Toplam Okunma 0

Biz bu satırlarda, farklılığı engele dönüştüren fiziksel ve toplumsal bariyerleri çokça anlattık. Asıl sorunun körlük veya herhangi bir yeti farklılığı değil, erişilebilir olmayan fiziksel çevre ve toplumsal önyargılar olduğunu sonsuz örnekle açıkladık.

Bugüne kadar kenarından köşesinden değindiğimiz ancak bir türlü gerçek bir sorun olarak merkeze koyamadığımız bir yarayı deşeceğim burada. Üzerini kapatmış olduğumuz için tartışmaya pek gerek görmediğimiz ama o yara bandını bir kaldırırsak altından iltihap akacak olan ve bizi içten içe zehirleyen o yaradan bahsedeceğim. Ben de dahil olmak üzere gerçekten düşünen ve hissedenlerin canı yanacak. Öyle ki bırakın sağlamcı toplumu, hak temelli aktivizm yanlısı arkadaşlar bile bu konuya mesafeyle yaklaşacak. İşte o yaranın adı, tedavi.

“Hiç tartışmayalım bu konuyu!” diyen; “İsteyen tedavi olur, istemeyen olmaz. Zaten şu an bir tedavi de yok!” diye de hızlıca akıl yürüten arkadaşlar, ellerinde yara bantlarıyla koşmaya başlamışlardır bile. Ancak “tedavi” düşüncesi ve söylemi hiç öyle çabucak üstünden atlanacak bir konu değil. Bizi içten içe nasıl öldürdüğünü anlatayım biraz.

En yakınlarınızdan yolda hiç tanımadığınız kişilere kadar birçok kişi sizin için bir tedavi olup olmadığını soruyor. Bunun olması gerektiğini düşünüyor, bunu umut ediyor, bunu istiyor, belki de araştırıyor. Peki bu ne demek?

“Ben bu durumu kabul etmiyorum!” demek. “Ben senin bu halini kabul etmiyorum. Körlüğünü / farklılığını kabul etmiyorum. Seni böyle olduğun gibi kabul etmiyorum!” demek. Yani kısaca “Seni kabul etmiyorum” demek. Bunun bir insanı içten içe nasıl yaralayacağını düşünebiliyor musunuz? Olmamanız gereken bir formda insanların arasındasınız. Olmaması gereken bir şeyler oluyor varlığınızla. Eksiksiniz, bozuksunuz, keşke öyle olmasanız.

İşte tedavi bu demek. Size tedavi seçeneği her sorulduğunda bir kez daha kabul edilmemeyi deneyimlersiniz. Keşke herkese, “Beni böyle kabul edin!” diye haykırabilseniz. Çok küçük yaşlarından beri doktor doktor gezdirilenler bunu iyi bilirler. Ayak üstü havadan sudan konuştuğu kişiden birden bire, “Tedavisi yok mu?” sorusunu duyanlar iyi bilirler. Sevgi ilişkisi kurduğunu zannettiği kişinin, “Keşke bir tedavisi olsaydı” temennisini duyanlar da iyi bilirler. “Beni çok iyi anlıyor” dediği arkadaşından, “Körlüğe Çare Bulundu” başlıklı haberin bağlantısını bir sabah mesaj olarak alanlar da anlarlar aslında kabul edilmediklerini. Anlarlar da belli etmezler. Kendilerinden bile gizlerler kabul edilmediklerini. Can yakıcıdır çünkü. İçten içe çürürler bu yüzden.

Sadece sağlamcı toplum mudur bunu yapan? Hayır. Ne yazık ki hayır. Yeti farklılığı olanlar da bu sağlamcılıktan muaf değildir. Yıllarını olası bir tedavinin arayışıyla geçirenler var. Arama motorlarına her gün hastalığının adını yazıp saatlerce konuyla ilgili tedavi yazılarını okuyanlar var. WhatsApp grupları kurup her gün yüzlerce mesajla bu konuyu konuşan topluluklar var. Küçücük bir iyileşme umudu için retinasını kesip biçtirenler var. Tedavi gelene kadar okuduğu üniversiteyi donduranlar, anne - baba olma hayallerini tedavinin bulunacağı güne erteleyenler, hiçbir güvencesi olmayan araştırmalarda denek olmak için para toplayanlar, yardım dilenenler, varını yoğunu dolandırıcılara yatıranlar var. Sonsuz çaba ve sonsuz hayal kırıklığı döngüsünde yaşamları yitip gidiyor insanların. Ne uğruna?

