Oh! Haziran gelmiş, Türkiye dâhil birçok ülkede Onur Ayı kutlanmaya başlanmış, “Aşk, aşktır!” diyen herkes çeşitli yollarla desteğini göstermeye başlamış, gökkuşaklı profil fotoğraflarını paylaşmış ve bu kapsamda yapılacak etkinliklere bir göz atmış… Pek güzel! Ama LGBTİ+ mücadelesini uzun uzun benim anlatmam, bu kimliğe sahip milyonlarca kişiye haksızlık olur. Söyleyebileceğim tek şey, bu mücadelenin yalnızca kimin kimi cinsel olarak ne kadar çekici bulduğuyla, kimin kiminle sevişmek istediğiyle ilgili olmadığıdır. Zaten modern toplumlarda cinsellik nadiren sadece cinsellik ile ilgilidir – maalesef. LGBTİ+’ler de, cinsel kimlikleri nedeniyle hayatın tüm alanlarında maruz kaldıkları şiddet ve ayrımcılığın önüne geçmek için örgütlenmişlerdir ve şüphesiz ki, bu örgütlenmede kendi kimlikleriyle gurur duyabilmelerinin payı çok büyüktür. Hâl böyle olunca, bu anma ve kutlama ayının isminin Onur Ayı olması çok manidardır. Benzer şekilde, engelliler olarak, bizlerin de kendimiz, kendi cinselliğimiz, toplumun bize bu konuda yakıştırdıkları ve bunun sonucunda maruz kaldığımız şiddet ve ayrımcılık hakkında konuşmamız bir zorunluluktur.
Her toplumda bir güzellik normunun olması ve herkesin kendini bu normlara göre değerlendirmesi ve değerlendirildiğini hissetmesi bir günümüz gerçeğidir. Bu normların oluşmasında ve devamlılığın sağlanmasında medya ve popüler kültürün etkisi inkâr edilemeyecek derecede büyüktür. Televizyon dizileri, dergiler, sinema, edebiyat… Hepsi bize kimin güzel ve çekici, kimin çirkin ve itici bulunacağını anlatır durur. Bu tartışmada, engelliler çoğu zaman kimsenin aklına gelmez, yani medyadaki temsiliyeti yok denecek kadar azdır. Örneğin, kimisi nadiren, kimisi sıklıkla olsa da, her kimlikten modeli dergi kapaklarında görebilirsiniz ama engelli model bulmak neredeyse imkânsızdır. Zaten bizim varlığımız daha çok yardıma muhtaçlık, bağımlılık, yetersizlik, acınasılık gibi temalar üzerinden ele alınır. Bunun yanında, engelliliğin hem beden görünümü hem de beden işlevselliği açısından güzel veya çekici olmadığını savunan sağlamcıların sayısı da az değildir. Kısacası, doğuştan ya da sonradan engelli olan herkes bu normlara maruz kalmış; bu normlarla büyümüştür.
Peki, engellilerin mücadele etmek zorunda kaldığı bunca mesele varken, cinsiyetsizleştirme neden hepimizin vakit ayırmasını gerektirecek kadar önemli? Sonuçta, cinsiyet meselelerine eleştirel bir bakış açısına sahip herkesin hayalini kurduğu bir şey, cinsiyetsizlik. Ancak, engelli kişi, kendi isteği dışında bu muameleye maruz kaldığında, kendini tanımladığı önemli bir özelliği toplum tarafından görmezden gelinmiş oluyor. Yani cinsiyetsizlik, yine toplumun engelli kişiye atadığı kısıtlayıcı bir var oluş şekli haline geliyor. Bu da toplumsal yaşamın çok farklı alanlarına yansıyor. Örneğin, fiziksel engelli bir kişi, kendi bedenine, yaşına ve cinsiyetine uygun kıyafetler bulmakta güçlük çekiyor; çünkü bütün kıyafetler benzer vücut ölçülerine sahip, sağlam bedenler için üretiliyor. Böylece, engellilerin kendi bedenlerine veya görünümlerine dair iyi hissetmelerinin önüne geçilmiş oluyor.
