Çevremize baktığımızda, toplumda yer etmiş olan sakatlık algısının genel olarak acıma, hor görme, ötekileştirme kavramlarıyla özdeşleşmiş olduğunu görüyoruz. Sakatlık meselesine kafa yorarken, neredeyse her edebi eserin anormalliğe, sakatlığa vb. göndermede bulunduğu tespitini yapan Davis, bu olguyu normallik hegemonyasının bir sonucu olarak açıklıyor ve bu normalliğin kamusal araçlarda (roman gibi) sürekli olarak dayatıldığını söylüyor (Davis 1997, s. 16), Onun bu görüşünden yola çıkarak bu algının nasıl inşa edildiği üzerine düşünmeye başladığımızda temellerinin çocukluğa kadar dayandığını fark ettik. Bu bağlamda çocuk kitaplarının dil ve içerik bakımından incelenmeye değer olduğunu düşündük. Bu sebeple hem hepimizin aklında yer etmiş olan hem de Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser’i arasında sayılan Eleanor H. Porter’in Pollyanna kitabını ele almak istedik.
Kitabı kısaca özetlemek gerekirse, baş kahramanımız Pollyanna ailesini kaybettikten sonra sert ve sevgisiz teyzesi Polly’nin yanında kalmaya başlar. Hayatı zorluklarla geçiyor olmasına rağmen Pollyanna mutluluk oyunu oynayarak etrafına neşe saçmaya devam eder. Bu oyuna, babasıyla yaşadığı günlerde Yoksullara Yardım Cemiyeti’nin gönderdiği kutunun içinden koltuk değneklerinin çıkmasıyla başlar. Pollyanna oyuncak bebek beklediği için çok üzülmüştür ama babasının ona bu değnekleri kullanmak zorunda olmadıkları için şükretmeleri gerektiğini söylemesiyle birlikte mutluluk oyununu öğrenmiş olur. Pollyanna’nın konağa taşındığı günden itibaren konak daha canlı ve neşeli bir hal alır. Hatta Pollyanna kasabadaki diğer insanlara da mutluluk saçmaya çoktan başlamıştır. Yatalak ve bundan dolayı son derece mutsuz olan Bayan Snow’a yemek götürme görevini evin hizmetçisi Nancy yerine kendisi üstlenir. Her gün görüştüğü Pollyanna sayesinde Bayan Snow hayata yeniden bağlanır. Pollyanna’nın saçtığı neşeden kasabanın en huysuz insanı olarak bilinen Bay Peneton da etkilenmiştir. Hayatları olağan seyrinde devam ederken Pollyanna araba kazası geçirir ve kasabanın doktoruna göre bir daha hiç yürüyemeyecektir. Bu duruma başta Polly Teyze olmak üzere herkes çok üzülür. Lakin Polly Teyze’nin nişanlısı Doktor Chilton başka bir arkadaşından yardım alarak Pollyanna’yı tedavi edebileceğini söyler. Bu umutlu haber her şeyi yeniden eski haline döndürmeye başlar.
Pollyanna’daki mutluluk oyununun temeli şükretme kavramı üzerine dayalıdır, fakat kitap boyunca bu şükür vurgusu sahip olunan olumlu şeyler üzerinden değil, sahip olunmayan olumsuz şeyler üzerinden yapılmaktadır. Bu sahip olunmayan olumsuz şeyler de hep sakatlık olarak tanımlanmıştır, çünkü temanın bütününde bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyin sakatlık olduğu vurgusu hâkimdir. Bu vurguya kitapta ilk rastladığımız yer babasının Pollyanna’ya mutluluk oyununu öğrettiği bölümdür. Bu bölümde yardım sandığının içinden bebek yerine koltuk değneği çıkmasına üzülen Pollyanna’ya babasının tepkisi şu şekildedir:
“Bak, sevgili kızım, üzüleceğine, bu koltuk değneklerine ihtiyacın olmadığı için sevinmelisin. İnsanların çoğu, ellerindekinin değerini bilmedikleri için mutsuzdur. Körleri görürken kendi gözlerinin sağlam olduğuna şükretmezler. Hastaları görür, yine de sağlıklarının değerini bilmezler. Durumumuz ne olursa olsun, eğer onu değiştirmeye gücümüz yetmiyorsa, daha kötüsünü düşünerek avunabiliriz. İstersen bunu seninle bir oyun haline getirebiliriz. Göreceksin, oyun ne kadar zor olursa, sonucu da o kadar sevindirici olur.” (Porter 2008, s. 20)
Burada kızına şükretmeyi aşılamaya çalışan baba modelimiz, şükür için verdiği örneklerin tamamını sakatlık temasından seçerek normal algısını sakat olmamak üzerinden kuruyor. Bunu sakat kişilerin standarttan sapanlar olarak görülmesiyle açıklayabiliriz (Davis 1997, s. 6). Buna paralel olarak baba modelimiz, içten içe şükür duygusunun normal olarak kabul edilen, sakat olmayan insanlara özgü olduğu algısını taşıyor. Bunu yaparken de sakatların sakatlıklarından dolayı şükredecek bir konumda olmadığı mesajına da yer vermiş oluyor. Yani bir nevi onları sadece sakatlıkları üzerinden tanımlayarak sakatlığı kimlikleştirmiş oluyor. Aynı zamanda sakatların sakat olmak dışında başka hiçbir özellikleri olmadığı mesajını çıkarabiliriz.
