Toplam Okunma 0

Merhaba değerli arkadaşlar,
Ben Emir. Teknolojik ortamda yazı yazmayı fazlasıyla seven körler grubu arasındayım. Gerçekten de teknolojik ortamda yazmayı olması gerekenden de fazla seviyorum. On parmak olsun, iki parmak olsun…
Ve sekiz yıl boyunca ilkokul hayatımda yaşadığım en komik, en ders verici maceralarımı klavyeye dökmek istedim.
Bir körün okuldaki hayatını, bir o hayatı yaşayan kör bir de Allah bilir. Kafa kafaya çarpışmaktan tutun, yanlışlıkla olsa da kol kırmaya kadar neler neler…
İlk olarak birinci sınıfta okulda kırdığım kol maceramla başlamak isterim yazıya.
Görme engelliler arasında popüler olan goalball oyununu iki arkadaşım okulumuzun arka tarafında bulunan dar ama uzun, üstü açık mekânda oynuyorlardı. Ben de oynamak için izin istemiştim ama nafile... Bilirsiniz ki görme engelliler başladıkları bir goalball maçına sonradan kimseyi almazlar.
Ben de inat olsun diye sahanın ortasına sessizce girdim, bilirsiniz çocuk hayalleri.. Arkadaşımın yaptığı atışta top saha dışına çıkmıştı. Ve diğer kaledeki arkadaşına “koş, al!” diye bağırdı. Bağırmasıyla kendisinin koşması bir oldu. Ve ortada duran bana öyle bir şiddetle çarptı ki saliseler içerisinde kendimi yerde buldum. Sonra yerden kalkmayı başardım,  Yine hiçbir şey olmamış gibi devam ettim. Derslerde öğretmenler fazla yormadı da eve gidince bir de evde kolumun üzerine düşmez miyim? Bu sefer şiddetli ağrı oldu ve dayanamayınca hastaneyi boyladım. Benim kol alçıya alındı ve tam tamına bir ay okula gidemedim. Bir ayın sonunda çok şey kaybetmiştim. Arkadaşlarım şarkı ezberlemişlerdi, Braille alfabenin kısaltmalarını sökmüşlerdi.  Ama olsun diyorum iyi ki de olmuş, çünkü kolumu kıran arkadaş şu anda en iyi dostum denebilecek insanlardan biri…
İkinci sınıfta ise bir baş yarma olayı başıma gelmişti. Yine görme engelliler okullarında klasik oynanan oyun, trenciliği oynuyorduk. Üç beş arkadaşım “Sinop kalkıyor, Sinop kalkıyor! “diye bağırıyordu. Ben de “İzmir kalkıyor! İzmir kalkıyor!” diye bağırıyordum birkaç arkadaşımla. Hep beraber arka arkaya dizilerek okul içerisinde koşuşturuyorduk. Koşuşturmasına koşuşturalım, ama ben önde olduğum için birkaç kişi ile beraber takılıp düştüm. Bu sefer de başımın arka kısmı yarıldı. Aradan altı yıl geçse de yarılan yerden hala saç çıkmıyor.
Dördüncü sınıfta ise bir şiddetli merdivenden düşme olayı yaşadım. Okulumuz dördüncü sınıftayken temel bir tadilata girmişti biz de okulun bir adım yanında bulunan gören öğrencilerin okuduğu okula öğlenci olarak bir yıllığına geçiş yapmıştık. Yeni geçtiğimiz okulu sorarsanız, koridorların ortaları geniş yuvarlak duvarlarla kaplanmış ve birçok yerde merdivenler bulunuyor. Yani anlayacağınız hiç de erişilebilir değildi. Olsun yine de alıştık ama alışsak da merdivenden düşmekten kurtulamadım. Yine bir okul çıkışıydı herkes çantalarını kabartma kitaplarla dolduruyordu, ben de öyle. Zil çaldığında yine tüm okul hızlı hızlı merdivenlerden iniyorduk. Ben de o önden hızlı hızlı inmek isteyen öğrencilerdendim. Okul binasının çıkışında yaklaşık sekiz basamak merdiven vardı. Ben bu merdivenden hızla inerken sınıf arkadaşım yine hızla bana çarptı ve kendimi yerde buldum. Yerden kalkıp servise yürüsem de alnımın şişmesinden kurtulamadım ve alnımda hala bıraktığı o izden.