Peki olası bir tedavinin hiç mi makul bir tarafı yok? Hayır, yok. Yeri geliyor, en güvendiğim yoldaşlar bile konunun üstünden atlamaya çalışıyor. “Eğer körlük sarı ya da siyah saçlı olmak gibi bir farksa” diyorlar, “o halde bir kişinin saçını boyatmayı tercih etmesi gibi bir şeydir tedavi olmak da.” Bu mantığa bürüme çabası, yarayı açmaktan korkmaktır işte. Aynı şey değil çünkü. İnsanlar saçlarını sarı ya da siyaha boyamadıklarında için için öldürülmüyorlar, varlıklarının hem kendileri tarafından hem de çevre tarafından olduğu gibi kabul edilmediği bir yaşamı sürmek zorunda kalmıyorlar.

“Tedavi söylemini tümden ortadan kaldırmak mümkün mü?” derseniz, cevabım “Hiç şüphesiz evet.” Bir örnekle anlatayım. Yeryüzünün bizim yaşadığımız bölümünde hemen hemen dengeli bir biçimde gece ve gündüz yaşanıyor. Gece olduğunda elektrik sayesinde, daha önceden de daha başka yöntemlerle, bir şekilde aydınlık sağlanıyor. Gecenin oluşumu, Dünya’nın Güneş’in çevresinde dönüşü sonucunda gerçekleşiyor. Bu son derece doğal ve kabul edilmesi gereken bir durum. Biz geceleri de gündüz yapabildiğimiz işleri yapabilmek için bulunduğumuz ortamları aydınlatmanın yollarını buluyoruz. Ama Dünya’nın Güneş çevresindeki dönüşünü durdurmaya çalışmıyoruz. Ne dersiniz, aslında öyle yapılsa daha mantıklı olmaz mıydı? Bir sürü düzenleme yapılıyor geceleri aydınlatmak için, sokak lambaları, elektrik sarfiyatı vs. Bunun yerine bir yolu bulunsa da Dünya’nın her yeri her an Güneş görse. Belki bir gün yapılır ama şu an için konuşulmaya bile değmeyecek bir fikir bu. Düşünsenize her akşam insanlar söylenmeye başlıyor, “Şu Dünya’nın dönüşüne de bir çözüm bulunamadı, o kadar da kaynak aktarılıyor çalışmalara ama. Böyle giderse yüz yıla kadar gecenin çaresi kesin bulunur diyorlar…” Bir de bugün ev ve iş yerlerinin aydınlatılması için kullanılan bütün maddi ve düşünsel kaynakların, bir gün Dünya’yı durdurabilmek için harcanması gerektiği söylense. Çevrenizde sürekli bu konuda konuşulsa, onlara yorumunuz ne olurdu? “Ne alaka?” demez miydiniz? “Gece oluşundan dolayı sorun yaşıyorsak, aydınlatma imkanlarını geliştirelim, daha verimli, daha temiz enerjiler bulalım vb.” demez miydiniz? Her gün Dünya döndüğü için kahrolan insanlar olsaydık bu çok aptalca ve bir o kadar gereksiz olmaz mıydı? Hem gecenin de kendine has güzellikleri yok mu?

Gece güzel ve doğal da körlük değil mi? Geceyi öldürelim mi? Gazeteler, “Gece Tarih Oluyor” diye müjdeli manşetler atsın mı?

“İsteyen körlükten tedavi olsun, ben karışmam” demekle “İsteyen sağlamcılık yapsın, ben karışmam” demek arasında ne fark var? Tedavi düşüncesi sağlamcılığın can damarıdır. Tedavi fikrine savaş açmadan sağlamcılığa savaş açamazsınız.

Tüm bu anlattıklarımın üzerine bana gelip de hala, “Ama aynı şey değil, falan filan” diyorsanız, kapatın yaranın üstünü; kanıksanmış sağlamcılığın irini zehirlesin hepimizi.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.