Sizlere bu sayıda Ted Chiang’ın “Hayatının Hikayesi” isimli öyküsünden ve 2016 yılında bu hikayeden uyarlanan ve Denis Villeneuve’ün yönettiği Arrival (Geliş) filminin bana düşündürdüklerinden bahsedeceğim – çünkü filmi uzun zaman önce izleyip çok etkilenmiş olmama rağmen, öyküyü yeni okudum ve bir kez daha emin oldum: Bu, benim de hayatımın hikayesi. Korkmadan okuyabilirsiniz, öykünün veya filmin keyfini kaçıracak hiçbir ayrıntıdan söz etmeyeceğim.
Beyza Ünal Tarafından Yazılan Yazılar
Sizlere bu sayıda Ted Chiang’ın “Hayatının Hikayesi” isimli öyküsünden ve 2016 yılında bu hikayeden uyarlanan ve Denis Villeneuve’ün yönettiği Arrival (Geliş) filminin bana düşündürdüklerinden bahsedeceğim – çünkü filmi uzun zaman önce izleyip çok etkilenmiş olmama rağmen, öyküyü yeni okudum ve bir kez daha emin oldum: Bu, benim de hayatımın hikayesi. Korkmadan okuyabilirsiniz, öykünün veya filmin keyfini kaçıracak hiçbir ayrıntıdan söz etmeyeceğim.
Burada senelerdir sakatlık hakkında konuşuyoruz; ve dolayısıyla, sakatlık deyince hepimizin zihninde aşağı yukarı benzer şeyler canlanıyor artık: Fiziksel düzenlemelerin yetersizliği, önyargılı ve saldırgan tutumlar, ilişki kurmakta yaşanan zorluklar, toplumdan dışlanma deneyimleri, eğitimde ve istihdamda karşılaşılan güçlükler, bağımsız yaşamın önündeki engeller ve daha birçok şey… Tüm bu konuları, çoğunlukla fiziksel bir sakatlığı olan kişilerin deneyimleri üzerinden tartışıyoruz ama bu esnada, sakatlık meselesinin kapsadığı önemli bir alanı unutuyoruz.
Burada senelerdir sakatlık hakkında konuşuyoruz; ve dolayısıyla, sakatlık deyince hepimizin zihninde aşağı yukarı benzer şeyler canlanıyor artık: Fiziksel düzenlemelerin yetersizliği, önyargılı ve saldırgan tutumlar, ilişki kurmakta yaşanan zorluklar, toplumdan dışlanma deneyimleri, eğitimde ve istihdamda karşılaşılan güçlükler, bağımsız yaşamın önündeki engeller ve daha birçok şey… Tüm bu konuları, çoğunlukla fiziksel bir sakatlığı olan kişilerin deneyimleri üzerinden tartışıyoruz ama bu esnada, sakatlık meselesinin kapsadığı önemli bir alanı unutuyoruz.
Neredeyse son dakika yazmaya başladığım bir yazı… Burak yaşıyor muyum diye kontrol etme ihtiyacı bile hissetti ve konuştuğumuzda ne yazacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Sakatlığa dair anlatmak istediğim her şeyi anlatmış gibi hissediyordum; Bağımsız Yaşam’dan, kişisel asistanlıktan, kendi kendine yetebilme mitinden, cinsellikten, sağlamcılıktan, sağlamcılığın içselleştirilmesinden bahsedip tekrara düşmek istemiyordum.
Burada senelerdir sakatlık hakkında konuşuyoruz; ve dolayısıyla, sakatlık deyince hepimizin zihninde aşağı yukarı benzer şeyler canlanıyor artık: Fiziksel düzenlemelerin yetersizliği, önyargılı ve saldırgan tutumlar, ilişki kurmakta yaşanan zorluklar, toplumdan dışlanma deneyimleri, eğitimde ve istihdamda karşılaşılan güçlükler, bağımsız yaşamın önündeki engeller ve daha birçok şey… Tüm bu konuları, çoğunlukla fiziksel bir sakatlığı olan kişilerin deneyimleri üzerinden tartışıyoruz ama bu esnada, sakatlık meselesinin kapsadığı önemli bir alanı unutuyoruz.
