Yelda ile tanışmadan önce asla vazgeçemeyeceğimi sandığım, insan sesi formatındaki ekran okuyucuyu, bilgisayarı ilk kullanmaya başladığım zamanlarda lisansıyla satın almıştım. O zamanlar şifre ile değil, bilgisayarın kasasının arkasına takılan ve adına damgıl dediğimiz parmak kadar bir aygıt yardımıyla alabiliyorduk bu sesi. Sonraları, iş ile ev arasında gidip gelen dizüstü bilgisayar kullanmaya başladım. Her seferinde damgılı tak çıkar gıcığıma gidiyordu. Üstelik korkutuyordu insanı: zedelenecek, çatlayacak ve hatta kırılacak diye. Belki de tam da bu sebeple diz üstü bilgisayarlar yoğunlukla kullanılmaya başlanınca, bir zorunluluk olarak bu uygulama yerini, damgıl olmadan şifreyle kullanmaya bıraktı.
Aslında benim konum şu anda bu değil ama bu günleri bilmeyen genç arkadaşlar için kısa bir not düşmek istedim. Bir de Vuqar Azeri olarak bu yazının konusu olan kişinin adını ilk kez duymama sebep bu olduğu için biraz da. Yasal ve doğru bir şey olmadığı aşikâr olan bu sisteme şahsen hiç gereksinim duymasam da dedim ya ben söz konusu kişinin adını bu çalışmasıyla duymuştum ilk. Çok şaşırmıştım. Nasıl yani? Damgılın emeklilik dilekçesi verilip müzelik aygıtlar çekmecesine kitlenebilecekti öyle mi? Gerçi değişen koşullara bağlı olarak ekran okuyucular gelişti, zaten yasal olmayan bu sistem, şifreli kullanım ile birlikte bildiğim kadarıyla işlerliğini yitirdi.
Esas konumuza dönecek olursak, kimdi bu adam? Adından anlaşıldığı gibi Azeri'ydi. Duyduğum dedikodulara göre asıl adı Vuqar Abdurahimov'du ve Azerbaycan'da yaşıyordu. Kendisi kör değildi aslında. Türk körleriyle sohbet odalarında falan çok muhabbetliydi. Özellikle Fulya Akbaba ve Merih Baba adını duymuştum bir de onunla özdeşleşmiş olarak.
Çok sonraları sesli betimlemeli filmlerin tanıtım açıklamalarını okurken aynı ismi bir kez daha gördüm. “Ses montaj: Vuqar Abdurahimov” yazıyordu. Yüzümde şaşkın bir tebessümün yayıldığını anımsıyorum. Yüzüme çok daha şaşkın ama bu sefer acıyla karışık bir hüznü, geçtiğimiz günlerde yerleştirdi Vuqar Bey. SEBEDER Tartışmaları ve üyesi bulunduğum diğer pek çok Google grubunda, Fulya Akbaba, oldukça duygusal bir yazıyla vefat haberini veriyordu. Nasıl yani? Sanki çok yakınlarımda birini kaybetmişim gibi bir hisse kapıldım. Ben böyle hissediyorsam Fulya nasıldı acaba?
Hemen burada bir parantez açıp Fulya Akbaba ile ilgili bir not düşmek istiyorum. Fulya benim için çocukluk günlerimden, gözlerimi ilk kaybettiğim zamanlardan bir isim. Şöyle ki: Ege Üniversitesi Çocuk Servisi'nde yatıyordum. Doktorlar, neden gözlerimi kaybettiğimi çok çeşitli tetkiklerle araştırıyorlardı. Bir gün annem ve başka bir hasta yakınının başka bir odada yatan kör bir kızdan söz ettiklerini duydum. Sonra annemle konuştuk. Onun kabartma noktalardan parmaklarıyla bir şeyler okuduğunu söyledi. Ben ilk kez harflerin nasıl kabartma okunabileceğini onun sayesinde düşlemeye başladım diyebilirim. O zamanlar, çarşamba günleri hastanenin çocuk servisine öğretmen olduğu söylenen bir kadın gelirdi. Çocukları oyun odasında toplar ve çeşitli oyunlar oynatırdı. Bir gün masanın etrafında toplaşmış tombala oynuyorduk. Benim görüşüm o zamanlar hayli iyiydi ve kendim oynayabiliyordum. Fulya da geldi ve öğretmen onu yanına aldı. Onun tombala kağıdını kendisi kontrol ederek onu da kendi çapında oyuna dahil ediyordu. Ben yanına gidip Fulya ile konuşmayı çok istedim. Biraz medeni cesaretim olmadığından biraz da hem benim hem de annemin benim körlüğümü henüz kabullenememiş olmamızdan dolayı, o zaman tanışamadık.
