Toplam Okunma 0

“Ahmet amca çok iyi bir insan geçen gün beni karşıdan karşıya geçirdi.”

“Belediye başkanı tam bir engelli dostu. Bir grup köre tavuk döner ısmarladı ve baston dağıttı.”

“Hazal cennetlik kızmış vallahi. Su gibi kadın, fıstık gibi de mesleği var. Gidip kör Arda ile evlendi. Ne kadar sevap işledi biliyon mu?”

Bu yazıda kendimi çabuk ele verdim. Neymiş ulan bunun karın ağrısı demenize gerek kalmadı. Evet, burun farkıyla olmasa da, göz farkıyla bir adım önde görünen; kendisinin yazmış olduğu scorboard’u durmadan rakibinin kafasına vuran bir toplumun mücadele etmeden yenilgiyi kabullenen kesiminden bahsedeceğim. Bu güne kadar, yazılarımızın çoğunda toplumun engelli algısını işlemiştik. Peki, biz sütten çıkma ak kaşık mıyız? Bu algıyı değiştirmek için ne yapıyoruz. Toplum içerisindeki, yanlış davranışlarımızı sorgulamıyorum. Toplumsal konumumuzu engelsiz bireylerden altta gören arkadaşlarımızın bakış açılarını sorguluyorum.

Çoğu zaman, hayata bir sıfır yenik başladık diye gireriz söze. Yani ortada, hiç adil olmayan bir durum vardır. Skorboarddaki mağlubiyetimiz girişilen bir mücadelenin sonunda olmamıştır. Bu skor tüm organları sorunsuz çalışanların, organlarında işlev sorunu olanlara dayatmış olduğu haksız bir skordur. İyi de, insanların rakip olabilmesi için, iki tarafın da birbirini eşit görmesi şart değil mi diye haklı bir soru gelebilir. Evet, ortada bir skor olabilmesi için bir mücadele olması gerekiyor. Mücadele için ise, eşit koşullardaki rakipler. Oysa bu sonuç, karşısındakileri rakip olarak bile göremeyeceklerin ön yargısı sonunda ortaya çıkmıştır.

Hayata bir sıfır yenik başlamamız, çoğunluk olanların ön yargı ve bencillikleri ile yaşamı kendilerine göre düzenlemelerinin sonucudur. Bu sonucun algılanma şekli, davranış biçimini de belirliyor. Sonucun, iki tür algılanış şekli var. Birinci kesim, bu durumun bir tür alın yazısı olduğunu ve değişmesinin çok zor olduğunu düşünüyor. İkinci kesim ise bu sonucun insanların ön yargısının ürünü olduğunu ve mutlaka değişmesi gerektiğini savunuyor.

Tabii ki sorunlu olan ve değişmesi gereken, birinci bakış açısı. Maalesef, hepimiz o yanlış bakış açısının kalıntılarını taşıyoruz. Bu bakışa sahip arkadaşların en büyük sorunu, kendisinin eksik olduğunu düşünmek, engelli insanların engelsizlerle eşit olamayacağını savunmak, sürekli bir pozitif ayrımcılık beklentisinde olmak, insanlarla ilişkilerinde pragmatist davranmak, hak arama mücadelelerini baltalamak, maruz kalınan ayrımcılık olaylarında ayrımcılığı meşrulaştırmak vb. Bu yaklaşımın altında tamamen toplumun bakış açısının etkisinde kalmak gibi masum bir durum olabileceği gibi, engelini bir rant kapısı olarak gören ve küçücük bir çıkar uğruna tüm onurunu satacak kadar küçülebilecek, faydacı bir yaklaşımda olabilir. Her ne amaçla olursa olsun bu yaklaşım zararlıdır ve tüm engellilerin yaşamını etkileyecek kadar kapsamlıdır. Bu yaklaşım ve zararları ile ilgili, dergimizin önceki sayılarında yayımlanan “Düşünsel Kölelik” başlıklı yazım ve Engin Yılmaz’ın “İçimizdeki Brezilya’yı Bulmak ya da Kaybetmek” başlıklı yazısı incelenebilir.

Bu bakış açısını, birkaç örnekle somutlaştıralım. “Bizim müdür sana göre iş yok dedi. Enayi miyim? Ben de işe gitmiyorum”,  “Engellileri üniversiteye sınavsız alsalar.”, “Bir görenin yaptığını, bir kör yapabilir mi ?”, “x şehrin belediye başkanı ne kadar iyi, bizim golbol takımını yemeğe götürdü ve baston dağıttı. Hakkında çok suçlama var ama bizim başkan iyi adam. Kentin kaldırımları düzgün değil ama başkanımız engelli dostu. Bütün engelliler onun arkasında. Nereden mi biliyorum? Ben arkasındaysam, tüm engelliler arkasındadır. Nasıl olsa, tüm engelliler aynı değil mi?”, “ Hasan, bastonuyla kaldırımdaki arabaya vurmuş ve utanmadan sahibiyle kavga etmiş. Adamcağız nereye park etsin arabasını? Yarın o adamdan, ne yüzle yardım isteyecek karşıya geçerken?”, “Bizim körler de çok nankör oluyor canım. Ali amca, Lütfü’ye bir şaka yapmış, olay olmuş. Neymiş ona maskot muamelesi yapamazmış. Böyle yaparak hep insanları körlerden soğutuyorlar.” Örnekleri, yaşanmış olaylardan vermedim. Araştırmak isteyenler, her örneğe uygun onlarca yaşanmışlığı gözlemleyebilirler. Toplumun bize ayrımcılık yapmasına gerek yok aslında. Yukarıda da görüldüğü üzere, bizim en iyi becerebildiğimiz şey toplumun bize yönelik önyargılarını sahiplenmek.

İşe bu önyargıları kendi zihnimizden yok ederek başlamamız şart. Bu önyargıları taşıyan arkadaşlar mücadele etmek isteyen insanları fazlasıyla yoruyor ve onlara zaman kaybettiriyor. Düşünsel Kölelik başlıklı yazımdaki talebimi tekrarlıyorum. İstediğiniz gibi köleliğinizi kutsayabilirsiniz. Ufak çıkarlar uğruna istediğinize yıkama yağlama yapabilirsiniz. Ama lütfen biraz ötede oynayın. Hiçbir şey yapamıyorsanız, sinir bozmayı başarıyorsunuz. Bunu bari yapmayın. Anlamsız, gereksiz birisini kutsayıp; altına tüm engellilerin imzasını atmayın. Bireysel olarak istediğiniz haltı yiyebilirsiniz. Fakat biraz olsun insanlara saygı duyun ve saçmalıklarınıza onları alet etmeyin. Anlayabilecek misiniz bilmiyorum? Yine de belirtmeden geçemeyeceğim; siz tüzel kişilik değilsiniz. Bireysel olarak tüm engellilerin imzasını kullanamazsınız.

Neyse dostlar, bu konuyu daha çooook işleyeceğiz gibi görünüyor. Skorboard üzerinden bile örnek verdik. Bir sonraki yazıda, takla mı atarız değiştirmek için bilmem. Siz, yine de aklınıza mukayyet olun. Önyargısını yenmiş engelsiz insanlar, siz bu düşünsel kölelerden uzak durun. Ne olur, ne olmaz. Onlarca yıl uğraşıp yendiğiniz önyargılarınızı tekrar edinmenize yol açabilirler. İnadına “Eşit, Erişilebilir Engelsiz” bir hayat dileğiyle.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.