Beşinci sınıfta ise bir dayak yeme olayı olmuştu ama bu sefer müdür yardımcısından! Ben kullandığım sıranın hep kapak başlarına kabartma kalemin sivri ucuyla delik açardım ve oralarda kalemin ucunu büker, kalemin ucunu orada bırakırdım. Anlayacağınız kalem uçsuz olurdu. Bunu devlet mallarına zarar verdiğimi düşünerek kim olduğu bilinmese de biri müdür yardımcımıza ispiyonladı. İspiyonladı ispiyonlamasına ama ne ispiyonlamak. Müdür yardımcımız bir dersteyken sınıfa girdi ve durumu benimle tartıştı. Yine bir arkadaşım ben ayaktayken kalemini benim açtığım deliklere sokarak öğretmene, “öğretmenim, öğretmenim” diyerek seslendi ve beni kast ederek “bakın Emir kalemini yine buraya sokmuş” diyerek müdür yardımcısını daha da bir sinirlendirmişti. Sonra müdür yardımcısından dayağı ye babam ye.
Bir de sınıf defterine çay dökme maceram var. Bu macerada hatalı bir öğretmen olsa da anlatmak isterim.  Dersimiz müzikti. Herkes bir enstrüman ile bir şeyler çalmaya çalışıyordu. Benim elimde bir gitar, bir de darbuka vardı. Nasıl olduysa darbukayı elimden bıraktım. Bir öğrenciye notaları anlatırken öğretmenimiz, ben de masayı her görme engelli gibi incelemeye başladım ve öğretmenimizin masaya bıraktığı dolu çayı sınıf defterimizin üzerine deviriverdim. Amacımın kesinlikle böyle bir şey olmadığını bilmenizi isterim. Uzun bir süre defteri çaylı olarak kullandık. En sonunda da aramızda para topladık, defteri yeniledik. Törende hatamı telafi ettiğim için müdürden tebrik aldım.
Yedinci sınıftayken de bu sefer körlüğümüzü kullanarak kekliğe geldik. Bir derste bir konu hakkında tartışıyorduk. Tartışma dozunu kaçırmıştı. Bu kargaşa içerisinde bir arkadaş öğretmenden tuvalete gitme izni alır ama bunu sınıf duymamıştı. Ve kapıyı çekip gidince herkes öğretmenin gittiğini sanmıştı ve tüm sınıf “ah ya, biz seni böyle bilmezdik” gibisinden atıp tutmaya başladı. Bu arada öğretmenimiz görme engelliydi ve kendisi masanın altına saklanmış. Arkadaşımız geri gelince olayın foyu fosu ortaya çıktı ve tüm sınıf uzun bir süre dillerde dalga olmuştuk.
Sekizinci sınıfta ise bir eşek şakası tatmıştım. Bu şaka da birinci sınıfta kolumu kıran arkadaş tarafından gerçekleştirilmişti. Arkadaşımla beraber sınıfa muhabbet ederek girdik. Arkadaş sırama kadar gelmişti benimle ama hala muhabbet devam ediyordu. Benim sıraya oturacağımı hisseden arkadaşımın benim oturmaya hazırlanmamla sırayı çekmesi bir olmuştu ve yine bu sefer yere ben düştüm. Bana bir şey olmasa da tüm okulun dilinden uzun bir süre düşmedim.
Aslında yaşadığım daha çooook macera var okul içerisinde. Yazsam roman olur! Ama sizle paylaşmak istediklerim bu kadardı. Belki sizlere saçma ya da gereksiz gelebilir ama ben bunları hatırladıkça hep gülümsediğimi söylemek isterim. Hepinize kucak dolu sevgilerimle, saygılar…


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.