Burada senelerdir sakatlık hakkında konuşuyoruz; ve dolayısıyla, sakatlık deyince hepimizin zihninde aşağı yukarı benzer şeyler canlanıyor artık: Fiziksel düzenlemelerin yetersizliği, önyargılı ve saldırgan tutumlar, ilişki kurmakta yaşanan zorluklar, toplumdan dışlanma deneyimleri, eğitimde ve istihdamda karşılaşılan güçlükler, bağımsız yaşamın önündeki engeller ve daha birçok şey… Tüm bu konuları, çoğunlukla fiziksel bir sakatlığı olan kişilerin deneyimleri üzerinden tartışıyoruz ama bu esnada, sakatlık meselesinin kapsadığı önemli bir alanı unutuyoruz.
Çok değil, bundan yaklaşık dört sene önceydi. Henüz Avrupa Bağımsız Yaşam Ağı ile tanışmamış, hayatımın ilk bağımsız yaşam denemelerini gerçekleştirmemiştim. Yine de benim yapabileceklerimi benden önce gören biri, bağımsız olmak için kendime bir yardımcı tutabileceğimi söylemişti. O zamanlar bunun bana nasıl bir bağımsızlık vereceğini anlayamamıştım. Sonuçta bağımsızlık herkesin tek başına yaptığı şeyleri herkesin yaptığı gibi yapabilmek, kendine yetebilmek demekti… Ve böyle düşününce, ben hiç bağımsız olamayacaktım.
Sizlere bu sayıda Ted Chiang’ın “Hayatının Hikayesi” isimli öyküsünden ve 2016 yılında bu hikayeden uyarlanan ve Denis Villeneuve’ün yönettiği Arrival (Geliş) filminin bana düşündürdüklerinden bahsedeceğim – çünkü filmi uzun zaman önce izleyip çok etkilenmiş olmama rağmen, öyküyü yeni okudum ve bir kez daha emin oldum: Bu, benim de hayatımın hikayesi. Korkmadan okuyabilirsiniz, öykünün veya filmin keyfini kaçıracak hiçbir ayrıntıdan söz etmeyeceğim.
Sizlere bu sayıda Ted Chiang’ın “Hayatının Hikayesi” isimli öyküsünden ve 2016 yılında bu hikayeden uyarlanan ve Denis Villeneuve’ün yönettiği Arrival (Geliş) filminin bana düşündürdüklerinden bahsedeceğim – çünkü filmi uzun zaman önce izleyip çok etkilenmiş olmama rağmen, öyküyü yeni okudum ve bir kez daha emin oldum: Bu, benim de hayatımın hikayesi. Korkmadan okuyabilirsiniz, öykünün veya filmin keyfini kaçıracak hiçbir ayrıntıdan söz etmeyeceğim.
***Yerli ve milli tanışma uygulaması Tandır, engel tanımayan arkadaşlıklar diler***
Engelsizplayboy: selam
Kuymakprenses61: selam
Engelsizplayboy: ilke ben
Kuymakprenses61: yasemin ben de
Engelsizplayboy: yaş kaç
Kuymakprenses61: 23 sen
Engelsizplayboy: 24
…
Kuymakprenses61: fotoğrafında neden baston var kaza mı geçirdin?
Engelsizplayboy: hayır görme engelliyim ben
Kuymakprenses61: anladım zor tabi
Engelsizplayboy: yoo değil
Bu ay, siz okurlarımızı bir farkındalık yaratma eylemine davet edeceğim; ama önce, eski yazılarımda değinmiş olduğum Bağımsız Yaşam kavramından biraz daha ayrıntılı bir şekilde bahsetmek istiyorum.