Bütün bunlardan yola çıkarak kitapta hâkim olan şükür duygusunun “normal” insanlar için sakat olmamak olduğuna ulaştık. Bu durum bizi mutluluk oyununun temel prensibini sorgulayarak sakat insanların şükür sebebinin ne olacağı sorusuna yönlendirdi. Kitaptaki karakterler üzerinden daha detaylı bir inceleme yaptığımızda sakatlardaki şükür duygusunun daha fazla sakat olmamak üzerine kurulu olduğunu fark ettik. Özellikle bu durum romanın iki yan karakterinde yoğun olarak gözleniyor. Bu karakterler Bayan Snow ve Bay Peneton.
İlk olarak romanda Bayan Snow üstünden sakatlık algısını değerlendirecek olursak, Bayan Snow, yatağa bağımlı yaşayışı yüzünden hayata küsen, huysuz ve somurtmak için bahane arayan bir kadındır. Hatta öyle ki bir gün Pollyanna’nın Bayan Snow’un isteği üzerine en sevdiği yemekler olan haşlama, tavuk ve paça yemeklerini aynı anda getirmesine rağmen bir dördüncü yemek olmadığı için yine mutlu olamaz. Pollyanna daha sonra Bayan Snow’a da mutluluk oyununu anlatır ve aynalara dahi küsmüş olan bu kadını “Sağır olmadığınıza sevinmelisiniz. Ayaklarınız tutmuyorken bir de kulaklarınız duymasaydı ne kötü olurdu kim bilir!” (Porter 2008, s. 36) diyerek teselli eder. Burada dikkatimizi çeken nokta tesellinin sakatlıktan daha kötü bir şey yokmuşçasına yine başka bir sakatlık üzerinden veriliyor olmasıdır. Bu şekilde normalin tam olma durumu yani sakat olmama durumu ile eşleştirilmiş olduğunu görüyoruz. Kazadan sonra ayaklarının kırıldığını ve kısa zamanda iyileşeceğini düşünen Pollyanna, Bayan Snow’u düşünerek şöyle der: “Bayan Snow gibi hayatım boyunca yatağa bağlı kalmak yerine Bay Peneton gibi sadece bacağımın kırılmış olmasına sevinmem doğru değil mi?” (Porter 2008, s. 68) Mutluluk oyunu çerçevesinde öncesinde problem olarak görmediği Bayan Snow’un yatalaklık durumunu kendisi aynı duruma düştüğünde kıyaslama yaparak aslında Bayan Snow’u ötekileştirir.
Bay Peneton’a gelecek olursak yine sakatlık seviyesine dair bir kıyaslama ile karşı karşıyayız. Bay Peneton’ın orman gezisi esnasında bir bacağı kırıldıktan sonra umutsuzluğa kapıldığını gören Pollyanna’nın ağzından şu sözler dökülür: “Kırıklar çabuk iyileşir. Hem dua edin de iki bacağınız yerine sadece biri kırılmış. Ya Bayan Snow gibi ömür boyu yatakta kalmak zorunda olsaydınız? Bu yüzden mutlu olmalısınız.”
