Toplam Okunma 0
Bir masanın iki yanında karşılıklı oturan iki kadın çizimi. Soldaki kadın, saçları arkada at kuyruğu şeklinde toplanmış, elinde bir kalem tutuyor ve önündeki kâğıda not alıyormuş gibi bir pozisyonda. Karşısındaki kadın yine profilden görünüyor; saçları omuz hizasında, kıvırcık ve açık.  Ellerini masanın üzerinde birbirine kenetlemiş şekilde oturuyor.

Gizem: Merve selam, bu röportajı seninle yapacağım için çok heyecanlıyım. Malum, senin yaktığın o ilk kıvılcım sayesinde bugün ben de dahil olmak üzere başkaları da mesleğini yapabiliyor. O yüzden bu sadece bir röportaj değil, biraz da bir "teşekkür" ve "anlama" sohbeti olacak. Hazırsan, en baştan başlayalım.
Kendini kısaca tanıtır mısın? Kimdir Merve Karagöz?
Merve: İstanbul'da doğdum, büyüdüm ve burada yaşıyorum. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi programından mezun oldum. Bölüm tercihimi yaptıktan sonra, 19 yaşında, üniversitede öğrenciyken görme yetimi kaybettim. Bir süre ara vermem gerekti. Sonrasında körlüğe alışıp engellilik deneyimi kazandıkça eğitimime devam edebileceğime karar verdim ve bu yola böylece çıkmış oldum.

 

Gizem: Önce şu Siyasal Bilgiler sevdanla başlayalım. Neden bu bölüm? Üniversitedeyken, "Mezun olunca şuradayım, şunu yapıyorum" dediğin hayal tam olarak neydi?
Merve: Vardı. Ben vergi müfettişi ya da müze müdürü olmak istiyordum. Küçükken kendime böyle bir rol biçmiştim. Ya sanatla iç içe olacağım bir işin formal kısmında yer almak ya da maliye ve muhasebe alanında vergi müfettişi olmak istiyordum. Meslek olarak para kazanmak için kendimce idealleştirdiğim alanlar buralardı.


Gizem: Sonradan görme yetini kaybetmen, bu kariyer planlarını nasıl etkiledi? "Artık Siyasal Bilgilerle ilgili bir iş yapamam" dediğin anlar oldu mu, yoksa "Hayır, inadına yapacağım" mı dedin?
Merve: Aslında oldu. Çünkü Siyasal Bilgiler Fakültesi, üst düzey bürokrat ve diplomat yetiştiren bir fakülte. Ben de görme engeli olan biri olarak kariyer mesleğine ait neredeyse hiçbir şeyi yapamıyordum. 2014'te görme yetimi kaybettim, 2017-18 gibi eğitime devam etmeye karar verdim. O dönemde, fakülteye devam edip görme engelli bir mezun olarak yapabileceğim meslekler çok kısıtlıydı.
Düşünün, aynı sınıf arkadaşınızla aynı şartları sağlayıp mezun oluyorsunuz ama onun girebildiği kurum sınavlarına siz giremiyorsunuz. Kariyer mesleklerini yapamıyorsunuz. Bu, başlangıçta beni çok öfkelendiren bir durumdu.

 

Gizem: Hatta burada izninle araya girmek istiyorum. Bugün girebiliyor olsak bile bir ayrımcılık söz konusu. EKPsS ile milli eğitim bakanlığına engelli öğretmen veya aile sosyal hizmetler bakanlığına engelli psikolog atanabiliyor ama Maliye çıkışlı olanlar engelli sınavlarıyla alan kadrolarına atanamıyor. EkPsS işleyişi bile yeterince tartışma konusuyken burada iktisadi idari bilimler fakültelerinden mevzun olan engelliler olarak ekstra ayrımcılığa uğruyoruz.
Merve: evet biz burada değişik bir ayrımcılığa maruz kalıyoruz. Ben lisans mezunu olarak atandım. Aslında ben bu fakülteyi bitirdiğim için bu işi yapmıyorum; engelim olduğu için atandım. Bu düşünce benim çok uzun süre aşamadığım bir şeydi ve zaman zaman hala nükseder.