Engellilerin yeterince iyi olmadıkları algısını, toplum zaten bambaşka açılardan da dayatıyor. Buradaki mesele, tüm diğer önyargılara ek olarak, engellilerin cinselliği arzulamadıklarına, tam bir cinsellik yaşayamayacaklarına, cinsellikten zevk alamayacaklarına veya karşısındakilere zevk veremeyeceklerine, olur da yaşarlarsa bunun illa ki heteroseksüel bir ilişki olduğuna dair önyargıların varlığı aslında… Bir de tabii ki, engellilerin kimlerle ilişki kurabileceğine dair kararlar da engellilerin kendisine bırakılmıyor. Kimisi, senin başka bir engelliyle olman lazım, birbirinizi daha iyi anlarsınız diyor; kimisi de, senin engelli olmayan biriyle olman lazım, sana bakar diyor… Bütün bu önyargılar ve ön kabuller öncelikle engellilerin kendilerinden ve başkalarından beklentilerini ve dolayısıyla romantik ilişki ve cinsel yaşamlarını etkiliyor. Herkesin sevmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyduğu ve cinselliğin bir hak olduğu göz önünde bulundurulduğunda, toplumun bir kesiminin farklılıkları nedeniyle görmezden gelinmesinin veya ötekileştirilmesinin aslında ne kadar olumsuz etkilerinin olduğu daha iyi anlaşılabilir diye düşünüyorum.
Cinselliğin insan haklarından biri olduğu ve dolayısıyla cinsiyetsizleştirmenin bir hak ihlali olduğu kısmını biraz daha ayrıntılı bir şekilde açıklamak istiyorum. Cinsellik yalnızca belirli bir kesimin ayrıcalığı olduğunda, yalnızca o kesimin cinsel hakları savunulur, yalnızca o kesim cinsellikle ilgili hizmetlere erişebilir. Engellilerin cinsel haklarını görmezden gelmemiz demek, aynı zamanda engellilerin, özellikle de engelli kadınların ve çocukların, engelli olmayan kişilerden çok daha fazla cinsel şiddete maruz kaldığını da görmezden gelmemiz demektir. Aynı şekilde, cinsel sağlık hizmetlerinin ne kadar erişilebilir olduğunun düşünülmesine gerek kalmaz; çünkü engellilerin cinsel yaşamlarının olmadığına inanılır. Dolayısıyla, bir jinekoloğun muayene masasının fiziksel engellilerin kullanımına ne kadar uygun olduğu, cinsel sağlıkla ilgili broşürleri görme engellilerin nasıl okuyacağı, cinsel yaşam gibi özel bir konuda işaret dili bilen bir doktor olmadan mahremiyetin işitme engelliler için nasıl sağlanacağı konuları bir kenara bırakılır. Ülkemizde verilen cinsellik eğitimlerinin kimse için yeterli olmadığı bilinmektedir; bununla birlikte, engellileri kapsayıcı bir cinsellik eğitimi, engelliler cinsiyetsizleştirilirken mümkün değildir. Bütün bunlar, yukarıda sıralanmış önyargıları hem doğurur hem besler.
Bir taraftan engellilerin cinselliği çok büyük bir tabudur ve neredeyse kimse bu konuda konuşamaz. Bir taraftan da, biraz bu konuda konuşur hale geldiğinizde hem engellilerden hem de engelli olmayan kişilerden sıkla şu soruları duyarsınız: Neden cinsel hayatınızın olduğunu, seviştiğinizi illa ki anlatmak durumundasınız? Bu özel bir konu değil mi? Bu yazı boyunca bu sorunun cevaplarına değindik ve böylece bir kez daha gördük ki, özel olan, kişisel olan, mahrem olan, aynı zamanda politiktir de… “Ben sevişiyorum” demek, “ben sizlerle aynı haklara sahibim, ben sizlerle eşitim” demektir. Dolayısıyla, aynı zamanda “bedenimle ne yaptığım beni ilgilendirir, başkaları benim bedenimle ne yapıp ne yapamayacağıma karar vererek üzerimde tahakküm kuramaz” demektir. Tabii bazen de sadece “seviyorum ve seviliyorum” anlamına gelir… Ne var bunda?