Toplam Okunma 0

Ayağımın tozuyla geldiğim Kanada yolculuğunu sıcağı sıcağına sizlere anlatmak istiyorum dostlar. Yolculuğa geçmeden önce biraz bu seyahatin perde arkasından bahsedeyim. Amerikan Psikolojik Danışmanlar Derneği (ACA) her yıl ulusal bir kongre düzenliyor, bu yıl ulusal kavramını biraz geniş tutmuşlar ve konferansı Kanada’nın Montreal şehrinde yapmaya karar vermişler. Bu yıl bir poster sunumuyla ve uluslararası öğrenciler panelinde panelist sıfatıyla katıldığım kongre benim ilk ACA deneyimim. Bu konferansa Amerika’nın her yerinden meslek elemanları ve öğretim görevlileri katılıyor. Ortalama katılımın üç bin civarında olduğu söyleniyor.

Daha önce uluslararası tek başıma seyahat ettim fakat Kanada’da hiç bulunmadım. Ayrıca önceki seyahatlerimde uçaktan indikten sonra genelde beni karşılayan biri oluyordu hep. Montreal’de ağırlıklı olarak Fransızca konuşuluyor olması, bu yolculuk boyunca daha önce hiç bulunmadığım bir ülkede tamamen bağımsız hareket etmek durumunda olmam, konferansın çok büyük olması ve birden fazla binaya yayılmış olması gibi bazı faktörler ilk başta beni kaygılandırmadı desem yalan olur. Fakat yolculuk sonra hissettiğim başarma duygusu tüm bu kaygıları unutturdu. Özgürlüğün ve özgür olabilmenin tadı bambaşka. Şimdi bu maceranın detaylarına geçeyim.

Uçak biletimi alırken, görme engelli ve köpek kullanıyor diye bir seçenek vardı. Daha uyumlu bir seçenek olmadığından onu işaretledim. Tanıdığım Elif’in sonrasında arayıp doğrulaması gerekirdi, fakat yapmadım. Havaalanında check in yaparken asistan istediğimi belirttim. Uçuşlar arasında transfer olmak olurken bu çok işe yarıyor. Havaalanları çok büyük ve oldukça karışık yerler. Uçuşlarım çok uzun değildi fakat Toronto’da aktarma yapmam gerekiyordu. Uçuş görevlileri ve havaalanı personeli koordineli çalışıyor. Sizi gelip uçaktan alıp uçağa götürüyorlar. Hatta bunun bazı avantajları bile var. Gören kişilerle seyahat ederken, zaman zaman havaalanının içinde kaybolup aşırı vakit kaybettiğim oldu. Alan görevlileri her yeri bildiğinden, bu hiç olmuyor.

Montreal’a vardığımda, alan görevlisinden bana taksiye kadar eşlik etmesini rica ettim. Herkesin “Seni alacak biri var mı?” sorularına sürekli “Hayır” cevabı vermekten yorgun düşmüşken, sonunda kendimi taksiye atabildim. Taksi şoförüm İranlı bir veterinerdi. Yol boyu keyifli bir sohbet ettik. Otele geldiğimde şoförüm bavulumu taşımama yardım edip kapıya kadar eşlik etti.

Otele giriş yaparken, görevliden bana bulması kolay bir oda vermesini rica ettim. Koridor sonu, köşe başı, merdiven yanı gibi herhangi bir belirleyicinin yakınlarında bir oda istedim. Tam koridorun sonunda bir odayı bana verdiler. Kayıt işlemleri tamamlanınca, kayıt masasındaki görevli odama kadar benimle geldi. Asansöre binerken, katta kaç asansör olduğunu ve diğerlerinin yerlerini sordum. Asansörde, bana gerekli olacak katların düğmelerini göstermesini istedim. Düğmelerde Braille ve Latin harflerin kabartılmış halleri vardı. Odaya geldiğimizde, kapıyı açan kartı daha kolay kullanabilmek için, yanımda getirdiğim yapışkanlı kabartma noktacıkları devreye koydum hemen. Görevli kartın sağ üst köşesine bir nokta yapıştırdı. Böylece kartımı hep ilk denemede kullanıp kapıyı sorunsuzca açabildim. Görevliye, içeride varsa mikrodalgayı da böyle etiketlemek istediğimi söyledim. Fakat yokmuş. Resepsiyonu nasıl arayacağımı da öğrenince, işi hallettiğimi düşündüm ve görevli gitti. Atladığım iki önemli nokta olmuş. Mikrodalga yoktu ama ısıtıcıyı nasıl kullanacağımı sorsaydım iyi olurmuş, bir de prizlerin yerleri. Neyse çok sorun olmadı, arayıp buldum, deneyerek keşfettim.

