Uzun zamandır kurduğu denizde dalma hayalini gerçekleştirmeyi düşünürken, Terri Uttermohlen’un korktuğu şey körlüğü değildi. Onu endişelendiren, kendisiyle çalışmaya istekli bir eğitmen bulup bulamayacağıydı. İşte macerasının keyifli öyküsü:
Fransız okyanus bilimci ve dalış tüpünün mucidi Jacques Cousteau her zaman kahramanım olmuştur. Çocukken kendisini televizyonda izleyerek ben de manen dalış yapardım. Kamerasının bana gösterdiği balıklar ve diğer deniz canlıları beni büyülerdi.
Ayrıca genç Fransız dalgıçların dalgıç kıyafetleri, maskeleri, paletleri ve tanklarıyla denize geri geri düşüşlerini hayranlıkla izlerdim. Hayatta kalmak için havaya bağımlı olan bizlerin yaşadığı dünyaya bu kadar yakın ama bir o kadar da farklı başka bir dünyaya girebilmek bana sihir gibi geliyordu.
Bu sebeple, gecikmiş balayım için Karayipler'deki küçük bir adaya yaptığım seyahatte dalış yapmayı denemek istemem sizi şaşırtmayacaktır. Kocam Jim ve ben bu geziyi aylarca planladık. Her ikimiz de daha önce birkaç kez ülke dışına seyahat etmiş olsak da bu sadece ikimizin çıkacağı ilk seyahat olacaktı. Jim ve ben körüz, bu durum bizi nasıl karşılanacağımız ve seyahatimizde özgürlüğü ve keyfi en üst düzeye çıkarmak için hangi teknikleri kullanacağımız konusunda bazı alışılmadık spekülasyonlara yönlendirdi.
Birçok internet araştırması, planlama, alışveriş ve istişareden sonra Madison, Wisconsin Havaalanı’ndan havalanırken hala aklımızda birçok soru vardı: Fransızcamız seyahat esnasında bize yardımcı olmak için yeterli olacak mıydı? Suya ilk girdiğimizde bastonlarımızı taşımalı mıydık? Planladığımız tüm alışveriş ve yemekler için yeterli paramız var mıydı? Dalış mağazaları, kör bir insanın denize dalmak istemesi fikrinden korkacak mıydı?
Otelimizin aktivite masasını yöneten Parisli ufak tefek Sebastian'a rastladığımda adaya geleli iki gün olmuştu.
Tur rehberimizi beklerken dinlenmemiz için bir bankı işaret ettikten sonra bize "Su sporları konusunda size yardımcı olabilir miyim?" diye sordu.
"Tüplü dalış yapmak istiyorum" dedim cesurca, bir tartışma çıkacağını tahmin ederek.
Ama o şaşkın ve istekli bir ifadeyle "Bunu ayarlamanıza yardımcı olabilirim" dedi.
Bu hayalin gerçekleşebileceğinden emin olarak ona dalış mağazasını daha sonra arayacağımı ve bir şeyler ayarlayacağımı söyledim.
Salı günü üzerimde bir pareo, mayom, şapkam ve bir arabayı yağlayacak kadar güneş kremiyle gergin bir şekilde aktivite masasının önünde bekledim. Beni dalış mağazasına getirecek kişi geldi ve tanıştırıldık.
Eğitmenim Mark bizi adanın bir ucundan diğer ucuna, dik ve kötü eğimli bir yoldan geçirerek dalış mağazasının bulunduğu otele götürdü. Yolda biraz sohbet ettik. İngilizcesi oldukça iyiydi ve körlüğüm konusunda sadece biraz gergin görünüyordu.
Havuza vardığımızda Mark bana paletleri, maskeyi, regülatörü ve tankı gösterdi. İyi bir eğitmendi ve benden ne yapmamı istediğini adım adım açıkladı. Elimi tuttu ve bir sorun yaşarsam elini iki kez, iyi olursam bir kez sıkmam gerektiğini söyledi. Yüzdürme kuvvetini kontrol etmek için bir valf kullanarak tank yeleğimi nasıl şişireceğimi öğretti.
Havuza ilk kez girdiğimde, yüzümü suya yerleştirmemi ve regülatörden nefes almamı sağladı. Bunu yaparak havuzun etrafında birkaç kez başarılı bir şekilde dolaşabildiğim için havuzun dibine dokunana kadar beni daha derine yönlendirdi.
Sonunda benden dibe oturmamı istedi. Tek zorluğum, Doğa Ana tarafından iyi bir şekilde bereketlendirilmiş ve yemeğimde bol miktarda bulunan iyi Wisconsin peyniri olduğu için yüzeyin altında yüzmekte zorlanmamdı. Birkaç ağırlık bu sorunu çözdü ve kısa süre sonra Mark bana kalkmam için işaret verene kadar dipte bağdaş kurarak oturdum.
