“3 Aralık’ınızı nasıl alırdınız?”
“Ay! Hiç düşünmedim. Dur bakayım, şöyle bol ajitasyonlu bir şeyler yapsak, derneğe sağlam para getirir değil mi? Tamam, biz öyle yapalım. Şu geçenlerde tekerlekli sandalye dağıtanlara gidip ağlayalım. Zaten bugün onlar da şov yapacak yer arıyorlar. Haydi, gidiyoruz arkadaşlar. Aman çokça teşekkür etmeyi, ellerine sarılmayı unutmayın. Yok yok! Sakın teşekkür etmeyin, Allah razı olsun deyin. Seneye kadar yetecek nevaleyi sağlayalım hiç değilse.”
“Aa! Bugün 3 Aralık’tı değil mi? Belediyenin yardım paketlerinden getirin şuraya. Birkaç gazeteciye de haber verin. Şu bizim geçen sene gittiğimiz dernektekileri de çağırın. Ha unutmadan, benim geçen seneki konuşmam neredeydi, onu da bulun. Şimdi kutlamazsak olmaz. Malum seçim falan. Tamam işte, bir iki poz, bir iki baş okşama atlatalım gitsin. Zaten sonra toplantılar var.”
“Engelliler görüşme mi talep etmiş? Öf! Ne isteyecekler yine? Ya ben her gün dükkânında oturup ışığın sinyalini dinleyecek esnafı mı düşüneceğim, bunları mı? Laf anlamıyorlar. Dernekten geldiler, paketleri verdik, daha ne bekliyorlar? Sinyalli ışıkmış, otobüste anonsmuş, bitmez bunların isteği bitmez. Ha, bir de kaldırımlar vardı ya tekerlekli sandalyeyle inip çıkamıyorlarmış. Çıkma arkadaş, otur evinde. Zaten tekerlekli sandalyedesin, senin neyine gezip dolaşmak. Geçen bir sağır geldi, derdini anlayamadık. Şikâyet etmiş bizi, işaret dili bilen yok diye. Oldu, her işimiz bitti, bir de onu öğrenecektik.”
“Şu benim konuşma metninin fotoğrafını çekin de Twitter’da, Facebook’ta falan paylaşın. Aman, hem belediyenin hesabında hem de benim hesabımda paylaşmayı unutmayın.”
“Eh! Tam günü geldi işte. Şu geçenlerde engellileri refakatçisiz almıyoruz diye basın açıklaması yapıp fırtına koparmaya çalışan bir dernek vardı ya, engellileri refakatçisiz araçlara alacağız müjdesini verelim de hem günlerini de böyle kutlamış oluruz. Arkadaş, biz onları düşünüyoruz; araca binerken düşerler, nerede ineceklerini bilmezler, hayır oturacakları koltuğu bulamıyorlar, bir de refakatçisiz bineceklermiş. Neyse, birkaç güne birisi düşer, yaralar bir yerlerini, ondan sonra tekrar eski yönetmeliği getiririz. Şimdilik ortalık bir durulsun. Hayır, araçlara yapılacak düzenlemeler de ertelendi. Daha sekiz yılımız var. Şimdi neden uğraşayım? Zaten o zaman vakit gelince, bir daha ertelerler. Eee, yaptığım masrafa yazık değil mi? Boş ver, idare etsinler işte böyle.”
Şimdi “Ne diyor bu?” diyeceksiniz. Anlatayım. Hani bu 3 Aralık’ta ekranlardan sevgi kusan, duyar fışkırtan, merhamet püskürten yetkililer var ya, işte yukarıda okuduğunuz cümleler onların iç sesleri ve o iç sesi besleyen dilenci sivil toplum örgütlerinin liderlerinin konuşmaları.
3 Aralık, Birleşmiş Milletler tarafından 1992 yılında Dünya Engelliler ve Farkındalık Günü olarak belirlendi. Belirleniş amacı, yeti farkı olan bireylerin ekonomik, sosyal ve toplumsal alanda karşılaştıkları ketlemeleri tespit ederek ve bunların bilinçli biçimde farkında olarak ortadan kaldırılmasını sağlamaktı. Ancak 3 Aralık bizim ülkemizde çok yanlış anlaşıldı. Aile çevremiz, yakın arkadaşlarımız kutlanacak bir gün diye düşündüler ve gece 00:00’dan itibaren kutlama mesajları attılar. Hatta “Önce ben göndermeliyim çünkü en çok ben seviyorum” yarışına girenler oldu. Yetkililer ve kamu hizmet sunucuları, yeti farkı olan bireylerin başını okşayacak, ceplerine harçlık, evlerine erzak gönderilecek, zaten var olan haklarını bir lütuf sunuyormuş gibi müjdelerle ilan edecek bir şov günü olarak düşündüler. Ülkemin güzide zenginleri, bağışlarla kirlenmiş paralarını temizleyecek mübarek bir gün olarak algıladılar. Ama fışkırtılan duyarlar, var olan ketleri yıkamaya yetmedi. Püskürtülen sevgiler nedeniyle kitapların Braille baskıları oluşmadı; çocuklar okullara kabul edilmedi; sağlıkta erişilebilirlik sorunları çözülmedi; kamu binalarına rampalar, erişilebilir yüzeyler yerleşmedi; toplu taşıma araçları ve kaldırımlar erişilebilir hale gelmedi; herkes eğitimine, yeteneğine göre bir işe yerleştirilmedi; yeti farkı olan bireyin toplumdaki varlığının bir yük olarak algılanması sona ermedi; yüksek duyar kasarak, sosyal medyada hiçbir betimleme eklemeden paylaştıkları mesajlar, birdenbire dile gelip görselde ne içerdiklerini, üzerlerinde ne yazdığını söylemedi; bir de baktık ki hiçbir sorun çözülmemiş. “O zaman bu işte bir yanlışlık var” diye düşünüyoruz biz eşitliğe, özgür yurttaş fikrine, insanca yaşam hakkına inananlar. Ama bir dakika, sizin derdiniz bu değildi değil mi? Siz şovlarınızı yaptınız, kirli kazançlarınızı akladınız, ceplerinizi doldurdunuz ve akşam gidip başınızı rahat yastığınıza koyup uyuyacağınızı düşünüyorsunuz. Yanıldınız. Biz buradayız, bu dünyanın at sinekleri, sizi rahat uyutmayacağız. Merhametinizi, sevginizi, duyarlarınızı size yutturup insanca yaşam hakkımızı elde edene kadar, bazen bir fısıltı, bazen gür bir ses olarak kulaklarınızda çınlayacağız. Gündüz düşünceniz, gece kâbusunuz olacağız. 3 Aralık’ın anlamını anlatana kadar görevimizin başındayız.