Toplam Okunma 0

Toplum olarak özel günleri şenliğe çevirmeye inanılmaz merakımız var. Uzun vadede çözüme ihtiyaç duyan sorunları, bir yılın herhangi bir günü içerisinde ele alır, ilgili sorunu tam bir şenlik havasında kutlarız. Dünya üzerinde, özel günler ve şenliklerin sayısına dair bir araştırma yapmadım. Ancak bir yılın neredeyse her gününe en az bir anlam ithaf edilen ülkemiz, bu konuda açık ara öndedir diye düşünüyorum. Yukarıda da belirttiğim üzere ilgili gün her ne anlam içerirse içersin, bizde bayramdır. Yani bir başka deyişle, bize her gün bayramdır. Neredeyse bu tür günlerin hepsinin temel özelliklerinden birisi de, anlamının tam tersi bir şekilde ele alınmasıdır. İlgili konu her ne olursa olsun, ele alınış şekli hep aynıdır. Her şeyi fazlasıyla bildiğine inanan fakat ilgili konuda hiçbir şey bilmeyen politikacılar, kamu görevlileri ve her zaman bu unsurların arkasında konu mankeni olmaktan öteye gidemeyen sanatçı vb. etiketli süs balonları bu törenlerin olmazsa olmazıdır. Böylesi günlerin belli başlı özellikleri: 1. Tek suçu kendilerine böyle bir gün atfedilmesi olan insanlardan bir demet, bir salona veya stadyuma tıka basa doldurulur. 2. Konuyla ilgili kamu görevlileri ve politikacıların bitmez tükenmez konuşmalarına tahammül etmek zorunda kalınır. 3. Reklam ve ego tatmini için bu günleri dört gözle bekleyen sanatçı vb. etiketli kuklalar ne kadar alçak gönüllü olduklarını ispatlayarak; ilgili günün mağdurlarıyla fotoğraflar çekinirler. 4. Halkın parasıyla alınan ucuz hediyeler, büyük bir iş yapılırcasına havalara saçılır. 5. Bu günlerden geriye, günün kirletilmiş anlam ve önemi, baş ağrısı, tiksinti ve kocaman bir çöp yığını kalır. 6. Genellikle kutlanan günle ilgili konu bir yıl sonrasına kadar unutulur.

 

Bu tür günlere birkaç örnek verecek olursak: 1 Mayıs İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. Fakat pratikte bu tam tersi olur. Birlik, Mücadele ve Dayanışma kelimeleri atılıp, işçi bayramı diye tanımlarlar. İşin ironik kısmı: İşçiler bu günleri fabrikalarında zorla çalıştırılarak ya da kendilerine yasaklanmış olan kent meydanlarına girebilmek için kan ter içinde mücadele ederek geçirirken, onlara bir günü bile çok görenler bayram kutlamaları yaparlar. Bir diğer örnek: Dünya Emekçi Kadınlar Günü.  ABD’de tekstil işçisi kadınların direnişi ve 50 kadının diri diri yakıldığı gün olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kadınlara ithaf edilmiş. Fakat bu da içi boşaltılarak Dünya Kadınlar Günü adı altında, tam tersi bir şekilde ele alınıyor.

Neyse, konuyu fazla dağıtmadan sadede gelelim. İşçilerin, kadınların günü olur da özürlülerin olmaz mı? Hiç olmaz mı? Olur elbette. Bizim akil insanlarımız, şu ibretliklere de şanına yakışır bir gün bulalım diye kara kara düşünürken, Birleşmiş Milletler yardıma koşar. 1992 yılında, her yılın 3 Aralık günü Dünya Özürlüler Günü olsun der. Bu öneri tüm devletlerce kabul görür ve 5 Mart 1993 yılından itibaren, 3 Aralık’ın Dünya Özürlüler Günü olarak kutlanmasına karar verilir. Bu durum ülkemizdeki yetkililerin çok hoşuna gider. Öyle ya yılda bir günü feda ederiz, geriye kalan 364 gün onları hatırlamamıza gerek yok, onlar bu gazla bir yıl seslerini çıkartmazlar diye düşünülür. Her yılın 3 Aralığında belediyeler, devlet kurumları ve STK’lar nezdinde çeşitli kutlamalar yapılır. Bu kutlamalar genellikle,  tam bir curcunaya çevrilir. Engellilerle bütünleştirilen sorunlar yumağının, bir ilmeğine bile dokunulmaz. O ilmeklerden birisini gündeme getirmek isteyen engelliler, önce yetkililer tarafından tatlı sert susturulurlar. Öyle ya bu gün sizin gününüz, gölge düşürmek isteyen ve kendisine biçilen maskotluk görevini kabul etmeyecek kadar nankör ve küstah olan ibretdaşınızı, önce siz telkin etmelisiniz. Arkasından maskotluk kıyafetini pek bir beğenmiş olan belli engellilerin yuhalamaları gelir. Öyle ya devletimiz bizi düşünmüş, böyle bir gün tertip etmiş, densizin biri gelip, çevrenin erişilebilir olmamasından, toplumda eşit statüde görülmekten falan bahsediyor. Bu anarşi çok kötü bir şey azizim, özürlüleri bile yoldan çıkarıyor. Tabii ki özürlü olmasına rağmen, muktedire kafa tutmak isteyen bir hafızın yaverler tarafından okşanması gibi nahoş hadiseler de olmadı değil. Ama bunu da sorun etmeye gerek yok. Malum şahıs özürlü olmasına rağmen, ideolojik davranmış ve utanmadan soru sormaya kalkmıştır. Bunlara da pabuç bırakacak değiliz. Kadın, çocuk, kör, topal deme, gereği neyse yaparız. Ha, bir de hallerine bakmayıp boyundan büyük işlere burnunu sokan ibretuslar var. Adamın gözleri görmediği halde ona iş veriyoruz, beyefendi çıkmış; neymiş taşeron belası falan varmış ondan bahsediyor. İşte Allah böylelerini bilmiş de ama yapmış.