Gizem: Peki neden Vergi Dairesi? Mesleğini yapabilmek için burayı özellikle mi tercih ettin? Atanmadan önce, kamudaki "görme engelli = santral" denklemini biliyor muydun?
Merve: Evet, istediğim alan buydu. Fakültede de maliye, kamu ekonomisi ve vergi hukukuyla ilgili dersleri alırken içim gıdıklanıyordu. Seçimlik derslerimi de bu alandan yana kullandım. EkPsS'den sonra tercih yaparken de Maliye'ye ve bir belediyeye ağırlık vererek tercih listemi hazırlamıştım. Kör olmadan önce kendim için hedeflediğim yerden çok uzakta hissetmiyorum.
"Görme engelli = santral" denklemini ise açıkçası bilmiyordum. Kamu çok düşündüğüm bir alan değildi; daha çok özel sektör veya sivil toplumda çalışabileceğimi düşünüyordum. Çevremdeki görme engelliler genelde öğretmendi, avukattı ya da üniversitede birim koordinatörüydü. Elbette bu durumun farkındaydım ama bu kadar yaygın değildir diye düşünüyordum.
Örneğin İstanbul Siyasal mezunu Ramazan Yücel (Ramazan abi) santralde çalışıyor. Bazı hocalarımız "Siyasal mezunu nasıl santralde çalışır?" Diye eleştirirdi. Ama onunla konuştuğumda, işini severek yaptığını, işine değer verdiğini gördüm. Yani o kadar da tabulaştırdığım veya korkulu bir rüya gibi gördüğüm bir şey değildi; sadece benim yakın çevremde gördüğüm bir deneyim değildi.


Gizem: Ve 2023, atandın, kuruma o ilk adımını attın. Karşılaştığın manzara tam olarak neydi? Sana diplomanla mı, yoksa engel durumunla mı yaklaştılar?
Merve: Az önce de bahsettiğim gibi, Siyasal mezunu olarak oraya gelmiş gibi hissetmiyordum. EkPsS'yle atandığım için kendi içimde bir kırgınlık vardı. "Ben buraya engelim, görme engelim olduğu için atandım" düşüncesiydi bu. Bunu dışarıya çok yansıtmadım.
Ama çalıştığım yer özelinde, bana engelli bir personel gibi değil, "Akademik olarak benim diğer pek çok memurumdan daha iyi durumdasın" mesajını verdiler. Ben kendimi diplomamla değil engelimle baz almıştım ama seçtiğim yer beni engelimle değil, diplomanla saydı. Bu benim için çok avantajlı oldu. Yine de "Keşke uzman yardımcılığı sınavına girseydim de öyle atansaydım" düşüncesi hala beni yoklar.


Gizem: atandıktan hemen sonra, kurumdaki genel yapıyı öğrendin. Neredeyse herkes santraldeydi. Ama bir istisna vardı, değil mi? Âdem Vural. Onun, yıllar önce bir amirinin kişisel inisiyatifiyle Windows tabanlı bir bilgisayarda sistemde çalışabildiğini atanmadan önce biliyor muydun?
Merve: Yok, göreve başladıktan sonra haberim oldu. Kuruma girdikten çok kısa bir süre sonra birkaç kişiyle iletişime geçtim, seninle de geçmiştik. Görüştüğüm herkes bana Âdem abiyi (Âdem Vural) işaret etti. Ben de "Bu adamla konuşmalıyım" dedim.


Gizem: Âdem abinin bu durumu sana ilk başta umut verdi mi? Yoksa "Bu sistemsel bir hak değil, kişiye bağlı bir ayrıcalık" diye mi düşündün? Onun varlığı senin mücadeleni nasıl etkiledi?
Merve: Benim istediğim şey, herkesin çalıştığı sistemde çalışmaktı. Windows işletim tabanlı bilgisayarlarda biz kurum olarak çalışamıyoruz, bu bir sistem açığı olarak gözüküyor. Âdem abi de o yüzden tehdit olarak gözüküyordu ve sistem dışı kalacaktı. Zaten konuştuğumda, sürekli güncellemeler yüzünden birçok şeyi halihazırda yapamadığını ve yakında hiç yapamayacağını kabullenmiş durumdaydı.
Şundan da bahsetmek istiyorum: Ben evrakımı teslim etmeye gittiğimde personel müdürü bana, "Bak burada da görmeyenler var, sen de buraya gelirsin" dedi. Ben "Yok, istemiyorum. Evime daha yakın bir yerde çalışmak istiyorum" dedim. Ama asıl maksadım, çalıştığım kurumda benden başka bir görme engelli olmasını çok istemememdi. Ben bir şey talep ettiğimde, idarecimin bana "Ama bak bu arkadaşın öyle yapmıyor" demesini istemedim.