Telefonuma “Seeing Eye” GPS kurmuştum. Odadan baktığımda, o anki lokasyonum olarak gösterdiği yerin, otelin adresiyle alakası yoktu. Sabahın dördünde yola çıktığımdan olsa gerek, hiç dışarı çıkacak halim yoktu ve biraz dinlenmek için uzanıp uyuya kalmışım. Telefonun sesiyle uyandım, oda arkadaşım gelmiş. Biraz takılıp akşam yemeğine “China Town” denen, otelin hemen arkasındaki, Taksim’in ara sokaklarını andıran bir yere gittik. Hayatımda ilk kez Çin yemeğini beğendiğimi söyleyebilirim. Ertesi gün konferans binasına gitmek için GPS’imi kullanmaya oldukça kararlı bir biçimde uykuya daldım.

Sabah erken kalkıp kahvaltı katına indim. Ses ve kokuların geldiği yöne yürüyüp kahvaltı salonuna girdim. Bir görevli hemen gelip açık büfeden kahvaltı almama yardımcı oldu. Kahvaltı masasında birileriyle tanışıp günlük sohbetler ettim. Sonra oda arkadaşım da kahvaltıya geldi. Kahvaltıya gelmek için onu beklemek zorunda olmamak güzel bir histi. Kahvaltı sonrası konferans merkezine birlikte yürüdük. Binaya gitmek kolaydı ama binanın içi çok karışıktı. Binanın dokuz asansörü ve yedi yürüyen merdiveni vardı. İçeri girer girmez, önümüzdeki dört gün boyunca sık sık kaybolacağımı anladım. Konferanstaki muhtemelen tek ya da iyi ihtimal iki üç görme engelliden biriydim ve hiçbir şey körler için düzenlenmemişti.

Konferansa özel yazılan bir akıllı telefon uygulaması var. Uzun uğraşlar sonucunda, nasıl kullanacağımı keşfettim. Düğmeler etiketlenmediğinden, keşfetmem biraz zor oldu. Bu uygulama üzerinde gitmek istediğim oturumları bulup programıma ekledim. Böylece en azından hangi numaralı odaya gideceğim elimde erişilebilir bir biçimde vardı. Bu uygulama olmasaydı, programımı word belgesi üzerinde yapacaktım ve dropbox veya e-postam üzerinden erişecektim.

İlk oturumdan çıkınca, başka hiçbir odayı bulamayacağımı anladım. O an duruma sinir oldum. Oda numaralarının Braille olmamasına ve ACA’nın konferansı erişilebilir tasarlamamasına gıcık oldum. Etrafımdaki birinden, kayıt masasını bulmama yardımcı olmasını rica ettim. Kayıt olurken, durumu anlattım ve bir şeyler yapılmasını istedim. Konferans masasından bir gönüllü bana tahsis edildi. Gönüllü koordinasyon odasına gittik. Onları organize eden kişilere tanıştırıldım ve odanın telefonunu aldım. Bana tahsis edilen görevli öğle arası boyunca da bana eşlik etti. Birlikte yemek yedik. Başka gelen Türk arkadaşlarla tanıştım. Yemekte Türk arkadaşlarım olmasına rağmen, gönüllüm Amanda benimle kalmayı tercih etti. Daha sonrası için plan, ihtiyacım olduğunda gönüllü odasına telefon etmekti. Bu plan konferansın geri kalanında çok işe yaradı. Türk arkadaşlar da sağ olsunlar kendi aralarında minik bir gönüllü ağı kurdular. Whatsup üzerinden sürekli yazıp konum bildiriyorlar, gerekirse onlara ulaşabileceğimi söylüyorlardı. İşin güzel kısmı, Türk arkadaşlardan birisiyle aynı otelde kalıyormuşuz da haberimiz yokmuş.

