Merhabalar herkese,
İsmim Beyza. 30 yaşındayım. ODTÜ Klinik Psikoloji Doktora Programı öğrencisiyim. Özel bir ofiste klinik psikolog olarak çalışıyorum. Fiziksel engelli bir kadın olarak, hem kendi yaşantımı anlamlandırabilmek hem de toplumsal mücadelede yer alabilmek adına, engellilik üzerine düşünüyor, çalışıyor, okuyor ve şimdi de yazıyorum – çünkü feminizmden de bildiğiniz gibi, kişisel olan politiktir.
EEEH Dergi’deki ilk yazıma da bazı sorularla başlamak istiyorum: Katıldığınız (ve hatta sizin düzenleme kurulunda olduğunuz) bir etkinlikte, etkinliğe davetli uzmanlar çocukmuşsunuz gibi başınızı okşadı mı hiç? Peki ya, asansöre birlikte bindiğiniz kadının, birden saçlarınıza dokunarak, ama aynı zamanda siz orada değilmişsiniz gibi yanınızdaki kişiye “Ne güzel saçları var…” dediği… Ya da hiç tanımadığınız birinin bulduğu ilk fırsatta sizi yanaklarınızdan sevip “Tabii, senin hayatın zor, ama öbür dünyada mükâfatını alacaksın” ya da “Sen yine şükret, senden daha kötüleri de var” şeklinde kendince teselli etmeye çalıştığı oldu mu? Engelli bir birey değilseniz, çoğunuzun bu sorulara “Hayır” cevabı vereceğini biliyorum. Ancak, tekerlekli sandalye kullanan engelli bir kadın olarak, ben dışarıya bunlarla ve daha fazlasıyla karşılaşma ihtimalimin olduğunu bilerek çıkıyorum. Daha fazlası derken de, örneğin, ailemle bir mağazadayken, içerideki yaşlı bir adamın bana zorla beğendiğim bir şeyi hediye olarak almak isteyişinden ya da evimizin yakınındaki bir alışveriş merkezinde sıklıkla karşılaştığımız ama tanışmadığımız bir başka adamın beni her gördüğü yerde gelip yanımdaki kişilere “Kendisi harika bir insan, çok da güzel gülüyor, ben böyle bir şey görmedim” gibi şeyler demesinden bahsediyorum.
Bu insanların yaptıkları ve söyledikleri böyle anlatınca ne kadar masum geliyor aslında değil mi? Bir şekilde hepsi de hayatının zor olduğunu düşündükleri bir kişiye biraz şefkat göstermek, biraz moral vermek ve biraz da yardım etmek istiyor gibi görünüyorlar. Oysa bütün bu davranışların altı engelliliğe ve engellilere yönelik bir sürü önyargıyla dolu olduğu için, yaptıkları bana ve benim ait olduğum alt gruba yardım etmekten çok zarar veriyor. Böyle bir toplumda yetişmiş olan engelli bir birey olarak, bunları fark etmek ve bunlara karşı çıkmak zaman zaman o kadar zorlaşıyor ki, kendinizi bu davranışların sonucunda neden öfkelendiğinizi anlamadığınız, anlasanız da bir türlü ifade edemediğiniz bir durumda buluyorsunuz. Ben de bir süredir, bu davranışlarla karşılaştığımda tam olarak neye öfkelendiğimi ve bunu nasıl ifade edebileceğimi düşünmeye çalışıyorum; bu çabamı sizinle de paylaşmaya ve sizi de benimle beraber düşünmeye davet etmeye karar verdim.
