Sevgili okurlar,
Okuduğunuz yazının fikri, aslında geçen yılın ocak ayında yaptığımız “Normal Ne Ayol!” seminerinden sonra şekillenmeye başlamıştı fakat nedense pek üstüne düşmemişim. Geçenlerde duyduğum bir hikâye, fikirlerimi tekrardan canlandırdı. Hikâyeye başlamadan önce bir şeyi hatırlatmak istiyorum, ben ABD’de yaşıyorum. Dolayısıyla vereceğim örnekler o bağlamdan geliyor ancak Türkiye’de ve hatta ABD’de bile farklı şekillerde tezahür etse de aynı problemi görebileceğimizi düşünüyorum.
Geçenlerde Ulusal Körler Federasyonu NFB’nin New York Şubesi’nde liderlik rolü olan bir arkadaşım başka birinden duyduğu bir olayı anlattı. NFB’ye katılmayı düşünen bir kadın ve birkaç federasyon üyesi beraber yemeğe gitmişler. Siparişlerini verirken, üye olmayı düşünen hanımefendi sipariş ettiği pizzanın mutfakta kesilmesini istemiş. Bunun üzerine masadaki federasyon üyeleri, ona neden pizzasını kendisinin kesmediğini sormuşlar ve hanımefendinin söylediğine göre bu olaydan sonraki tavırları ve konuşma tarzları değişmeye başlamış.
Maalesef toplum tarafından “anormaller” olarak nitelenen gruplar, buna karşılık bazen belki de bir isyan olarak kendi normallerini oluşturup bazı insanları o normalin dışında bırakmaktan suçlular. Burada kastettiğim bir LGBTİ+nin, bir köre veya bir körün bir LGBT’ye veya bir diğer yeti farklılığından bir gruba olan önyargısı değil. Toplum nasıl insan olunacağına, nasıl yaşanılacağına karar verme hakkını kendinde gördüğü gibi bizlerden bazıları nasıl kör olunacağını belirleme özgürlüğünü ve onun dışında kalan ya da kendi rızası olmadan bırakılan insanları dışlama hakkını kendinde görüyor. Diğer gruplar için de bu aynı.
NFB’ye ilk katıldığım zamanlarda bazı becerilerim, özellikle bağımsız hareket becerim pek gelişmemişti. Bazen bu konuda daha iyi olan üyelerin yanında kendimi grubun dışındaymış gibi hissettiğim oluyordu. Kimse açıktan bir şey demiyordu ama bazen seslerinde "Bunu da mı yapamıyorsun?", gibi bir ton hissediyordum ve bu konuda yalnız değilim. Aslına bakarsanız ben şanslı olanlardanım çünkü baston kullanma ve Braille gibi körcül becerilere yabancı değildim. Sonradan gözlerini kaybedenler veya körlükleri ebeveynleri tarafından inkâr edilip normalleştirilmeye çalışılıp yetişkinliklerinde bunu reddedenler ya da az olan görme kapasiteleri tamamen yok olunca kabullenenler, körlerin arasına girdiklerinde her zaman kabul görmüyorlar. Çünkü kendi ellerinde olmasa da körlere dayatılan normalin içinde büyüdüler. Burada elbette körlerin baston kullanmaması veya Braille kullanmamasını güzel bir şey olarak kabul etmiyorum ama kendi rızası olmadan bu tür becerilerden mahrum bırakılan birinin yadırganması, bir çeşit normal-anormal ayrımı değil mi?