İlk gün öğrenci panelinde konuşmam vardı. Gönüllüm bana panelin yapılacağı otele hatta salona kadar eşlik etti. Paneldeki sunumumu yapabilmek için, yanımda taşınabilir NVDA bulunan USB belleğimi götürmüştüm. Bu program son dönemdeki can simidim oldu adeta diyebilirim. Sıram geldiğinde, bir görevlinin küçük bir yardımıyla programı hemen kurup, sunumumu her zamanki gibi bağımsız bir biçimde yaptım. Sonra programdan çıktım ve diğer konuşmacılar bilgisayarı alışık oldukları biçimde kullanmaya devam ettiler. NVDA’yı bilgisayara kuramama ihtimalime karşı, bir gece öncesinden başka çözümler de aradım. Sunumumu Iphone üzerindeki power point ve keynote uygulamalarıyla açtım. Sonuç hüsran. Hiç birinde ok tuşlarıyla dolaşım mümkün değil. Son bulduğum çare, ekte kendime gönderdiğim belgeyi mail üzerinde açıp, roter hareketiyle satır satır dolaşmayı etkinleştirmek ve bu şekilde satır satır okumaktı. Neyse ki bunlara gerek olmadı. Seni seviyorum NVDA.

Sonraki gün kahvaltı salonunda Türk arkadaşımla buluştuk. Laf lafı açtı ve aslında aynı şehirde doğup büyüdüğümüzü keşfettik. Konferans merkezine birlikte yürüdük. İkinci gün poster sunumum vardı. Gayet güzel bir sunum oldu. Sunum sonrası danışmanım beni kutlama yemeğine götürdü. Bu jesti çok hoşuma gitti doğrusu. O akşam ödül töreni vardı ve ben ödül alacaktım. Saat yaklaştığında gönüllü odasını aradım, bir gönülllü gelip beni ödül töreninin yapılacağı otele götürdü. Gönüllüler de başka okullarda psikolojik danışma programlarında öğrenci olduklarından iletişim kurmak çok kolay oldu. Salona gelince, danışmanımı arayıp beni bulmasını rica ettim. Birlikte oturmak istemiştim. Çok kalabalıktı ama neyse bir şekilde buluştuk. O akşam, kendi bölümümden kişilerle bir araya geldik. Küçük bir parti oldu denebilir. Sınıf arkadaşlarım ve hocalarım sanırım ilk defa sınıf dışında benimle bu kadar vakit geçirdiler. Mekân değiştirirken beni bir iki defa masada unutmuş olsalar da bu onlara ders oldu. Bence onlar için büyük bir öğrenme fırsatıydı. Gecenin sonunda mutlu ve yorgundum.

Üçüncü gün konferans merkezine yalnız gittim. İçeride karşıma çıkan ilk kişiden, bana bir görevli bulmasını istedim. Marck adındaki inanılmaz güler yüzlü bu görevli, ilgili odayı bulmama yardımcı oldu. Sonrasında da karşılaştık ve selamlaştık. Yani o bana selam verdi her seferinde. Konferans sonrasında başka bir Türk arkadaşımla, şehrin meşhur kilisesini görmeye gittik. Ardından bavulumu otelden alıp dönüş yolculuğuna başladım.

Sonuçta pek çok zaman etrafımda insanlar vardı. Fakat bu tek bir insana bağımlı olmak, onu hiç alakası yokken konferansa sürüklemek ya da onun konferans deneyimini aksatmaktan çok çok farklıydı. Döndüğümde mutlu ve başarmış hissediyordum. Bunun başka tarifi yok.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.