Toplam Okunma 0

“Sevgili yavrum, sen benim, üçüncü umudum, ilk bebeğimdin. Senden önceki iki kardeşini, daha kucağıma alamadan kaybetmiştim. Hal böyle olunca da senin üstüne titrerdim. Uyurken nefesini dinler, uyanınca, daha ağlamadan yanında olurdum. Sonra sen 20 aylık oldun. Bir gün ateşlendin. Güvendiğimiz doktora götürünce, “Bunu hiç göz muayenesine götürdünüz mü?” diye sordu. Şaşırdım. Sen sadece hafif ateşliydin. Neden sormuştu ki bunu. Babanla şüphelendik. Gittiğimiz göz doktoru, durumu benim anlayacağım gibi anlattı. Hepimizin gözlerinde olan fotoğraf çeken hücrelerin, doğuştan, senin gözlerinde olmadığını söyledi. Bu, sen göremiyorsun demek oluyordu. Benim kıymetlim, küçücük bebeğim göremeyecekti. Çareler aradık elbet ama gittiğimiz her doktor, yapılacak bir şey olmadığını söyleyince, bize de kabullenmek düştü.

 

Şimdi önümde iki yol vardı. Dedim ya sen benim üçüncü umudumdun. Her çocuk annesi için çok kıymetlidir ama iki evladını kaybettikten sonra kavuşulan ilk bebeğin kıymetini, anne olan herkes anlar. Bu kıymetli bebeğimi, pamuklara sarıp; her türlü tehlikeden uzak tutup; her işini kendim yapıp; yerinden bile kaldırmadan büyütebilirdim. Ya da her şeye rağmen, serbest bırakıp; koşup oynamasına, düşüp yaralanmasına, her işini kendisinin yapmasına izin verip; hayata hazırlayabilirdim.

 

Çok düşündüm ve benim için zor olmasına rağmen, senin için doğru olanın, ikinci yol olduğuna karar verdim. Ben de hayatı seninle birlikte baştan öğrenecektim. Seni hiç engellemedim. O kadar ki etraftan, “O kör, bunu kabul et. Her istediğine evet deme, bisiklete bindirme, top oynatma, ağaca çıkarma, sokakta koşturmasına izin verme, diğer çocuklarla oynatma, mutfağa sokma, eline bıçak çatal verme, fırına ocağa yaklaştırma…” demelerine hiç aldırmadım. Tamam, göremiyordun ama senin de bir hayatın vardı. Bu hayata, seni en iyi şekilde hazırlamak benim görevimdi. Bisiklete binmeli, ağaca tırmanmayı öğrenmeli, sokakta koştururken, arabaların sesini dinleyip; kendini güvenceye almayı bilmeliydin. Yemeğini yapabilmeli, dikişini dikebilmeli, kısacası evini de idare edebilmeliydin. Ev işlerinde yetenekliydin. Bunu benden ziyade, anneannene ve babaannene borçlusun galiba.

 

Senden sonra, iki meleğim daha geldi bu dünyaya. Onlar görebiliyorlardı. Bu kez, “Biliyor musun senin ablan kör.” diye kardeşlerini zehirlemeye çalıştılar. Tabii fark eder etmez, gerekeni yaptım ve seni, diğer kardeşlerinden hiç ayırmadım. Kızdıysam, hepinize kızdım. Sevdiysem, hepinizi sevdim. Diğer kardeşlerinin neyi yapmasına izin veriyorsam, sana da izin verdim; onların neyi yapması yasaksa, senin için de yasaktı. Çünkü senin, benim gözümde hiçbir ayrıcalığın yoktu. Senin, diğerleri ile aynı olduğuna önce kendimi inandırmalıydım ki başkalarını da ikna edebileyim.

 

Sana tek bir konuda izin vermedim yavrum. Evet, evimizin yakınındaki her yere tek başına gidip gelebiliyordun ama daha uzak mesafelere gitmeni engelledim. Belki annelik korkumu burada yenemedim. Bir şey olur endişemi atamadım.