Ders bittiğinde Mark ertesi gün öğleden sonra denize dalabileceğimizi söyledi. Testi geçtiğim için ve Mark benimle daha rahat iletişim kurduğu için mutluydum.
Ertesi gün öğleden sonra marinanın sıcak tahtaları üzerinde durdum ve geniş Orta Batılı bedenimi dalgıç giysisinin içine sokmaya çalıştım. Kendimi yeni derimin içine sokmayı başardım ve karadaki tüm giysilerimi saklaması için Mark'a verdim.
Bastonumu almaya çalıştım ve ben dalış kıyafetimle meşgulken dalış mağazası sahibinin sekiz yaşındaki meraklı oğluyla yürüyüşe çıktığını fark ettim. Baston çabucacık kurtarıldı.
Sonunda maceram için hazırlanıp tekneye tırmandım.
Teknenin arka tarafındaki bankta dinlenirken tropik güneş üzerime vuruyordu. Teknedeki tek Amerikalı bendim. Şişkin yuvarlak yanları dalgaların etkisiyle titreşen dalış teknesi limana doğru ilerlerken, oturup etrafımdaki Fransızca konuşan sesleri dinliyordum. Gerçekten orada mıydım? Eskiden izlediğim Jacques Cousteau filmlerine ışınlanmış gibi hissediyordum. Reklam arasından önce suya girmeyi umarak oturdum.
Dalış noktasına yolculuk kısa sürdü. Mark ve ben teknede beklerken diğer dalgıçlar ve eğitmenleri, dalgaların içine ve altına doğru kendi sıçramalarını yaptılar. Sıramı beklerken, Mark ve özellikle genç bir dalgıcın annesi arasındaki Fransızca konuşmanın güneşin ısıttığı şarap gibi üzerime dökülmesine izin verdim. Sadece birazını anlayabiliyordum ve bunun yerine uykulu zihnimi etrafımdaki sahneyi hayal etmeye odakladım.
Sonunda diğerleri geri döndü ve ben de paletleri taktım, sosis sargıyı yeniden sıkıştırdım, maskeyi taktım ve zarifçe teknenin yanından sıcak Karayipler'e atladım. Mark yüzerek yanıma geldi ve tankı ve ağırlıkları takmama yardım etti.
Dalış kıyafeti nedeniyle, ağırlıkların amaçlandıkları yerde kalabilmeleri için üzerimde çok sıkı olmaları gerekiyordu. İlk denemede ağırlıklar neredeyse anında kayarak uyluklarımı çevreledi. Bir denizkızının yüzme stilini taklit etmek gibi bir arzum olmadığı için tekrar denemeyi önerdim. Kıkırdamalarımın ardından nihayet ağırlıkları belime başarıyla geçirdik.
Mark temkinli davranarak havuzdaki egzersizi tekrarladı. Önce yüzüm suyun içindeyken teknenin etrafında yüzdük ve regülatörden rahat nefes alabileceğimden emin olduk. Mark'ın sorgulayıcı el sıkmasına cevaben bir kez elini sıkarak iyi olduğuma dair birkaç kez güvence verdim. İyi olmanın hayli ötesindeydim ama "Vay be!!!" demek için bir işaret bulamamıştık maalesef. Sonunda suya inmeye başladık.
Dalışla ilgili ilk izlenimim Mark'ın bana güven veren eli, yüzümün etrafından yükselen nefesimin kabarcığı ve beni çevreleyen güneşin ısıttığı su oldu.
Yavaşça dibe doğru indik. Yüzerken ellerimi kabuk parçalarından oluşan kaba kumun yüzeyinde gezdirdim. Karayipler'in daha az dost canlısı sakinlerinden birine dokunacak olursam Mark'ın beni uyaracağını umuyordum.
Yüzerken Mark bana bir şeyler göstermek için elimi yönlendirmek istediğinde sağ koluma dokunurdu. Yosunlarla kaplı kayalara, küçük kapalı bir istiridyeye ve yumuşakçasının hâlâ içinde olduğuna inandığım bir deniz kabuğuna dokundum. Sıkıca ekilmiş bahçe yabani otlarına benzeyen deniz bitkileri ve Macar salamı şeklindeki uzun süngerlerin güzel sümüklü iplerini gördüm.
Mark ellerimi mercanların, güdük süngerlerin ve deniz yelpazelerinin üzerine koydu. Bulanık parmak genişliğinde dallardan oluşan bir tür deniz yelpazesi, dokunuşumdan kendini çekip çıkarıyor gibiydi. Başka bir türün ise hiç hareket etmeyen geniş ve sert yaprakları vardı.