Kitabın kırılma noktalarından birisi ana karakter olan Pollyanna’nın geçirdiği araba kazası sonucu kendisinin de yatağa bağlı kalarak sakat konumuna gelmesidir. Bu bağlamda Pollyanna’nın bakış açısındaki değişiklik ilgimizi çekiyor. Kaza öncesinde çevresindeki sakat insanlara daha fazla sakat olmadıkları için mutlu olmalarını ve şükretmeleri gerektiğini öğütlerken kendisi bu duruma “düştüğünde” şükrü eskisi gibi daha fazla sakatlığa sahip olmayışıyla kurmamaya başlıyor, bunun yerine başkalarının mutluluğuyla mutlu olmayı seçiyor. Örneğin, bu durumu Pollyanna’nın şu sözlerinde görebiliriz: “Polly Teyze, çok sevindim! Artık hiç yürüyemesem de üzülmeyeceğim. Demek, nişanlınız Doktor Chilton’dı!” (Porter 2008, s. 77) Pollyanna’nın sakatlığının öncesinde başkalarının mutluluğu onun mutluluk kaynaklarından birisi iken kaza sonrası tek mutluluk kaynağı başkalarının mutlulukları haline geliyor. Çünkü artık sakat olduğu içim kendine dair mutlu olacak bir sebebi kalmamış oluyor.
Kitaptaki bir diğer önemli nokta ise sakatlık sonrası görülen acıma duygusudur. Pollyanna’nın geçirdiği kaza sonrası yürüyemeyişi herkeste derin bir üzüntü uyandırmış, hatta ağzından daha önce sevgi sözcüğü duymadığımız Polly Teyze bile kaza sonrası Pollyanna’ya ilk kez “Sevgili çocuğum” diye hitap etmiştir. (Porter 2008, s. 67) Diğer karakterlerin bakış açısı da hep bir acıma içermektedir ve Pollyanna’dan “Vah zavallı çocuk!” (Porter 2008, s. 69) diye bahsetmektedirler. Öyle ki yazar bile bu duruma kayıtsız kalmayarak Pollyanna’dan bahsederken “zavallı kız” (Porter 2008, s. 72) tabirini kullanmıştır.
Günlük hayatımızda da sıkça karşılaştığımız bir durum olarak sakatlığı ortadan kaldırma, yani “iyileştirme” çabasına romanlarda da rastlamamız çok çarpıcıdır. Kaza sonrasında kasaba doktorunun muayenesiyle yetinilmeyip New York’tan özel doktorlar çağrılarak durumun kabullenilmesinden ziyade iyileşme için bütün olanakların kullanılmasına şahit oluyoruz. Buradan da anlaşılacağı üzere sakatlığa sosyal model olarak değil de tıbbi model olarak yaklaşılıyor. Sakatlık normallik dayatması karşısında “iyileştirilmesi” gereken bir hastalık gibi görülüyor.
Lenndar Davis’e göre: “Romanlarda sakatlık bir şekilde ortaya çıkıyorsa, nadiren merkezi düzeyde temsil edilir. Bir ana karakterin sakat bir insan olması olağandışıdır” (Davis 1997, s. 15) Bu açıdan Pollyanna romanına baktığımızda biz de şunu fark ettik. Kaza öncesinde metnin merkezinde yer alan Pollyanna, kaza sonrası silikleşmeye başlamıştır. Önceden aktif bir şekilde eylemleri ile ön plana çıkıyorken sonrasında yazar Pollyanna’dan daha az bahsetmeye başlamış ve onu pasifleştirmiştir. Öyle ki onu ziyarete gelen insanlar bile Pollyanna’yı görmek yerine Polly Teyze ile daha çok muhatap olmuşlardır. Yazarın yan karakterleri daha ön plana çıkarmasıyla Pollyanna’nın hislerinden ziyade insanların onun hakkındaki düşüncelerine şahit oluyoruz.
Sonuç olarak, bütün bu değerlendirmeler ışığında, Pollyanna kitabındaki sakatlık algısını başa gelebilecek en büyük felaketlerden birisi olarak görülen ve anormallikle özdeşleştirilen bir kavram olarak tanımlayabiliriz. Bu yöndeki bir algının MEB’in 100 Temel Eser listesinde bulunan bir çocuk romanında karşımıza çıkıyor olması son derece çarpıcı ve toplumda sorgulanmadan, kanıksanmış bir şekilde var olan “normallik” algısının üretiminde de önemli bir rol oynuyor. Çocuk yaştan itibaren bu algı ile yetişmiş olan bir neslin, sakat olmayanların lehine işleyen bir dünya düzeni üretip, geri kalanları ötekileştiren bir topluma evrilmesi hiç de şaşırtıcı değil.
Kaynakça
- Davis, L. J. (2011)“Normalliğin İnşası: Çan Eğrisi, Roman ve 19. Yüzyılda Sakat Bedenin İcadı”, Sakatlık Çalışmaları. Sosyal Bilimlerden Bakmak içinde, der. D. Bezmez, S. Yardımcı ve Y. Şentürk, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
- Porter, E.H. (2008) Pollyanna, çev. P. Aslan, İstanbul: Morpa Kültür Yayınları.