 

Okul dönemin geldiğinde de etrafımızdakiler bizi çok engellemeye çalıştılar. “Hangi okula gidecek, onu okulda ezerler, çocuklar düşürür, hem kör ya nasıl okuyup yazacak, gören çocuklar bile yeterince başarılı değil, bununla kim uğraşacak…” vesaire. Babanla düşündük. Evet, biz seni hayata hazırlıyorduk ama kimseye muhtaç olmadan yaşaman gerekiyordu. Kendi paranı kazanıp; kendi ayakların üzerinde durmalıydın. Diğer iki kardeşine hangi imkânları sunacaksak, sana da aynısını vermeliydik. Uzun uğraşlardan sonra, seni evimizin yakınındaki okula kaydettirdik. Kardeşini de sen yalnızlık çekmeyesin diye, anaokuluna verdik. Öyle teknolojiden falan çok anlamıyorduk. Biliyorsun ben ilkokul mezunuyum. Babanın da bilgisayarla falan işi yoktu. Bir de o zamanlar, bilgisayarlar bu kadar yaygın değildi. Kitaplarının okunması gerekiyordu. Sen ilkokuldayken, bu iş kolaydı. Okuldan gelince, sözel derslerini ben sana okuyordum, matematikle fen bilgisine de baban çalıştırıyordu. Ama ortaokul ve lisede kitapların büyüdü derslerin ağırlaştı. O zaman da kaset çaresini bulduk. Ben de baban da hatta kardeşlerin de fırsat buldukça, çoğu zaman da her işimizi bırakıp; kitaplarını kasetlere okuduk. Ben de senin sayende, ortaokul ve lise bilgilerini öğreniyordum.

 

Üniversiteye hazırlanma dönemin geldiğinde, yine susmadı çevremizdekiler. Ama ben kararlıydım, tabii baban da. Her ne olursa olsun, sen üniversite okuyacaktın. Üstelik çok başarılıydın. Bu kez, test kitapları kasetlere okunmaya başlandı. Yetiştiremediklerimizi, geceleri, yatağa uzanıp birlikte çözerdik. Kardeşlerin de gelirdi yanımıza. Hep birlikte hem eğlenir, hem soruları cevaplardık. Sen üniversiteye girdin. Hukuk Fakültesi’ne. “Okuyamaz, boşuna masraf ediyorsunuz. O kitapları gören çocuklar bile okuyup anlayamıyorlar. Sevgi nasıl yapacak?” dediler. Aldırmadık. Ben biliyordum, benim kızım yapardı. Yaptın da, dönem birincisi olarak bitirdin okulunu. Bana da sınıf annesi plaketi getirdin. Bir sürü güzel çocuğum oldu senin sayende. Hatırlar mısın, senin tanımadığın arkadaşlarını bile ben tanırdım. Hepsinin Kübra Teyzesi, dert ortağıydım.

 

Sonra mastır yapmak istedin. En doğal hakkındı. Elbette yapacaktın. Seninle o kütüphaneleri dolaşmak, kitapların kokusunu almak, sayfalar arasında gezinmek. Sana kaç kere söylemişimdir, “Annem ben kütüphaneleri çok seviyorum. Her yerden bilgi fışkırıyor. Her bir kitapta binlerce emek gizli. Hem gençlerin arasında, kendimi yeniden genç olmuş gibi hissediyorum.” diye. Hele de arkadaşlarının aradığı bir konuya, biz daha önce bir kitapta rastlamışsak, onlara, “Yavrum, şu raftaki kitaba bak. Ben orada gördüm onun gibi bir şey.” dediğimde, duyduğum zevki, sen de hissederdin değil mi güzel kızım?

 

Sonra avukatlık stajını yaptın. Cübbeni giyip; avukat oldun. Bana bir gurur daha yaşattın. İşte başarmıştık. Ailece, ben, baban, kardeşlerin ve sen el ele verip; “Yapamaz” diyenlere, bizi yıldırmak isteyenlere en güzel cevabı vermiştik.

 

Biz, bildiğimiz en iyi yöntemle, seni yetiştirmeye çalıştık. Sanırım başardık da. Her üç evladımla da gurur duyuyorum ve biliyorum ki, ben yanınızda olmasam da, her üçünüz de, ayaklarının üstünde dimdik duran çocuklarsınız.”

 

Bu mektubu, bundan yaklaşık 7 yıl önce kaybettiğim annemin, ara ara bana anlattıklarından yola çıkarak yazdım. Her anneler gününde, ona büyüyen özlemimle, onun bana öğrettiği her şeye bir teşekkür, bu gün yaşamakta olduğum hayat için, ona minnet duygularımı sunmak için. Canım annem, iyi ki senin kızındım, iyi ki bu ailede büyüdüm ve iyi ki beni siz yetiştirdiniz. Her şey için binlerce teşekkürler. 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.