Sizi bilmem ama ben cinsellik hakkında konuşmaya, yazmaya, düşünmeye henüz doyamadım. Önceki yazımda toplumun cinselliği bir üstünlük kurma aracı olarak kullandığından bahsetmiştim – ki bu kısmı, cinselliğin kamusal alanına ait bir tartışma konusuydu. Bu yazımda da biraz bireysel alanda neler olup bitiyor, onu anlatayım… Çünkü toplumsal meseleleri kendimize dert edindiğimizde, engelliliğin ve cinselliğin bireysel olarak nasıl yaşantılandığı dikkatimizden kaçabiliyor. Oysa bir klinik psikolog olarak, buna izin veremem, biliyorsunuz.
Oh! Haziran gelmiş, Türkiye dâhil birçok ülkede Onur Ayı kutlanmaya başlanmış, “Aşk, aşktır!” diyen herkes çeşitli yollarla desteğini göstermeye başlamış, gökkuşaklı profil fotoğraflarını paylaşmış ve bu kapsamda yapılacak etkinliklere bir göz atmış… Pek güzel! Ama LGBTİ+ mücadelesini uzun uzun benim anlatmam, bu kimliğe sahip milyonlarca kişiye haksızlık olur. Söyleyebileceğim tek şey, bu mücadelenin yalnızca kimin kimi cinsel olarak ne kadar çekici bulduğuyla, kimin kiminle sevişmek istediğiyle ilgili olmadığıdır.
Bu ay, siz okurlarımızı bir farkındalık yaratma eylemine davet edeceğim; ama önce, eski yazılarımda değinmiş olduğum Bağımsız Yaşam kavramından biraz daha ayrıntılı bir şekilde bahsetmek istiyorum.
Bir önceki yazımda, empatinin ne olmadığını bildiğimi ama ne olduğunu bilmediğimi fark etmiş; bu yazıma kadar da biraz üzerinde düşünmeye devam etmeye karar vermiştim. O sırada, klinik psikoloji alanındaki doktoramı bitirdim, bağımsız yaşamaya yönelik minik adımlar attım ve bu yüzden yazmaya biraz ara vermek zorunda kaldım. Bu esnada da, konudan biraz uzaklaşmış ve sizi de uzaklaştırmış oldum. Yine de yavaş yavaş düşünmeye geri dönebileceğimize inanıyorum.
Geçenlerde “tekerlekli sandalye kullanıcılarına söylenmemesi gereken şeyler” konulu bir video paylaştım ve ortaya çıkan değerli yorumlaşmalar sonucunda bu yazıyı yazmaya ve tartışmaların alanını biraz daha genişletmeye karar verdim.
Ne zaman yurtdışına çıksam geri dönemem. Yani, ruhsal olarak. 2-7 Mayıs tarihleri arasında İsveç’te, 28 Mayıs – 4 Haziran tarihleri arasında ise Fransa’daydım. İkisinden de geri gelemedim. Hem de bu seferkiler her zamankinden anlamlı seyahatlerdi. İsveç’te, düzenli olarak İsveç, Norveç, Finlandiya, İzlanda ve Danimarka’da düzenlenen Nordic Network on Disability Research isimli engellilik araştırmaları konferansına katıldım. Konferans her açıdan çok verimli geçti. Sunumlardan çok şey öğrendim, çok değerli kişilerle tanıştım, kendi çalışmalarıma geribildirimler aldım.
Merhabalar herkese,
İsmim Beyza. 30 yaşındayım. ODTÜ Klinik Psikoloji Doktora Programı öğrencisiyim. Özel bir ofiste klinik psikolog olarak çalışıyorum. Fiziksel engelli bir kadın olarak, hem kendi yaşantımı anlamlandırabilmek hem de toplumsal mücadelede yer alabilmek adına, engellilik üzerine düşünüyor, çalışıyor, okuyor ve şimdi de yazıyorum – çünkü feminizmden de bildiğiniz gibi, kişisel olan politiktir.