Yazan: Kenneth Jernigan
Önceki Tanecik kitaplarını okuyanların bildiği gibi ben kör olarak doğup ABD'nin Tennessee eyaletinde bir çiftlikte büyüdüm. Eyalet körler okulunu bitirip lisans ve yüksek lisans için üniversiteye gittikten sonra kör çocuklara sadece işlerine yarayacak bazı teknikler öğretmek için değil ama eğer yapabilirsem bir rol model olup onları başarıya teşvik etmek için Tennessee Körler Okulu’na geri dönüp orada dört yıl eğitmen olarak çalıştım. Sonra 1953-1958 yılları arasında yine bir rol model olup cesaret verme isteğiyle California’nın Yetişkin Körler Eğitim Merkezi’nde eğitimci olarak görev yaptım. Hatta bu merkezdeki görevim öncelikle merkeze gelenlerin körlük hakkındaki kendi düşüncelerini gözden geçirmelerini ve toplumun verimli, rekabet edebilen üyeleri olabileceklerini ve vatandaş olmanın getirdiği haklardan, beraberinde gelen sorumlulukları üstlenmeden faydalanamayacaklarını anlamalarını sağlamaktı. 1958’de Iowa eyaletindeki bazı eğitim merkezlerini yöneten körler komisyonunun yöneticisi olarak o eyalete taşındım. Tekrar öğrencilerimle körlüğün nasıl görüldüğünü değil, nasıl bir şey olduğunu keşfetmeye başladım. Almakta hatta istemekte haklı olduğumuz ayrıcalıkların sınırı neydi? Kendimize karşı görevlerimiz nelerdi ve topluma karşı ne? İhtiyacımızın olmadığını bildiğimiz halde bize yardım etmeyi teklif eden iyi niyetli gören insanları kırmamak ne kadar önemliydi ve tepkilerimiz biz ve diğer körler üzerinde ve gören genel toplum üzerinde nasıl bir etki yaratabilirdi? Bu sorular, özellikle sorularla gündelik davranışlarımız arasında bağlantı kurunca, çok derin arayışlara neden oluyordu. Tabii ki sadece öğrencilerimin düşünceleriyle değil, bazen kendi davranışlarımla da yüzleşmek zorunda kalıyordum. Kendimizi yanıltmak, bir insanın yapabileceği en büyük hatalardan biridir. Iowa eyaleti Körler Komisyonu’nun yöneticisi olarak Eyaletin merkezinde sürekli işlerim oluyordu. Genellikle Kongre binasına yakın bir yerde park yeri bulmak zor olmazdı. Fakat Ocak ayından baharın sonlarına veya yaz başlarına kadar yasama meclisi toplantı halinde olur ve eyaletin kongre binası her zaman kalabalık olurdu. Bu sebeple, Meclis binası ve park alanları arabalarla doluydu ve eğer biri sabah 7:30'dan sonra gelirse, muhtemelen birkaç blok yürümek zorunda kalacaktı. Eğer aceleniz yoksa ve hava güzelse (örneğin; kuşların cıvıldadığı, güneşin parladığı ve ödeneklerin kararlaştırıldığı Mayıs ayının başlarında) bu tür yürüyüşler hem beden hem de ruh için faydalı olabilir. Adil bir takdir ve iyi düzenlenmiş bir dünya hakkında düşünceler uyandırabilir ancak ay Ocak ise ve kar yerin derinliklerinde yatıyorsa, vekiller toplanacak ve ödenekler gerekçelendirilecekse bakış açınız değişebilir. O günün Iowa'sında ben saygı ve hürmetle karşılanan hatırı sayılır bir şahsiyettim. Bu nedenle, şu ya da bu iş için eyalet merkezine otomobille seyahat ettiğimde, güvenlik görevlileri beni memnuniyetle karşılar ve yardım etmeye çalışırlardı. Vilayet kongre binasının tam kapısında engelliler için ayrılmış bir park yeri vardı ve ben kördüm. Güvenlik görevlileri park yerini almam için ısrar ederdi. Dahası, başka bir yere park edeceğimi ve herkes gibi karda yürüyeceğimi söylersem incinip gücenirlerdi.
Sorun güvenlik görevlileri, hükümetteki meslektaşlarım ya da toplum değildi. Engelli park yerini kullanmama herkes sevinirdi. Hayır, bu yetersiz bir ifade. Bu durumdan gayet memnun kalırlardı.
Sorun onlarla değildi. Sorun bendeydi. Herkes kadar iyi yürüyebildiğimi ve yasalardaki problemlerin veya kamuoyundaki yanlış algıların aksine engelli park izni yasasının çıkarılmasına yol açan amacın, yürümekte zorluk çekenler ve gerçekten bu düzenlemeye ihtiyacı olanlara binaya kolay erişim sağlamak olduğunu biliyordum. Yine de herhangi bir kişi kadar rahat etmeyi ve onay almayı severim. Ocak ayında soğuk, ıslak Iowa karında yürümek hoş değildi ve ne kadar nazikçe reddedersem edeyim, alanı kullanmayı reddettiğimde güvenlik görevlilerinin seslerindeki hayal kırıklığı ve incinme tonunu duymak tatmin edici değildi. Bu yüzleşilip kesin olarak çözülebilecek ve sonra arkada bırakılabilecek bir mesele değildi. Devamlı kendini tekrar etti çünkü daha önce de söylediğim gibi Ocak ayında eyalet merkezinde sık sık işim vardı ve kar fırtınaları berbat bir sıklıkla geliyordu. Bu yüzden federasyonculuğum ve bedensel rahatlığım, dürüst ve tutarlı olma arzum, kibar olma ve uyumlu bir insan olarak algılanma arzum kısacası manevi özlemlerim ve bedensel arzularım sürekli çatışıyordu. Sizce ne yaptım? Bu koşullarda siz ne yapardınız? Dünyanın (görenler için olduğu kadar körler için de) ayartmalarla dolu olmadığını söyleyen ya saf bir enayi ya da yüzsüz bir yalancıdır. Budur insanlık, ne meleklik ne de şeytanlık, ikisi arasında yer alıp sürekli değişmek, sürekli halden hale girmektir.