Toplam Okunma 0

Selam dostlar,
Bebekti, doktora teziydi derken buraları epey boşladım. Hazır fırsat bulmuşken, sevgili Engin Yılmaz’ın paylaştığı sosyal deney kapsamına giren müthiş video da düşüncelerimi tetiklemişken, son zamanlarda yaşadığım bazı şeyleri paylaşayım istedim. Bazılarında ne tepki vereceğimi bilemedim, bazılarında da “Oh içimin yağları eridi” hissi yaşatan tepkiler verdim. Biraz tartışalım, biraz da birlikte gülelim
ve sinir olalım istedim.

 

Bir iki ay önce kızımı kangurusuna koydum ve yürüyüşe çıktık. Dönüş yolunda yoldan geçen bir araba tam yanımda durdu ve “Pardon bakar mısınız?” diye camdan seslendi. Muhtemelen adres soracak diye düşündüm ve hatta ‘kör birine adres soran biri’ diye aklımdan geçirip kendimce mutlu oldum. Adam “Thanks for being so awesome. My baby is also with me, in the car” yani “Bu kadar müthiş olduğunuz için teşekkürler. Benim bebeğim de burada, arabada” deyip gaza basıp gitti." Ters köşe oldum resmen. Ne diyeceğimi bilemedim. Zaten araba da çoktan gitmişti. Karışık düşünceler geçti kafamdan. Şimdi acaba öfkelenmeli miyim? Sıradan bir anne gibi algılanamaz mıyım, çocuğuyla sokakta yürüyen? Bu adam her gördüğü bebekli kadına durup böyle söyler mi? Bir kör olarak benden beklenmeyen bir performans mı sergiledim bir bebekle sokağa tek başıma çıkarak? Bu yüzden mi takdir edildim? Sorular, sorular, sorular…


Adam “Ay ne kadar da harikasın, bebeğin bile var” ya da “Hayata küsmemişsin” gibi bir şeyler zırvalasaydı, yukarıdaki soruları fazla düşünmeden sinirlenirdim hemen. Fakat adamın teşekkür etmesi ve kendisinin de bir bebeğinin olduğunu belirtmesi işleri karıştırdı. Acaba bu adamın kafasından ne geçmişti de arabayı durdurup bunları
söylemişti?


Biraz daha düşününce, sanki küçümseyici, ötekileştirici gereksiz bir iltifat gibi değil de samimi içten bir takdir gibi algılamaya karar verdim adamın söylediklerini. Evet sıradan bireyler gibi algılanmak istiyoruz çoğumuz ve bazen toplumdaki tüm olağan bireyler gibi görünmez olmak. Fakat bazen takdiri iltifatı kabul edemez miyiz?
Engelli olmak tüm iltifatları tenis topu gibi geri fırlatmayı mı gerektiriyor? İçinde yetiştiğim toplumu ve aileyi düşündüm. Ben çocukken, gençken, aslında hemen her zaman, etrafımda pek çok kadın vardı, yalnız başına çarşıya pazara gidemeyen, bankamatikten tek başlarına para çekemeyen ve fakat kültürel olarak kabul gören hatta belki takdir edilen. Aileme kalsa hayatıma oradan oraya taşınan bir sepet gibi devam edebilirdim.

 

Baston kullanmamı kimse teşvik etmedi hatta önermedi bile. Lisede hazırlık okurken İngilizce öğretmenim okul değiştirmemi, benim için daha kolay olacak yani daha düşük seviyede eğitim veren bir okula geçmemi önermişti. Evlenmemi de beklemiyordu pek ailem. Nereden geldiğimi düşününce ben de kendimi takdir ettim, biraz hoşlandım sanki bu garip davranıştan. Adam bunları bilmiyordu elbette. Fakat toplumdaki önyargıların, dışarıdaki erişilebilirlik sorunlarının farkındaydı belki. Belki takdir etmişti beni çünkü kör olmama rağmen değil, bu kadar çevresel olumsuzluğa rağmen dışarı çıkmıştım. Belki kalıpları yıktığım için, sıradan bir insan, bebeğini gezdiren sıradan bir anne olduğum için beni müthiş bulup teşekkür etmişti. Belki, belki, belki… Keşke bilseydim aklından neler geçtiğini.
 

Gelelim iki gün önce yaşadığım, şüpheye yer bırakmayacak kadar açık biçimde gıcık edici olaya… Okuldan eve dönerken bir durak erken inip kendimi bir külah dondurmayla ödüllendirmeye karar vermiştim. Dondurmacıya girip saçma sapan bir soruyla karşılaşmadan ve ilginçtir ki kıl bir davranışa maruz kalmadan dondurmamı aldım. Keyifli keyifli eve doğru yürürken karşıdan gelen bir kadın, beş altı metre ileriden yüksek sesle konuşmaya başladı. “Have you always been blind?” Türkiye’de sorarlar ya seninki doğuştan mı sonradan mı diye… Bence aynı o işte. Tam çevirmek gerekirse “Sen hep kör müydün?” denebilir. Artık biraz dilim sivrildi mi desem hazırlıklıyım mı desem bilemedim. Kadına yapıştırdım cevabı: “Have you always been sighted?” Ben de ona “Sen hep görüyor muydun?” dedim karşılık olarak. Anlamadı elbette. Tekrar ettim. Kadın “Evet” diye cevap verdi ve saçmaladığının farkına vardırma çabamı görmezden gelerek konuşmaya başladı. Onun da kuzeni varmış görmeyen ama ona beyin tümörü tanısı konmuş falan filan. “Kusura bakmayın eve gitmem gerek” deyip yürüyüp uzaklaştım. Sonra düşündüm, keşke minik oyunumu devam ettirseydim diye. Ben de kadına “Benim de bir kuzenim var, o da görüyor ona da ishal teşhisi kondu” gibi şeyler söyleseydim acaba anlar mıydı?


Bu aralar bu tekrarlama yöntemini çok kullanır oldum. Kendi çapımda eğleniyorum. Taksici inerken “Dikkatli olun” diyor mesela. Ben de “Siz de dikkatli olun” diye cevap veriyorum. Tatlı tatlı yürürken gelip “Yardıma ihtiyacın var mı?” diye soranlara, “Hayır sizin var mı?” diye soruyorum. Sonra üzülüyorum biraz. En azından koluma yapışmak yerine sormuştu keşke terslemeseydim diye. Geçenlerde uslu uslu yardıma ihtiyacım olmadığını söyledim ama arkadaş ısrarcı çıktı. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Tepem attı “Eve gidiyorum. Sen?” diye cevap verdim. Aptal, yanlış anladığımı düşünüp açıklamaya girişti. Gideceğim yere gitmeme yardım edecekmiş de ondan sormuş falan filan. İşte böyle dostlar. Bu yansıtma yöntemini çok seviyorum. Biraz daha alıştırma yapmalı, hazırlıksız yakalanmamalıyım.

 

Sizin de hoşunuza gider ve uygularsanız benimle paylaşabilirsiniz.


Bir dahaki buluşmamıza kadar kalın sağlıcakla.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.