Gerçek hayali aştı, ufuklar uzak değil
En olmaz isteklere uzanmak yasak değil
(Mehmet Çınarlı)
Boğaziçi Üniversitesi’nde 3. Kuzey Yurdunda körlere ayrılmış sesli çalışma odasında oturmuş yazıyorum bu yazıyı. Bir yandan Engin Hoca’nın JAWS ile ilgili verdiği ödevi yapmak, bir yandan da üniversiteye ve İstanbul’a geleli henüz bir ay olmuşken yaşadıklarımı ve düşüncelerimi taze taze anlatmak için geçtim bilgisayarın başına. Aslında sadece lise hayatım üzerine bir şeyler yazmayı düşünüyordum fakat Elif Emir Öksüz üniversiteli olmanın ilk anlarını yazmamı önerince iki konuyu bir arada yazmaya karar verdim. EEEH dergideki ilk yazım olacağı için belirtiyorum, albinizme bağlı olarak az görüyorum.
Daha iyi anlaşılmak adına biraz daha geçmişten anlatmaya başlamam gerekiyor. Büyük ihtimalle herhangi bir yönüyle toplumun genelinden farklı olan çoğu kişi rahatça anlar bunu. Liseye kadar olan hayatım insanlar tarafından yok sayılmak, garipsenmek ve küçük görülmek üzerine kuruluydu ve bir çocuk olarak içinde bulunduğum dünyayı yorumlamaya kalktığımda kendimi diğerlerinden farklı ama bir an önce onlara benzemesi gereken kusurlu bir yaratık olarak görüyordum. İçinden geçtiğim sosyal ortamı somutlaştırmak için, GETEM’de Engin Hoca’yla aramızda geçen şu diyalog yeterli olacaktır: “Hiç körler okuluna gittin mi?” diye sordu , “Hayır” dedim. “O zaman sözde kaynaştırma eğitimi almışsındır” dedi. İçimden tam olarak ‘sözde’ kaynaştırma diye geçirmiştim. Benim eğitimimin adında da kaynaştırma yoktu çünkü ben görme engelli olarak kabul edilmiyordum, ne münasebet canım! Görme engelli olduğumu 9. sınıfta öğrendim ama o başka bir konu hiç girmiyorum.
Liseye başladığımda her şey çok olumlu bir şekilde değişti ve bu olumlu değişmeleri geçmişle kıyaslayarak anlatmaya çalışacağım.
Lise yılları benim için ilk kabul ediliş, ilk bağımsız hareket, ilk sesli betimleme, ilk erişilebilir hayat yani birey olmanın ilk deneyimi demek. Gittiğim ilk günden mezun olduğum güne kadar koşulsuz kabul gördüğüm hayatımın mükemmel bir dönemi…
Görmekle körlük arasında bir noktada olduğum için bazı şeyleri kavramam ve ifade etmem zor oluyordu. Bağımsız hareketim sıfıra yakındı ve az görenlerin baston kullanabildiğini bilmiyordum bu yüzden yürürken birinin koluna girmek benim için çok önemli bir konuydu _buna şu an gülüyorum_ çünkü tüm yürüyüş boyunca yolu hesaplamaktan, sürekli dikkatli olmaktan ve insanlara yetişmeye çalışmaktan nefret ederdim. Fakat lisenin ilk günü canım Sanem Hocam direkt tutmam için kolunu uzattı, şaşırdım. Açık açık söyleyeyim beş yıl boyunca arkadaşlarımın kolunda gezdim, buradan bakınca kabul edilemez bir durum fakat o zamanlar benim için kafam rahat güvende yürümenin tek yolu buydu. Hiç yalnız bırakılmadım, öyle güzel arkalarına bakarlardı ki geliyor muyum diye… Doyasıya yürüdüm lise boyunca, canım istediğinde kulağımda kulaklıkla veya kafamın içinde bin bir çeşit düşünceyle kendimi o güzel insanların gözlerine emanet ederek yürüdüm…
Önceleri okul gezileri hayatta kalmaya çalışmaktan ibaretti benim için. Demin söylediğim gibi lisede hep arkadaşlarımın yanında yürüdüm, buna ek olarak farkında olmadan sesli betimleme girdi hayatıma. Bir gezide rehber hocamız ne görüyorsun diye sordu, bilmiyorum dedim , başladı çevredeki her şeyi betimlemeye. O zamanlar bilmiyordum böyle şeylerin mümkün olduğunu… İlk sesli betimlemeli filmimi de dostlarımla izledim. Çoğu filmi anlayamıyordum ve bunun benden kaynaklandığını sanıyordum. Bir gün oturdum bir arkadaşımın yanına her şeyi anlat dedim, doğru düzgün anladığım ilk filmdi My Name Is Khan. Sonrasında başka bir arkadaşım altyazılı bir filmi bana betimledi _Nonstop_ aşırı eğlenceliydi….