Yıllar sonra bu olayı anlattığım bir arkadaşım ki o da Fulya gibi Aşık Veysel Körler Okulu'nda okumuştu ve onun kim olduğunu tahmin etti. Aynı kurumda çalışıyorduk. Aynı kentin farklı ilçelerinde ikamet ediyorduk. Çalıştığı dairenin telefonundan ona ulaştığımda sıcacık bir merhaba ile karşıladı beni. Kaybettiğimiz zamanı hiçleyerek uzun uzun sohbet ettik, yıllardır tanışıyormuşuz gibi. Sonraları SEBEDER vesilesiyle birkaç kez daha konuştuk. Vuqar Azeri'ye duyduğum yakınlık hissi belki de Fulya'ya duyduğum bu sempatiden kaynaklanıyordu kim bilir?
Vuqar adını SEBEDER tanıtımlarında görünce, Fulya ile müthiş uyumlu birlikteliklerinin ortaya çıkarttığı harika işlere tanık olacağımızı anladım. Nitekim de öyle oldu. Onların mükemmel bir senkronları vardı ve Fulya şimdi tıpkı Zeki Alasya'dan ayrılan Metin Akpınar gibi kanadı kırık kalmıştı. Bunları nereden mi biliyorum? İleti gruplarında haberi duyduğumda kuru bir mesaj yazmaktansa Fulya'yı aramak ve sesimle sesine destek olmak istedim de oradan. Bir de bir anda kafamda çakan şimşekle bu sayıda Vuqar Abdurahimov'u yazmaya karar verdikten sonra kendisiyle telefonda yaptığım detaylı sohbetten...
Mart 1980'de Bakü'de dünyaya gelmiş olan Vuqar Abdurahimov, evli ve en küçüğü dokuz yaşında olan üç çocuk babasıydı. Kendisini tam anlamıyla kör ya da az gören olarak tanımlayamayız Fulya Akbaba'nın söylediğine göre. Bilgisayarı ekran okuyucu olmadan kullanabiliyor mesela ama her geçen yılla birlikte görme oranı geriliyordu. Kendisi hiç kullanmadığı halde görmeyenler için pek çok programı pratik kullanıma hazır hale getirmiş; kör camiasında da bu vesile ile tanınmış bir kişiydi.
Fulya ile olan dostluğu ise Merih Baba Sohbet Odası'nda başlayıp git gide güçlenmiş. Oradan ayrıldıktan sonra birlikte Alternatif Sohbet Odası’nı kurmuşlar ve arkadaşlarının kurduğu radyonun yöneticiliğini üstlenmişler. 2013 yılında, Fulya SEBEDER'de son kontrolcü olarak görev aldıktan birkaç ay sonra, ses montajlama konusunda Vuqar'ın dernek için iyi işler yapabileceğini söyleyince, SEBEDER yetkilileri Fulya'nın tavsiyesini kabul etmişler. Ve ikilinin müthiş uyumu son derece kaliteli yapımların ortaya çıkmasını sağlamış.
Onların çalışma sisteminde Fulya, okunmuş sesli betimleme metinlerini temizleyip, filmin saat, dakika, saniye ve hatta salisesine göre Vuqar'a bildiriyormuş. Vuqar da filmin üzerine Fulya'nın hazırladığı betimleme seslerini zamanlarına göre montajlayıp ses ve gürültü ayarları gibi düzenlemelerini yaptıktan sonra tekrar kontrol için Fulya'ya gönderiyormuş. Fulyanın bir kez daha gözden geçirerek ince yapılması gereken ayarları bildirmesiyle gidip gelen bir sistemle filmi bizim izleyebileceğimiz kıvama getiriyorlarmış. Diyeceğim; binlerce kilometre uzaklıktan iki ayrı insanı tek bir insanın mükemmelliğinde birleştirmeyi başarmış iki kişiymiş onlar.
Vuqar Abdurahimov belki hissetti ya da kim bilir belki de SEBEDER'in çok şükür artan iş yoğunluğuna artık yetişemediğinden midir nedir, kendisinden sonra ses montajlama için yine Azerbaycan'dan bir arkadaş yetiştirmiş. Dilerim Fulya ile Nisa, Vuqar ile aynı olmasa bile benzer bir uyumu yakalayabilirler. Böylece biz de kusursuz denilebilecek o yapımları dinlemeyi sürdürebiliriz.
Çeşitli kurslar dolayısıyla katıldığım TeamTalk sohbet odaları, Engelsiz Erişim Derneği faaliyetleri ve EEEH Dergi bana dostlukların mesafe tanımadan da kurulabileceğini göstermişti. Ben Fulya ile yaptığım sohbetten sonra bir kez daha anladım ki, bu öyle bir şey ki insanları dil, din, ırk farkları gözetmeden kilometrelerce öteden maddi veya manevi bir bağla birbirlerine bağlayabiliyor. Öyle ki tüm bir gecesini diğerinin bilgisayarını uzaktan müdahale ile tamir edebilmek için uykusundan, zamanından saatlerini gözünü kırpmadan feda edebiliyor.
Ruhun şad olsun Vuqar Abdurahimov. Bana sorarsan SEBEDER'e ve yüreklerimize kazıdığın ismin sonsuza dek yaşayacak...
Son söz:
“Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...”
diyor Cemal Süreya; gerçekten bu çok erken oldu be
Vuqar Abdurahimov. Daha çok şey yapacaktın eminim bizler için.