Gizem: Tüm bu tablo içinde, "Ben santralde değil, sistemde çalışacağım" dediğinde aldığın ilk tepki ne oldu? Özellikle de Âdem abinin bile sistemi kullanamaz hâle geldiği bir dönemde…
Merve: Gittim, göreve başladım. Ertesi gün müdürümle görüştük. O da ne yapacağını bilemez durumdaydı çünkü daha önce hiç görme engelli biriyle çalışmamıştı. Ama bana hiç "potansiyel santral memuru" gözüyle bakmadı. Bu benim en büyük şansımdı.
Müdürümün bana karşı tutumu destekleyici oldu. "Senin alana küsmeni hiç istemiyorum. Benim için sistemde çalışan bir personel her zaman daha büyük bir avantaj" dedi. Ve şunu ekledi: "Sen resmi kanallardan gittiğin sürece ben hep arkandayım. Resmi kanallardan gidelim ki bu benim inisiyatifimle olmasın. Ben rotasyona tabiyim, yarın öbür gün giderim. Ama sen hakkın olduğu biçimde elde et ki sonrasında da bu sürdürülebilir olsun." Bu profesyonel bakış açısı benim mücadele yöntemimi de şekillendirdi.


Gizem: Burada seni yük görmemişler de seni gerçekten işe yarar görüp değerlendirmek istemişler. Bu çok güzel bir şey bence.
Merve: müdürüm kendince bir periyot belirle ve her serviste birer hafta ikişer hafta gibi sürelerde gözlem yap, bu sayede kendini mevzuatlarla da geliştirirsen işleyişe hâkim olursun dedi. Böylece Her serviste neler yapıldığını görme şansım oldu.

 

Gizem: Bürokraside böyle bir düzeni değiştirmek zordur. "Olmaz o iş" diyen çok oldu mu, yoksa "Bu kızı dinleyelim" diyenler çıktı mı?
Merve: İkisi de oldu. Bunun biraz jenerasyonla da ilgili olduğunu düşünüyorum. Maliye'de yaş ortalaması biraz yüksek, makas biraz açık. "Sen niye bu kadar uğraşıyorsun ki? Telefona bak" diyen de oldu, "İyi yapıyorsun, boş ver, kendini nasıl hissedeceksen onu yap" diyen de. İş hayatı da sokağa çıktığımızdaki gibiydi hem rahatsız eden hem de motive eden şeylerle karşılaştım.

 

Gizem: Bu işi sadece konuşarak çözmedin sanırım. Süreci resmiyete dökmek için neler yaptın? Dilekçeler, yasal dayanaklar… O dosyada neler vardı?
Merve: Âdem abi bu konuda başlangıç için çerçeveyi çizdi. Onun iletişime geçtiği kişiler benim için de ufuk açıcı oldu. Ben de "Evet, Linux tabanlı bir bilgisayarda, kurum bilgisayarında çalışmak istiyorum" dedim. Özel bir donanıma ihtiyacımız yoktu. Olcay Aşçı bu konuda çok yardımcı oldu, bildiği her şeyi paylaştı.
Bu süreçte dilekçe verdim. Hem Âdem abinin izlediği yolu (Windows) izlemek hem de diğer taraftan Ankara'da Veri Yönetimi Daire Başkanlığı'ndaki insanlarla Linux tabanlı bir bilgisayarda görmeyen birinin nasıl çalışacağını araştırmak gibi çift koldan bir süreç yürüttüm. Âdem abiye yapmışlar, inisiyatif almışlar, bana da yapsınlar diye orayı bırakmadım, ama aynı zamanda kalıcı çözüm için burayı (Linux) tuttum. Zaten çok da uzun sürmedi.

