
Merhaba dostlar, bu ay dikkatinizi tartışılmaz bir ortak noktaya çekmek istedim. Hadi, yazıyı okumaya başlamadan önce bir düşünün bakalım; toplumda kendini normal addedenlerin hemen tamamının bir ortak noktası var. Ne olduğunu bulabilecek misiniz?
Siyasi partilerin neredeyse tamamı, sendikaların neredeyse tümü, sivil toplum örgütlerinin yüzde95’i yerel yönetimlerin tamamı, tüm kamu kurum ve kuruluşları, yaptıkları etkinliklerde, açıkladıkları eylem planlarında, o planların hazırlık süreçlerinde, yürüttükleri faaliyetlerin neredeyse tamamında neyi ve kimi unuturlar?
Evet, hepiniz buldunuz değil mi? Engelli vatandaşları. Geçen gün otistik çocuğu olan bir arkadaşımın paylaşımında görünce bu yazıyı yazmak aklıma geldi. Herkesin ortak noktası engellilerin unutulması minvalinde bir paylaşımı vardı. Öylesine haklı ki söyleminde. Hiçbir konuda anlaşamayan, hatta en ufak fikir ayrılığında birbirini gırtlaklayacak hale gelen tüm oluşumlar, söz konusu engelliler olunca, sözbirliği yapmış gibi birlikte hareket etmeyi başarıyorlar. Başarıyorlar da bu tutumları bizim bir işimize yaramıyor.
Siyasi partilerin neredeyse tamamının merkez organlarında engelliler temsil edilmiyor ve bu durum hiç kimseye rahatsız edici de gelmiyor. Bizler bunu tespit edip haykırınca da “Ay! Evet çok haklısınız. Bir dahaki oluşumda bunu kesinlikle dikkate alacağız. Atlamayacağız. Tabi ki sizlerin de temsili çok önemli” deyip, sözde bizi yatıştırıp ve sanki biz bu ülkenin vatandaşı değil de farklı bir yerden gelmiş ve ütopik şeyler istiyormuşuz yaklaşımıyla başlarından savıyorlar. Peki ilk seçimlerinde ne oluyor? Tabi ki yine unutuluyoruz. Parti programlarında birkaç satırla engelli politikalarına yer veriyorlar ama öylesine kulaktan duyma ve uyduruk verilerle yapıyorlar ki bunu; gerçekleştirmeye kalksalar hiçbir engellinin hiçbir işine yaramayacak girişimler.
Bu partilerden gelen yerel yönetimler için de durum aynı. Otobüs erişilebilirliğini sağlamak için konuşmaya gittiğimizde, “Biz onu hallediyoruz” diyorlar, halletmeye çalıştıkları şeyi incelediğinizde ise hiç kimsenin hiçbir işine yaramayacak çözümler görüyorsunuz. “Bunu nereden buldunuz?” dediğinizde “Biz böyle düşünmüştük olmadı mı şimdi?” cevabıyla karşılaşıyorsunuz. Evet olmadı sevgili arkadaşım, çünkü sen biz olmadan bizim adımıza iş yapmaya kalktın ve hem emeğini hem kamu kaynaklarını çöpe attın. Ne zaman değiştireceksin bu kafayı?
Sendikaların temsilcileri işyerlerinde gezerken, “Şöyle uçuracağız, böyle kaçıracağız, iş barışı çok önemli, engelli çalışanlarımızın her sorununu çözeceğiz” diye bol keseden beyanlar fırlatıyorlar ama merkez temsillerine baktığınızda çok azında engelli temsilciye rastlıyorsunuz. Anlatılan sorunların çözümü de bir başka bahara kalıyor. Ola ki buldukları birkaç çözümü hayata geçirme fırsatı bulurlarsa da kimsenin bir işine yaramayan boşa kürek çekişlerle kalıyor ve memnuniyetsiz olan siz oluyorsunuz. “Yaptık işte, bunları da memnun etmek mümkün değil ki” serzenişleriyle dolaşıyorlar ortalıkta. Ama memnun edemedin dostum. Çünkü senin bana sormadan bulduğun çözümler, benim hiçbir işime yaramadı. Aksine üreteceğim çözümü geciktirip işimi daha da zorlaştırdı.
Sivil toplum örgütlerinde de durum farklı değil. Birçok etkinlik düzenliyor, eylem gerçekleştiriyorlar. Ancak yaptıkları etkinliklere, düzenledikleri eylemlere katılma ihtimali olan engelli destekçilerinin ihtiyaçları, beklentileri, ulaşım koşulları, etkinliği takip edebilmeleri için ihtiyaç duyacakları materyaller vesaire hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmiyor.
Tekerlekli sandalye kullanıcılarının katılacağı bir etkinliğin, otelin altıncı katında planlanması ve asansörlerin tekerlekli sandalye sığacak genişlikte olmaması, sigara içilmesi için ayrılan alanın toplantı yapılan salonun bir kat altında olması, yemekhanenin otelin en alt katında olması vesaire gibi detaylar ve katılımcıların tüm bu gayet insani ihtiyaçlarına nasıl ulaşacaklarına dair etkinlik düzenleyicilerin hiçbir endişesi ve tedbiri olmuyor. Kör katılımcıların dahil olduğu bir etkinlikte hazırlanan broşürlerin erişilebilirliği, konaklanacak otelin genel kriterleri vesaire, dikkate değer veriler olarak kabul edilmiyor. Sonra da “Yaptığımız etkinliğe gelip, bizimle birlikte hareket etmediniz; siz de sorunlarınızı anlatmadınız. Ama hata birazda sizde değil mi?” suçlamasına maruz bırakılıyoruz. Peki sayın yetkili, sen hiç düşündün mü? Tekerlekli sandalyesiyle o otele gelen bir katılımcının altıncı kata nasıl çıkacağını, kör bir katılımcının etkinliğini nasıl takip edeceğini. Kapsayıcılık masallarıyla çıktığın yolda, gerçek kapsayıcılığı göz ardı edersen, kendin çalıp kendin oynamaya mecbursun kusura bakmayacaksın.
Bu örnekler daha sayfalarca çoğaltılır. Ama çok önemli bir gerçek var ki tüm oluşumların tek ortak noktası, engellilerin unutulması. Peki suçlu sadece onlar mı? Bir avuç insanın çabalarıyla bu betonlaşmış zihniyeti yıkmamız mümkün değil. Otobüse binme ihtiyacı olana kadar, sesli anons sistemine destek vermeye gelmeyen, kendi desteklediği siyasi partinin başkanı evine ziyarete gelince, o başkanın hiçbir eylemini sorgulamayan; sivil toplum örgütünden gelen yardım kolisini alınca sosyal medyadan sayfa sayfa teşekkür mesajları döşenen; sendikasını eleştirirse işyerindeki huzurunu kaybedeceğinden korkan arkadaşlar; bu umursanmama kalıbını kırmak için birleşmeliyiz. Ağzınıza çalınan bir parmak balın ardında gizlenen ihlalleri hepiniz görmelisiniz. Sadece Üç Aralıklarda; On, On altı Mayıs haftasında hatırlanıp, yılın diğer dönemlerinde “Öf gene ne istiyorlar” anlayışını birlikte yıkmalıyız. Yani bu temsil sorununun çözümü için yine iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırıp, ortak bir yola ulaşmalıyız.