 

3 Aralık günleri genelde hep aynı klişeyle kutlandığı için, size bir 3 Aralık programı betimlemek istiyorum. Öncelikle törenin olacağı bir salonla anlaşılır. Olaya salon sürecinden başladığımı görerek, en azından 3 Aralık törenleri erişilebilir bir salonda yapılır diye düşünüyorsanız, boşuna ümitlenmeyin. Genellikle bu salonlarda, erişilebilirlik olayı en aza indirgenmiştir. Öyleki, rampa ve engelli tuvaleti olmadığı için, genellikle ortopedik engelli arkadaşlar tuvalet ihtiyaçlarını bile gidermekte zorlanırlar. Neyse biz günümüze devam edelim. Sonra engelli okullarından ve derneklerden ibretuslar otobüslere doldurulur. En azından otobüslerde rampa vardır diye düşünüyorsanız, hiç rastlamadım. Otobüsten indiklerinde aşırı yüksek ve üzerinde, demir, direk ağaç, çukur; kısacası benden başka her şey olan kaldırımlar nedeniyle, tek sıra halinde yol kenarından ilerlemeye başlarlar. Refakatçileri bir sonraki kaldırımın daha erişilebilir olduğunu söyler. Fakat o kaldırıma geldiklerinde de ilgili programa davetli olan görevlilerin park etmiş olduğu, kaldırımın üzerinde önlü arkalı, sıra sıraduran otomobillerin işgaliyle karşılaşırlar. Neyse zorlu bir savaşın sonunda muzaffer bir edayla törenin yapılacağı yere ulaşmayı başarırlar.

 

Salona yerleşildikten sonra 1,5 saatle 3 saat arasında bir bekleme süresi olur. Bu sürenin sonunda uzun süreli bir konuşma faslı başlar. Politikacılar ve konunun yetkilileri, saatlerce bitmek tükenmek bilmez bir şekilde soluk almadan konuşurlar. Şu kadar engellimizi istihdam ettik, özürlü kardeşlerimize şunları yaptık. Onların ardından mikrofonu engelli STK sorumluları alır. Genellikle konuşmalarında: ne işyerlerinde, okullarda ve birçok yerde karşılaşılan ayrımcılık vakalarından söz ederler, ne yürünemeyen kaldırımlardan, ne de şahit zulmünden. Konuşmalarının tamamı törene davetli politikacı kimse, ona yapılan bir dizi övgü ve kendi dernek çalışmalarından ibarettir.

 

Daha sonra ibretliklerin sergilediği belli etkinlikler izlenir. En küçüğü 20 yaşında olan koca koca insanlara, bir çocuğa davranılır gibi tavırlar sergilenir. İşin ikram boyutuna fazla girmek istemedim, zira bizi çok ilgilendirmiyor. Ama genellikle, kumanyadan sağlam bir menüye kadar değişkenlik gösteriyor. Son olarakta maskot olma kriterlerini fazlasıyla yerine getirebilen bir şarkıcı vb.ibretuslar sahneye çıkar. Bu türden elimizde bir tane olduğu için, onun yerine, ibretusların nasıl canları ciğerleri olduğunu anlata anlata bitiremeyen, engelsiz kuklalar sahne alır. Baston, kabartma saat ve benzeri hediyelerle program sonlandırılır.

 

Evet, ne eksik ne fazla, klasik bir 3 Aralık programı böyle oluyor. İsteyen deneyimleyebilir. Örneklerini, geçmiş yılların 3 Aralık tarihli haber bültenlerinden de inceleyebilirsiniz. Haberi sunarken spiker, “Şimdi size çok özel insanları göstereceğiz.” diye salakça bir anons geçer. Arkasından muhabirin ağlamaklı sesi duyulur. Engellerine rağmen azimle dans ettiler, normal yaşıtlarına ibret oldular gibi iğrenç bir yaklaşımla 3 Aralık programlarını evlerinize ulaştırırlar.  Bu programlarda, engelliler için sorun olan hiçbir şey tartışılmaz. Hatta 2012 yılı, Kasım ayı sonlarında; hayatını geri dönüşüm işçiliği yaparak sürdürmek zorunda kalan Nevzat Yavuz Er’in, kaldırıma çıkamadığı için çöp kamyonu tarafından ezilerek katledilmesi bile, 3 Aralık törenlerinde gündem olamadı. Evet, her şeyin çok rahat içini boşalttığımız gibi 3 Aralık’ın da boşaltıyoruz. 3 Aralık tüm kamuoyunun ilgisinin engellilerin üzerinde olduğu bir gün. O nedenle, yaşadığımız çeşitli sorunları gündeme getirecek yaratıcı eylemlilikler ve etkinliklerle bu sorunlara dikkat çekmeliyiz. Aksi taktirde 4 Aralıkta bize kalan, yukarıda belirtmiş olduğum gibi, baş ağrısı ve çöp yığınından ibaret olmaya devam edecek. Engellerin asgariye indirildiği, hatta tamamen ortadan kalktığı, engellenmişliğin son bulduğu günler dileğiyle.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.