Mercanlara dokunduğumda çok şaşırdım. Bu tür, yüzeyine kazınmış çizgiler ve girdaplardan oluşan bir desene sahip sert bir küreydi. Mercana dokunduktan sonra kolum yanmaya başladı. Mercanı işaret ettim ama tabii ki Mark o anda bunun Ateş Mercanı olduğunu açıklayamadı. Bunun yerine elimi sıkarak "İyi misin?" diye sordu. Yanma hafif olduğu için ben de ona güvence verdim ve yüzmeye devam ettik.
Sonunda tanktaki havanın boşaldığını duyabildim. Regülatör yüzünden boğazım kurumuştu ve deniz altındaki zamanımın neredeyse bitmek üzere olduğunu biliyordum. Mark, işaret verdi ve yükseldik.
Suyun yüzeyinde Mark bana bir dakika önce bir metre uzunluğunda bir Büyük Barakuda tarafından şaşırtıldığını söyledi. Balık bizi fark etmedi bile ve bizden on metre kadar uzakta sakin sakin yüzdü. Mark onu göremeyeceğimi unutmuştu ve bir an paniğe kapılacağımdan korkmuştu. Onun korktuğunu hissetseydim korkabilirdim ama o anda güvenim tamdı.
Tekneye kadar olan kısa mesafeyi yüzerek geri döndük. Mark, tankımı çıkarıp ağırlıklarımla beraber diğer eğitmene verdi. Gözlüklerimi uzattım ve paletleri çıkarıp çıkarmayacağımı sordum. Mark “Nasıl istersen” diye cevap verdi.
Ardından, gezinin en az zarif anı geldi. Daha önce de anlattığım gibi dalgıç giysisinin içine zorla sokulmuştum. Bot yuvarlak, lastik, ıslak ve suyun yaklaşık bir metre üzerindeydi. Tutunacak bir merdiven ya da ip yoktu. Daha genç günlerimde kendimi tekneye çekmem nispeten daha kolay olurdu. Ancak bunlar benim gençlik günlerim değil ve yıllarca yoğun bilgisayar kullanımı, ellerimi ve kollarımı güçsüz bıraktı.
Teknenin üst tarafını kavramak için kollarımı yukarı uzattım. Yardımsever eller beni Şükran Günü lades kemiği gibi çekti. Mark aşağıdan itti. Gülüyordum ve nefes nefese kalmıştım, bu yüzden kollarımdan çeken adamların tekneye binmemi imkânsız hale getirdiğini açıklayamadım. Etrafımı saran zayıf Avrupalıların çekiştirme, itme, ciyaklama ve gülüşmelerinden sonra nihayet "Bırakın deneyeyim" diyebildim. Böylece nihayet rahatlamış ve biraz da utanmış bir şekilde tekneye atladım.
Hoplaya hoplaya marinaya doğru yaptığımız kısa yolculuk sırasında Mark bana küçük, güzel bir salyangoz kabuğu uzattı. Dalış sırasında incelediğim tüm kabuklar arasında en mükemmel şekle sahip olanı buydu. Bunu bana bir hatıra olarak sundu.
Kabuğun içinde kimsenin olmadığından emin olmak için sordum. Küçük bir canlıyı sudan çıkarma fikri hoşuma gitmemişti. Aynı canlının kaba muameleden şikâyetini bildirmek için elime gelme olasılığı da hoşuma gitmedi.
Denizi deneyimleme isteğimi anlayışla karşıladığı ve saygı gösterdiği için Mark'a ne kadar teşekkür etsem azdır. Bu deneyimden gerçekten keyif aldığını söyledi.
İskeleye vardıktan sonra Mark, dalgıç giysisini çıkarmamda bana yardımcı oldu. (Onun yardımı olmasaydı bir ayakkabı çekeceğine ve yaklaşık bir litre WD-40'a ihtiyacım olacaktı) Yüzme kıyafetlerimin üzerine kıyafetlerimi giydim ve otele geri döndük.
Döndüğümde Jim'i kumsalda keyifle güneşlenirken buldum. Balayı gezimizin geri kalanı harika, romantik ve güneş doluydu. İptal edilen uçuşlar ve uçak arızalarıyla geçen bitmek bilmeyen bir günün ardından eve vardık. Varır varmaz, her şeyin güvenli bir şekilde seyahat ettiğinden emin olmak için bavullarımızı açtık.
Bavullardan birinin dibinde mükemmel bir şekilde biçimlendirilmiş, narin, gri ve beyaz bir deniz kabuğu buldum. Deniz kabuğunun güzelliğine ve uzun zamandır kurduğum deniz altında olma hayalini nihayet gerçekleştirmiş olmama hayret ettim.
Teşekkürler Jacques. Şimdi daha da kahramanımsın.