İşin ilginci, NFB’deki körler (büyüklüğünden dolayı NFB pek homojen değildir ve bazen birbirine zıt tutumlar bulabilirsiniz) ve NFB’yi radikal olarak bulan körler arasında bunun tam tersi de mevcut. Bazı gruplar içinde körlerin filanca şeyi yapması değil, aksine yapabilmesi yadırganıyor ve kendi işi olan, körcül becerilerini geliştirmiş körler radikal veya kibirli olarak yaftalanıyor. NFB’nin bir merkezinde eğitim almış ve engellilik hakkında hak temelli görüşe sahip bir arkadaşım iki yıl önce farklı bir eyalette santral işi buldu ve oraya taşındı. Burada bir not düşmek isterim; bahsettiğim merkez, bağımsız hareket konusundaki eksiklerimden utanmadığım ortamlardan birisiydi, bilmemenin değil öğrenmemenin bir ayıp sayıldığı bir ortamdı. Tahmin edebileceğiniz gibi iş yerinde birçok kör var. Bu körlerin çoğunun evlerini temizlemek için bir temizlikçi tayin edilmiş devlet tarafından ve iş yerinde bile telefona bakma dışında herhangi bir iş yapmaları gerekirse (örneğin bilgisayarla bir e-mail yollamak gibi), kör oldukları için bunu yapamayacaklarını iddia edip bunu gören birine yaptırıyorlar. Arkadaşım kendi evini kendisi temizliyor ve bilgisayarda ciddi bir erişilebilirlik sorunu olmadığı sürece kendi işlerini kendisi yapıyor. Bütün bunların iş arkadaşları tarafından yadırgandığını ve kendisinin pek de popüler olmadığını söyledi bana ve ben de kendisine bölgenin NFB şubesiyle bağlantı kurmasını söyledim. Bunun üzerine bana, NFB’nin toplantısına gittiğini ama oradaki körlerin merkezde eğitim gördüğü için onu dışladıklarını ve ayağının takılması için önüne nesneler koyduklarını söyledi. Arkadaşın pek güçlü bir hayal gücü yoktur ve böyle bir şeyi paranoyadan uydurduğunu düşünmüyorum.
Bunun bir benzeri de ABD’deki sağırlar arasında var., Rikki Poynter adında sağır bir Youtuber var. Doğuştan işitme kaybı olmasına rağmen ailesi onu sağır olarak yetiştirmemiş. Çocukluğunda işitmesi, konuşmaları bir derece duyabilmesini sağladığı için idare edebilmiş bir şekilde. Çocukluğunda işaret dili diye bir şeyden haberdar olmadığını söylüyor. Yetişkinliğinde sağırlık hakkında bilgi edinmeye başlayınca bu kimliği ve yıllardır mahrum kaldığı Amerikan işaret dilini benimseyip hayatının bir parçası yapmaya çalışmış. Ancak bu sefer de Sağırlar içinde, konuştuğu için ve işaret dilini ana dili seviyesinde kullanamadığı için onu dışlayanlar ve gerçekten sağır olmadığını söyleyenlerle karşılaşmış. Türkiye’de durum nasıl bilmiyorum ama kendisiyle aynı durumda olan başka sağırlar da benzer şeyleri söylüyor. Özellikle anne ve babaları tarafından Koklear İmplant takılıp da yetişkinliklerinde bunu benimsemeyenler yine aynı problemle karşılaşıyorlar bazı sağırlar arasında.
Ve tabii çok engelliler. Federasyon bu konuda duyarlı olsa da ortopedik engelli ve kör, sağır ve kör olan insanlar maalesef bu topluluklar içinde bazen kabul görmekte zorlanıyorlar.
İşin ilginci, bunun benzeri LGBT bireyler arasında da var. 2006’lı yıllarda, ABD’de LGBT’li Müslümanlardan oluşan Al-Fatiha Vakfı adında bir vakıf hakkında bir makale okumuştum. Vakfın kurucusu Faisal Alam, LGBT’ler arasında dinlerin LGBT’lere karşı görüşüne bir tepki olarak LGBT’lerde de bir din karşıtı tepki olduğunu ve hem LGBT olup hem de dinlerini yaşatmaya çalışan insanların yadırgandığını söylemişti.
Toplum tarafından anormal olarak görünmek, maalesef insanların kendi normallerini yaratıp iki normal arasında anormal bir araf çıkarmalarına engel olamıyor. Kimin neye inandığı veya inanmadığı beni alakadar etmez. Körlerin mümkün olduğunca kendilerine yetinmelerini destekliyorum. Sağır, hatta sağır olmayanların işaret dilini öğrenmesini ve kullanmasını da destekliyorum. Fakat bu tür ideallerin bir normale dönüştürülmesini ve bağımsız hareket ve işaret dili gibi şeylerden mahrum bırakılan kişilerin veya sonradan yeti farklılığı olan kişilerin bir anormal olarak görülmesinin de büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bu bir hapis değil elbette, bu tür yaklaşımları reddeden ve farklı geçmişten ve gruplardan kişileri içlerine kabul eden gruplar var. Ama anormaller içinde kendi normalliklerini yaratıp bunu bir silah olarak kullananların varlığı, maalesef insanların içinde bulunan normalleştirme saplantısının ne derece yaygın v tehlikeli olduğunu gösteriyor.