Toplam Okunma 0
Kırmızı beyaz pötikareli bir masa örtüsünün üzerinde yakın açıyla çekilmiş beyaz bir tabak, içerisinde kaseye konulup ters çevrilerek şekilli duran salçalı bulgur pilavı yer alıyor. Pilav üzerinde üç ypapraklı nane ve sol yanında yer alan dilimlenmiş salatalık turşusu ile süslenmiş. Masanın arka fonunda yeşillikler ve domatesler bulunuyor.

Ocak ayında vefat eden Türk Musevi’si yazar Mario Levi “Size Pandispanya Yaptım” isimli kitabında “pandispanya” isimli pasta çeşidinin tarifini verirken aynı zamanda onun Musevi gelenekleri içerisindeki yerine de değiniyor. Ben de onun gibi nihayet yapmaya muvaffak olduğum bulgur pilavının tarifini verirken bunun benim şahsi hayatımdaki ehemmiyetli rolüne de değineceğim. Öyleyse işe tariften başlayalım.

 

İnce doğranmış soğanları yağın içinde, kısık ateşte kavurduktan sonra üstlerine salça ve eğer istersek bir miktar sos ekleyip onları da soğanlarla beraber bir süre kavuruyoruz. Pilavın sosu rendelenmiş domates olabileceği gibi, biber gibi yemeğe katılabilecek malzemelerden de yapılabilir. Tüm bu malzemelerin sırasıyla kavrulduğunu erişilebilir bir şekilde anlamanın en iyi yolu, kokularına ve tencere içerisinde eriyip dağılmalarına dikkat etmektir bence. Malzemelerin tencere içerisinde eridiğini anlamak için bir yandan malzemeleri tahta kaşık ile karıştırırken diğer yandan kaşığın ucuyla onların tencere içerisindeki vaziyetlerini kontrol etmek mümkündür. Eğer malzemeler ilk bulundukları halden farklı olarak tencere içerisine dağılıyor ve koku veriyorlarsa malzemelerin kavrulma safhası tamamlanmış demektir. Malzemeler kavrulduktan sonra bir ya da iki su bardağı bulguru tencerenin içine boşaltıp diğer malzemelerle beraber kavuruyoruz. Burada dikkat etmemiz gereken husus, bulgurların tencere içinde dağınık değil toplu bir vaziyette bulunmasıdır. Ben “iki su bardağı” dedim ama siz evdeki kişi sayısına göre bu miktarı arttırabilir ya da azaltabilirsiniz. Bulgurların kavrulduğunu yine tahta kaşık yardımıyla anlayabiliriz. Eğer kaşığın ucundaki bulgurlar sertliğini kaybetmeye başlamışsa kavrulma işlemi tamamlanmış demektir. Vakit kaybetmeden, önceden ısıttığımız suyu tencereye döküp kapağını kapatıyoruz. Bulguru 30-35 dakika kısık ateşte pişirdikten sonra ocağın altını tamamen kapatıyoruz. Artık pilavımız hazır.

 

Tüm bunların benim şahsi hayatımdaki yerine gelince, ben bulgur pilavı yapmayı rehabilitasyon merkezinde öğrenmiştim. Gün geldi, öğrendiklerimi yalnız yaşadığım evimde tatbik etmeye kalktım. Fakat her seferinde kavurduğum malzemeler yanıyordu. Hatta bir seferinde az kalsın evi yakacaktım. Malzemelerin her seferinde yanmasının bir sebebi olmalıydı. Ama bunun sebebini kime sorsam kör olduğum için her seferinde malzemeleri iyi kavuramayıp yaktığımı söyleyeceğinden emindim. Hele anneme veya akrabalarımdan birine malzemelerin her seferinde neden yandığını soracak olsam lüzumsuz telaşa kapılırlardı. Bu işin sırrını sessiz sedasız öğrenmem şarttı. Neden sonra kendisi de benim gibi kör olan nişanlımdan malzemelerin yanmaması için tüm pişirme süresi boyunca ocağın kısık ateşte bulunması gerektiğini öğrendim. Ve son bir kez şansımı denemeye karar verdim. Dolapta yanmamış bir tek soğan vardı. Onu doğrayıp yukarıda sözünü ettiğim tarife göre pilavı yaptım. Bu sefer ocağı en kısık ayara getirdiğim için malzemeler yanmadı. Sonunda enfes bir bulgur pilavı yapmaya muvaffak olmuştum. Gel gelelim, pilavı koyduğum tabağı masaya götürürken tabak elimden düştü ve pilavın yarısı sayılacak bir miktar yere döküldü. Verdiğim emeğin yarıdan fazlası böylece elimden gitmiş oldu. Ama tencerede kalanlar bana fazlasıyla yetti. O gün karnım doymuştu. Daha da mühimi en az dört kelle soğanı salçayla beraber yaktıktan, yarım kilo bulguru çöpe attıktan sonra yapmaya muvaffak olabildiğim pilavı tabakta masaya götürürken yere saçmama rağmen nihayet kendi el emeğimle beni aç bırakmayacak bir yemek yapmayı öğrenmiştim.

 

Ezcümle engelliler olarak hayata dair bir şeyler öğrenmeye, bir şeylerin üstesinden gelmeye her kalkışımızda en yakınlarımız başta olmak üzere daima bir kösteklenme haliyle karşı karşıya kalıyoruz. Bir yemeği güzel yapmaktan bir yerden başka bir yere gitmeye varana kadar azmettiğimiz herhangi bir işi neden yapamayacağımızı anlatmanın yanı sıra yapmayı düşündüğümüz iş için lazım gelen malumatı saklamak şeklinde tezahür eden bu tavrın bizi hayatın hep bir adım gerisinde tutmaya matuf olduğu aşikâr. İşte böyle zamanlarda sakatlar arası dayanışma ve tecrübe paylaşımları giriyor devreye. E-posta grupları, sosyal medya ortamında kurulan gruplar, sakatlık üzerine çıkarılan dergiler bu dayanışma ağını büyütüyor. Mesela benim bu yazımı okuyan bir kör bulgur pilavı yapmaya kalktığında malzemeleri kısık ateşte pişirmesi gerektiğini önceden bilecek ve onları yakmayacaktır. Dilek’in, Nurşen ablanın kör ebeveynler olarak edindikleri tecrübeleri ihtiva eden yazıları okuyan başka kör ebeveynler onlarla benzer durumlarla karşılaştıklarında ne yapmaları gerektiği hususunda daha çok bilgi sahibi olacaklardır. İşte bu yüzden dergi yazılarımın hatırı sayılır bir kısmını naçizane edindiğim tecrübelere ayırdım. Bu da öyle bir yazı oldu. İstifade edilmesi temennisiyle.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.