 

Gizem: Ve teknik kısım… Vergi Dairesi'nin kapalı devre sistemleri malum. Oraya bir ekran okuyucu kurulması süreci nasıl işledi? Linux tabanlı olmasını büyük bir teknik engel olarak gördün mü hiç?
Merve: Ankara'daki (Veri Yönetimi) kısım iletişime çok açıktı. Teknik açıdan bunun mümkün olduğunu biliyorlardı, belki Linux üzerinde bilmiyorlardı, süreci beraber öğrendik. Orası çözüm odaklı bir yer olduğu için bu noktaya varabildik.
Onların asıl ihtiyaç duyduğu şey, görmeyen birinin bilgisayarı nasıl kullandığı deneyimiydi. Ben de onlara bir yol haritası çizdim. Örneğin, "Linux tabanlı bilgisayarda çalışabilmem için bu ekran okuyucuya ihtiyacım var. Bu ekran okuyucunun Türkçe sentezleyicisi için şu derneğe bağış yapılması gerekiyor" gibi…
Bir yandan da insanlar "Bizim kurum çok hantal, hayatta gelmez o bilgisayar. Ödenek çıkması lazım, yılbaşından önce kesin olmaz" diyordu. Ben de bir yandan bu demoralize edici sözlere karşı kendimi motive etmeye, bir yandan da süreci yürütmeye çalışıyordum.

 

Gizem: Şu an o sistem bilgisayarının başındasın. Tam olarak ne iş yapıyorsun? "Evet, ben üniversitede okuduğum işi yapıyorum" diyebiliyor musun?
Merve: Şu an alandan uzak değilim. Yaptığım işte neyi neden yaptığımı hem mevzuat hem de pratik anlamda biliyorum ve bu beni tatmin ediyor.
Ben şu an vergi dairesinde değil, denetim müdürlüğündeyim. İnceleme yapıyoruz. Hani vergi müfettişi olmak istiyordum ya, şu an bu zincirin diğer halkası kısmındayım. Denetim tutanaklarını inceliyorum. Henüz e-defter kısmına bakamadım ama bu bile bana haz veriyor. İlk defa beyanları okuduğumda çok mutlu oldum mesela.

 

Gizem: Bu yolda ilerlerken kurumda çalışan diğer körlerden nasıl tepkiler aldın? Arkandan gelen kaç kişiyiz?
Merve: Gelenler iyi ki geldi. Benim bildiğim 7-8 kişiyiz. Hala sayı olarak çok değiliz belki ama hepimiz farklı farklı yerlerde çalışıyoruz. Bu süreç, kullanıcısı olduğu sürece devam edecek bir süreç. Gözlemleyenler de var üstelik.

 

Gizem: Sen bir kapıyı araladın. Ve biliyorsun, o kapıdan önce ben geçtim, şimdi başkaları da geliyor. Bir "emsal" olmak, bir "ilki" başarmak nasıl bir his? Senden sonra başkalarının da santralden ayrıldığını duymak sana ne hissettiriyor?
Merve: Ben "Ya ben bunu yaptım" gibi hissetmiyorum. Saçma gelecek belki ama ben bunu ilk önce kendim için yaptım. Ben ürettiğim, sisteme kendiliğimden dahil olabildiğim bir düzen istiyordum. Bunu ilk önce kendim için yaptım.
İnsanlar bir sürü şey söyledi. Bazen ben olumsuz etkilendim, bazen onlara umut verdim, bazen onlar bana… Geldiğimiz nokta ve varmak istediğimiz yer önemli. Bu bir ayda tamamlanacak bir şey değil. Modüllerimiz sürekli güncelleniyor. Daha çok işimiz var. Buraya odaklanmak daha motive edici.

 

Gizem: Sence senin bu mücadelen, kurumdaki o kökleşmiş "körler ancak santralde çalışır" algısını ne kadar kırdı?
Merve: Hepimiz aslında bunun temsilcisiyiz. Gelenler oluyor, gidenler oluyor, müdürler değişiyor. Artık bir müdür, "Benim bir memurum vardı santralde, görme engelli" demeyecek. "Benim bir memurum vardı, sistemde çalışıyordu, sen de çalışabilirsin, bir araştır istersen" diyecek. Bu şekilde bizden haberdar olacak görmeyenler de olacaktır. O dönüşümün fitili ateşlendi.

