Biz görmeyenlerin insanları seslerinden tanıması, yine seslerden yaş ya da gençlik-daha az gençlik tahminleri yapması ve bu tahminlerin bazen tutması, başka insanlara şaşırtıcı gelmiştir hep. Bu şaşkınlıklarını seslendirirken kullandıkları en net ifade, bu başarının nedeninin “gönül gözüyle görmek” olmasıdır. Yani bu, kulağın değil gerçek olmayan, ama adı görme organıyla aynı olan bir farklı gözün eseridir. Ve bu göz, nedense hep biz körlerde mevcuttur.
Beni tanıyanlar, öğretmenlik mesleği icra ettiğimi bilirler. Öğretmenlerin bir araya geldikleri, birbirlerine günlerini, dünlerini, geçen haftalarını ve geçen aylarını anlattıkları yegâne yer, öğretmenler odasıdır. Bir öğretmen arkadaşım, benim kendisiyle ilgili tahminlerim karşısında: “Sizin gönül gözünüz çok açık. Hayranım size…” demişti. “Bir vesile olsa da şuna bir ders verebilsem.” diye beklediğim günlerden birinde, öğretmen arkadaşımın saçlarını kızıla boyattığını duydum. Kadın arkadaşlar birbirleriyle konuşuyorken, yukarıda sözünü ettiğim arkadaşın saçlarını kızıla boyattığını söylemişlerdi. Biraz zaman geçip sohbet konusunun değişmesini beklerken: “Hah” dedim. “İşte beklediğim an geldi.” Seslendim kendisine: “Hocam, saçlarınıza kızıl renk çok yakışmış.” Arkadaş afalladı: “Nerden bildiniz bunu?” “Nereden olacak hocam? Gönül gözümle gördüm…” Ben böyle deyince arkadaşım bana inanmadı elbette. “Hadi oradan! Hanımların konuşmasına kulak misafiri oldunuz, şimdi onu bana “gönül gözü” diye yutturuyorsunuz…” Yani sözün özü, inanmadı bana arkadaşım. Oysa giysileri nedeniyle bilemeyeceğim fiziksel değişikliklerini söyleyince durum başkaydı. Örneğin yaşının genç olduğunu söylesem, ya da sesinden yaşının pek ileri olmadığını söylesem…
Şimdi gelin, gönül ve göz arasında ilişki kurmaya çalışalım. Bunu yaparken, sözlüğe bakalım ve tamlamadaki sözcükleri ayırıp ayrı ayrı anlamlarını irdeleyelim.
Önce gönül ile başlayalım. Gönül:
1. isim, sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı
2. İstek, arzu
Göz sözüne baktığımda ise 12 anlam belirdi sözlükte. Bizi ilgilendiren ve en çok kullanılan anlamı ise “görme organı.”
İkisinin tanımlarına bakınca bir birliktelik yokmuş gibi görünüyor. Ama gönül gözünü tanımlarken “Herkesin göremediğini bakmadan gören aslında maddi varlığı olmayan göz” desek herhalde yanlış olmaz.
Gönül gözü, tasavvufta çok kullanılan bir kavram. Önsezi yetenekleri bulunan âlim kişilerde var olduğu düşünülen ve önsezinin kaynağı olan bir hal. Görmeyendeki, gözü görmeden bir şeyleri tanımlayabilme yetisinin; yukarıda tanımlamaya çalıştığım gönül gözü ile hiçbir bağı yok. Bu durumun gelişme ile ilgili olduğu değil, Allah tarafından verilen bir ayrıcalık olduğu düşünülüyor ki vahim bir yanlışlık. Gözü tüm duyu organlarının üstünde tutan bu yaklaşım, göz olmadan da bir şeyleri bilebilme yeteneğine “gönül gözü” deyivermiş.
Hani hepimize yüklenen bir özellik vardır: “Yıllar geçse de tanıdığını sesinden tanır.” diye. Bunu da gönül gözüne bağlarlar. Bazı sezgisel tahminlerimizin doğruluğu karşısında: “Gönül gözü (kalp gözü diye de söylenir) açık” denir.
Yukarıda da söylediğim gibi, gönül gözü diye bir şey varsa, bu Yunus’un, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın, Pir Sultan’ın, Köroğlu’nun ve benzeri tasavvuf ehlinin üstün halleridir. Biz görmeyenlerinki ise, gözünü devre dışı bırakarak diğer organlarına gözün görevini dağıtarak elde ettiği beceriler bütünü.
Belki bir laf kalabalığı söylediklerim, belki de üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Kararı siz verin. Ya atın tarih çöplüğüne, ya da naçiz bir değer verip üzerinde düşünün ve karşı tezler ya da pekiştirme yazıları yazın.