Öncelikle engelli bireylerden izin almadan onların bedenlerinin herhangi bir bölgesine ya da bağımsız hareketlerini sağlayabilmek için kullandıkları cihazlara dokunma hakkını insanların kendinde nasıl bulduğu kısmından başlayayım. Bunun, yalnızca engellilerin yaşadığı bir sorun olmadığının ziyadesiyle farkındayım. Ancak, toplantıda başımı okşayan adamın ya da asansörde saçıma dokunan kadının sınırları benzer şekilde ihlal edilse, büyük bir olasılıkla buna karşı çıkacaklarını da biliyorum. Çıksınlar da zaten, kişisel sınırların korunması herkesin en doğal hakkı. Buradaki sorun, engelliler söz konusu olduğunda, onların engeli olmayan kişiler tarafından yardıma muhtaç ve bağımlı kişiler olarak görülmelerinden ve bu nedenle kendilerinin sahip olduğu bireysel haklara sahip olduğunu göz ardı etmelerinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, böyle bir duruma maruz kalan engelli birey, etkinliği düzenleyen topluluğun başkanı olsa dahi, kendisinden izin alınmasına gerek duyulmayan ve engeli olmayan kişilerden daha alt bir konuma sahip olan biri olarak algılanıyor. Yazının en başında belirttiğim gibi, engelli birey çocuksulaştırılıyor diyeceğim ama zaten çocukların kişisel sınırlarının ihlali de çok büyük bir sorun değil mi? Benzer şekilde, “yardım etme” niyetiyle fiziksel engelli bir kişinin isteği dışında tekerlekli sandalyesini itmeye başlamak ya da bir körü bastonundan tutup sürüklemek de, kişisel sınırların ihlal edilmesi nedeniyle destek olmaktan çok köstek olmaya bir örnek olarak verilebilir. Burada da, bu kişiler, yine bağımsız birer birey olarak ihtiyaç duydukları yardımı ne zaman, ne şekilde ve kimden alacaklarına kendileri karar vermesi gereken kişiler gibi değil de, verilen yardımı olduğu gibi, şükran ve minnetle kabul etmesi gereken kişiler gibi düşünülüyor. İşin kötüsü, bunları sorgulamaya başlayana kadar, engelliler kendilerini böyle “yardım”lara öfkelendikleri için artan suçluluk hisleriyle baş etmeye çalışırken bulabiliyorlar.
En başta sorduğum sorulara bağlı olarak, beni en çok öfkelendiren bir diğer durum da, bu ülkede benimle ilgili konuların bile muhatabı olarak görülmemem, benim saçımdan bahsedilirken ben orada değilmişim ya da söylenenleri anlamıyormuşum gibi bir konuma koyulmam diyebilirim. Bir yurt dışı seyahatinden dönerken benim yönlendirmelerimle uçaktan inmeme yardımcı olan destek elemanlarının, beni tekerlekli sandalyeme yerleştirdikleri an babama dönüp: “Hanımefendinin soyadı neydi?” diye sormalarını başka nasıl açıklayacağımı gerçekten bilemiyorum, ama genelde fiziksel kısıtlılığımın başka insanların gözünde birden bütün diğer alanlara sirayet ettiğini hissediyorum. Bu, fiziksel engelimden bağımsız, örneğin akademik başarılarımın da, engelime rağmen yaptığım şeyler olarak algılanmasına da neden olan bir durum aslında. Oysa burada şu kısmı netleştirmemiz gerekiyor: Ben bir şeyleri fiziksel engelime rağmen değil, ülkemizdeki fiziki düzenlemelerin yetersizliğine ve toplumsal önyargılara rağmen başardığımı düşünüyorum. Gördüğünüz gibi, bu durum, herhangi bir engelin tamamen hayatı kısıtlayıcı bir şey olduğu ve engelimize rağmen bir şeyler yapıyor olduğumuz düşüncesinden oldukça farklı – ki engelliliğin bu şekilde algılanması da bizi bu yazıda değineceğim son noktaya getiriyor.