 

Gizem: Geriye dönüp baktığında, tüm bu süreçte "İyi ki bunu yapmışım" dediğin şey nedir? Ya da "Keşke şunu farklı yapsaydım" dediğin bir şey var mı?
Merve: Aslında pek yok. Hiçbir şeyi ne fazla parlatmak istiyorum ne de bir pişmanlığım var. Dediğim gibi, ilk önce kendim için yaptım. Benden sonra diğer görmeyenler için de bu yazılım desteği sağlanmaya başlandı. Ben birçok şeyi asgari düzeyde düşünerek yaptım. Elbette hepimiz farklıyız, farklı ihtiyaçlarımız var. Asgari düzeyde yapabileceğimiz her şeyi yaptım ve yapacağım.

 

Gizem: Merve, şu an bu sohbeti okuyan, belki seninle aynı durumda olan, kendini potansiyelinin altında bir işe sıkışmış hisseden binlerce engelli var. Onlara ne demek istersin? Hak arama yolculuğunda o ilk adım ne olmalı?
Merve: Bu sadece engellilikle ilgili değil. Çağımızın bir gerçeği; insanlar mezun olduğu bölümün gereği olan işleri yapamıyor. Ben daha geçirgen olmamız gerektiğini düşünüyorum. Katı bir şekilde tek bir yöne bakmak hayatı bize zehreder.
"Aksi de mümkün" diye düşünmek lazım. Taşın altına elimizi sokmak gerekiyor. Karşı taraf bazen durumun farkında bile olmayabiliyor. Anlatmanın başka bir yöntemi mutlaka vardır. Argümanımızı değiştirmemiz gerekiyordur belki. Daha stratejik düşünmek, başka yolları denemek… Biraz meraklı, biraz sabırlı olmak gerek. İllaki düşeceğiz kalkacağız ama mutlaka bir yolu vardır.

 

Gizem: Bu hikâyeyi okuyan yöneticilere, İk profesyonellerine ne diyelim? Bir insanın potansiyelini ortaya çıkarmak, aslında bir yazılım kurmak kadar basit olabilir mi?
Merve: Bence de zaten öyle. İnsanlar "Vay, nasıl yaptın?" diyor. Bir yazılım… Bu işletim sisteminde çalışabilecek tek bir ekran okuyucu yazılım desteği var. Onu buluyorsun ve Türkçe'ye uyumlu hâle getiriyorsun. Bu, benim gibi sekiz arkadaşımın kuruma bakışını değiştiriyor.
"Bu kurum benim farkımda, beni görüyor, tanıyor" hissini veriyor. Bu, personelin kuruma bağlılığını artırıyor. "Beni gözeterek bu düzeni kurdular, ben de bu sistemin bir parçasıyım" diyebilmek çok önemli. Biz burada olmak, bir şeyler yapmak istiyoruz. Onlar da yolu kapamasınlar.

 

Gizem: Aslında bu, engellilere sadece iş vermenin ötesinde, herkes kadar "faydalı olma" ve "çalışma" hakkını, o tatmini sağlamak belki de…
Merve: Evet. Bazı insanlar çalışmak, yorulmak istiyor. Onlar da buna alışacaklar. Yeter ki bizi kategorize etmesinler. "Kadın memurlar şöyledir, körler de böyledir, şu memleketliler de şöyledir" gibi sınıflandırmalar yapmadıkları sürece, birey bazlı düşündükleri sürece herkesin hassasiyetlerini asgari düzeyde kabul edebilirler.

 

Gizem: Çok güzel bir röportajdı. Eklemek istediğin bir şey var mı son olarak?
Merve: Yok. Teşekkür ederim.

 

Gizem: Keyifli bir sohbetti. İnşallah izleyen ve okuyan arkadaşlarımız da çok keyif alacaktır. Hepimize çok şey kattığına ve katacağına inanıyorum. İyi ki geldin. Çok teşekkür ediyorum katıldığın için.
Merve: Ben teşekkür ederim.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.