Yavaş yavaş bir şeyleri anlamaya başlıyordum. Toplumun bana dikte ettiğinin aksine hayatım çok güzeldi, görerek veya görmeyerek; pigmentli veya pigmentsiz hayat çok güzeldi, eşit derecede güzeldi. Bunlara ek olarak eğitimde de bireysel boyutta erişilebilirlik sorunlarım büyük ölçüde çözüldü. Önceki yıllardaki yok sayılmalarımın yerini yine kabul ediliş aldı. Henüz beni tanımayan matematik öğretmenim bütün tahtayı betimlemeye başladı mesela… 9. sınıfın ilk günü Sanem Hocamla beraber tarihçime göremediğimi söylemeye gittiğimizde tarihçim sadece “Tamam” dedi mesela… Bekliyordum ki “Nasıl yani , gözlük taksana , öne geçsene” demeliydi fakat beş yıl boyunca bunların hiçbirini duymadım. Akıllı tahtada soru çözerken o anlık benim çözmem için bir yol bulamadık fakat tenefüste edebiyatçım özür dilemek için yanıma geldi ve ben yine şaşırdım. Şimdi bile gözlerim doluyor.
Ne kadar güzel bir şeydi tam olarak tanınmak… Öğretmenler odasına girdiğimde aradığım hocanın adını ortaya söylerdim, herkes yol gösterirdi fakat en eğlencelisini matematikçim yapardı : “Düz git, sağa dön , hafif sol…” Bir ortama girdiğimde bilirdim arkadaşlarım veya hocalarım kesin bana seslenecek. Buluşmadan önce kıyafet renklerini mesaj atarlardı mesela. Öğretmenler odasındaki çöp kutusuna bir güzel çarpıp bundan zevk almak da çok hoştu… Veeee her güzel şey gibi lisem de bitti.
Şimdi üniversitedeyim ve lise hayatımın bu romantik kısmı haricinde bana sağladığı ömürlük kazancı anlatabilirim artık. Dostlarıma erişilebilir dememin iki nedeni var: birincisi onlara ve onlar aracılığıyla hayata erişirken hiçbir engelle karşılaşmadım, ikinci ve en önemlisi ise dostlarım benim tam bağımsız yaşamamı istediler hep ve bu konuda her zaman bana destek oldular. Bastonumla ilk yürüyüşümden sonra ne güzel de tebrik ettiler. Gözlerimin içine bakıp sen yaparsın biliyorum demelerini nasıl unutabilirim. Yıllığıma “Biz daha ne akıllı duraklar tasarlayacağız bir bilsen” yazan erişilebilir dostlar… Bugün de o güzel anların meyvesini yiyorum. Dışarı çıkmaktan korkmuyorum, atıyorum kendimi sokağa çözümü yolda bulunur diyorum. Altı ay önceye kadar bina içinde bir odadan diğerine gitmeye korkan ben şimdi İstanbul’u tek geziyorum. Özellikle yolculuğumun sonunda dostlarımdan birini görmek varsa parçalıyorum sokakları. Sesli betimleme hizmeti İstanbul’a beraber geldiğim arkadaşlarım tarafından verilmeye devam ediyor, vapurdayken martılara atılan simitleri anlatmak için boğaza ramazan pidesi atmışlar diyor canım arkadaşım.
Lise günlerimi özlememe rağmen geldiğimden beri olumlu duygular içerisindeyim. GETEM’de tanıştığım insanlarla kurduğum ilişkiden çok memnunum. Oda arkadaşlarım tarafından hiç yargılanmamak bunun da ötesinde saygı ve destek görmek çok güzel. Kampüste bastonla yürürken bastonuma saldıran, bastonumu yiyen kediler de çok tatlı. Son derece düzensiz yollarda inatla yürürken ara sıra şimdi karşıya geçebilirsiniz diye bağıran ışığı duymak umut verici. Bindiğim otobüste sesli anons sisteminin her an kapatılabileceği korkusunu duymak sinir bozucu. Her şeye rağmen bağımsızlık şahane. İki hafta önce ilk defa erişilebilirlik sözünü vermek de inanılmazdı. Okuyan arkadaşlarım görsün diye ekliyorum yazıya:
Bir gün
Herkesle aynı anda
Erişilebilir biçimde
Her filmi izleyinceye
Her kitabı okuyuncaya
Her eğitim kurumuna engelsizce girinceye
Oyumuzu tek başına kullanıncaya
Üretime eşit katılıncaya
Her yazılım donanım web sayfasını dolu dolu kullanıncaya
Her cadde sokak ve mekanı özgürce gezinceye
Tüm yaşamı
Eşit , erişilebilir , engelsiz kılıncaya dek
Mücadeleye devam edeceğiz.
Lisede hazırlığın ilk haftası İngilizce hocam senin çok mutlu olmanı istiyorum demişti. Çok mutlu oldum hocam, artık mücadele edebilirim!
Kendi kendine olumsuz kehanetlerde bulunup neyi, nasıl, ne kadar çok yapamayacağımı kanıtlamaya çalışan, “Bence oraya tek gidemezsin, asla yemek yapamazsın, yurtta kalamazsın” gibi vıdı vıdılarla özgüvenimi paramparça eden insanların aksine her an neyi, nasıl, ne kadar çok yapabileceğimi kanıtlayan bu güzel insanlara çok teşekkür ederim! Ömür boyu sizden aldığım gücü hissedeceğim. yaslanacağım…