Buradan şöyle devam edeyim… Ben insanların yaşamlarının kolaylığı ya da zorluğuna, hayattan ne kadar keyif aldıklarına, ne kadar sıkıntı çektiklerine ilişkin yorumlar yapmıyorum ve normal olanın bu olduğuna inanıyorum. Türkiye’de yaşayan engelli bir kadın olarak hayatımın kolay olduğunu söyleyemem. Ancak ne yaşadığım hakkında en ufak bir bilgisi olmayan bir insanın, yaşamımın asıl öldükten sonra alacağım mükâfatlarla başlayacağını ve o zaman mutlu olacağımı söylemesini anlamsız buluyorum çünkü hayatımın, yaşamaya değer olması için hiçbir zorluk çekmiyor olmam gerektiğini düşünmüyorum. Öte yandan, daha rahat hareket edebilmeyi tabii ki ben de istiyorum. Ancak, bu nedenle ne kadar sıkıntı çektiğime, engelli bir kadın olarak hareket kısıtlılığımla birlikte hayattan ne kadar keyif aldığıma ya da alamadığıma dair yorum yapabilecek tek kişi benim. Bu yorumu da yalnızca kendi deneyimim üzerinden yapabilirim. Başkasının benden “daha kötü” durumda olduğunu düşünüp halime şükretmemin anlamı yok, çünkü benim de aynı şekilde onun hayatına dair bir bilgim yok. Yalnızca farklı durumu hakkında önyargılara sahibim, bu da bana onun hayatının kolaylığı ya da zorluğuyla ilgili yorum yapma hakkını vermiyor. Bu nedenden dolayı da, insanların neye ihtiyaç duyduğunu bilmeden, gidip onları teselli etmeyi veya onlara tavsiye vermeyi denemiyorum. İşe yaramayacağını veya illa işe yarayacak bir şeyse de, bunu o kişinin zaten benden önce binlerce kez kendi kendine düşünmüş, yüzlerce kez de başkalarından duymuş olduğunu biliyorum.
Bütün bunlarda neye öfkelendiğimi anlamlandırma kısmı benim için daha kolaydı aslında ama bu öfkeyi nasıl ifade edeceğimi bulmakta epey zorlandım, yine de epey yol aldım. Son zamanlarda, çocuksulaştırıldığımı hissettiğim her an, karşımdaki kişiye bir çocuk olmadığımı ve bu konuda daha özenli olması gerektiğini hatırlatabiliyorum. Yok sayıldığımı hissettiğimde, hala orada olduğumu ve kendi adıma cevap verebileceğimi de belirtiyorum. İznim olmadan bedenime veya sandalyeme müdahale edenlere henüz sözlü bir uyarıda bulunmadım, ama şimdilik saçıma uzanıldığında başımı kenara çekme, öfkeyle bakma ve arkasından gözlerimi devirme gibi sözsüz mesajlarla idare ediyorum. Çok zorlandığım noktalarda ise, örneğin, mağazadaki adam bana zorla bir şeyler hediye etmek istediğinde, engelli olmayan diğer kişilere böyle davranmadıklarını, dolayısıyla benim de böyle bir şeye ihtiyaç duymadığımı söylüyorum. Çoğunda da anlaşıldığımı düşünüyorum. Yine de daha çok yolum var ve en çok sınırsızca yorum yapanları durdurmakta zorlanıyorum. Aklındakileri boşaltıp gidiyorlar çünkü hiç karşılık bile beklemeden… Zaten asansör de hayata dair derin sorgulamaların pek yapılabileceği bir alan değil. Evet, en iyisi bunu söyleyeyim bir dahakinde: “Hanımefendi, sizinle neden var olduğumuzu, varoluşumuzu anlamlı kılabilmek için neler yaptığımızı, yine de bir eksikliğin her zaman hayatımızın ortasında durduğunu, onu doldurmaya çabalamanın ne kadar işe yarayacağını ve öldükten sonra bedenimize ve ruhumuza ne olacağını tartışmayı çok isterdim, ama ne yazık ki ineceğimiz kata geldik. İşte, hayat da böyle bir şey. İyi günler dilerim.”