarından, dolayısıyla da istihdam imkanlarından faydalanıyoruz. Bugün içerme(inclusion), diversity(çeşitlilik) en kurumsal şirketlerin, BM gibi uluslar arası kuruluşların trend sözcüklerinden; azınlık grupları için kotalar koymak sık karşılaşılan bir uygulama. Artık eskinin köşeye itelediği farklı kesimler daha görünür, daha anaakım figürlere dönüşüyor: siyahi modeller, queer ikonlar, sakat oyuncak bebekler... Sistem her şeyi yutuyor, farklılık ve içermecilik gibi terimleri de yapıp ettiğini meşrulaştırmak, kavramsallaştırmak için kullanıyor.
Bugün biz sakatlar için dahi, sakat kimliğinin tanımlanmasında ve ifade edilmesinde ‘farklılık’ vurgusunun çok başat bir rolü var. ‘engelli olmak bir yeti farkıdır’, ‘sakat uzuvlarımız yalnızca farklıdır’ vs. Vs. Biz farklı olan ama farklılıklarıyla denk olan sakat bireyler... Neden bugün bu vurguya bu kadar ihtiyaç duyuyoruz? Bugün kendimizi farklılığımız üzerinden tanımlamamızın doğrudan sistemin ihtiyacı olan bir toplumsal formasyonun uzantısı olduğunu söyleyebiliriz. İşi biraz daha ileri götürürsek, farklılık vurgusunun ön plana çıkarılmasının hala bir kategorilendirme işlemini sürdürdüğünü ekleyebiliriz. Halbuki benim ötekilerden farklı olmam, ben olarak beni tanımlamak açısından ne kadar küçük ve anlamsız bir veri. Neden başka bir şeyle değil de farklılığıyla tanımlıyoruz kimliğimizi? Kimliğin asıl işlevi bir bütün olarak bir bireyi gerçekten ve tam anlamıyla tanımlamak değil; onun sistem karşısındaki konumunu belirtmektir. O halde sistemle derdi olan benim gibi sakatlar açısından sakatlığın bir farklılık olduğuna dair vurgunun da eleştirel bir şekilde kabul edilmesi, bu vurgunun sistemle ilişkisinin sorunsallaştırılması gerekiyor.
Bugün anaakımlaşan sakat figürler, kamusallaşan sakatlık deneyimleri, teknolojinin sağladığı kolaylıklar sakatların kurtuluşunun ehlileştirilmiş kapitalizmden geçtiği duygusunu köklüyor. Burada temkinli olunması gereken birkaç nokta var. Her şeyden önce kapitalizmin sakatlığın yalnız en iyi değil en kötü deneyimlerinin de sorumlusu olduğunu hatırlamak gerek. Sakatlığın bir eksiklik olarak deneyimlenmesi ancak rekabetçi bir sosyal yapı içinde mümkün olabilir. Kapitalizmin rekabetçi yapısı bizi önce sakatlıyor sonra da ‘acıklı halimize’ kendince çözümler getiriyor.
Ve bir adım daha: sisteme inandırmanın yolu önce ilerlemeci bir tarih anlayışını kabul ettirmekten geçiyor. Biz tarihte ucubelerin en ucubesi olduğumuza inanan sakatlar elimizdekine sıkıca sarılmak istiyoruz. Halbuki bütün bu seri boyunca bunun tam aksini gördük: belki de tarihin bir noktasında sakat bir atamız bizden daha entegre, organik bir hayat sürmüştü.
Selina Mills tarihte benzerlerini bulmanın kimlik oluşumu açısından öneminden bahsetmişti. Biz de burada tarihin bize alternatiflerin, başka ihtimallerin var olduğunu gösterdiğini söyleyerek bitirelim.