“Merakım ağır basıyorsa kollarımın her şeye dokunacak kadar uzun olmasını isterdim. İşlevsiz bir organı işler hale getirmek yerine var olanı daha işlevli kılmayı tercih ederim.”
Üç yüz yıl öncesinden bir mektup ulaşıyor elime.
Heyecanla yırtıyorum zarfı ve dokunuyorum satırlara.
Beni anlatan bir şeyler var bu metinde. Bir ucundan bana dokunan.
Çok yakın bir dostun kaleminden dökülen düşünceler mi? Belki evet. Belki çok daha kıymetli.
Evet daha kıymetli. İnsanı, insana dair olanı anlamaya çalışma çabası. Önyargılardan kısmen arınmış ve en önemlisi zihin emeğinin sancılı teri damlamış üzerine. Kör olmayan birisi körler üzerine düşünüyor. Evet, düşünüyor. Yargılamadan düşünüyor. Bin düşünüp bir söylüyor. Evet, bazen yanlış söylüyor. Ama doğruyu bulma çabasını gözetiyorum. Kutsuyorum bu çabayı ve seviyorum. Anlatmak istediklerimin günümüz insanının önyargı duvarlarına çarpıp parçalanmasındansa, yüzyıllar öncesinden gelip beni saran bu metne tutunup ezberlerimizle savaşmayı tercih ederim.
Evet. Sevgili Adnan Cemgil tarafından çevrilen Diderot’un “Görenlerin Yararına Körler Hakkında Mektup” isimli eserinden söz ediyorum. Diderot diyalektiğin inceliklerine sığınarak metafiziğe savaş açıyor. Zihni duyu organlarının şekillendirdiğini söylüyor.
Körlük üzerine düşüncelerini gözlemlerle geliştirmeye çalışıyor.
Bunu yaparken de gözlemlerinin ağır basması nedeniyle genelleme hatasına düşüyor ve gözlemleriyle düşünceleri çelişiyor.
Metinden aklımda kalanlar üzerine sesli düşünmek istiyorum burada.
Körler için güzellik kavramı yok mudur? Soruya karşı soru ilkesiyle hareket ederek, “Güzellik nedir?” diye sorarak cevap vermek istiyorum. Diderot güzelliğin algılanmasında görmeye önemli bir rol biçiyor. Oysa, güzellik insan zihnine göre farklılık gösteren bir kavramdır. Bilincimizi duyularımız şekillendiriyorsa ki Diderot bunu savunuyor, yaşamı görme yetimiz olmadan da algılayıp yorumlayabiliyorsak duyu organlarımızın zihnimize ilettiği her şeyi güzel ya da çirkin olarak algılayabiliriz diye cevaplayabilirim. Hatta daha da ileriye gidip Diderot’un düşüncesiyle gözleminin çeliştiğini ve gözleminin ağır bastığını söyleyebilirim. Nasıl olsa bana cevap verme şansı yok şu anda. J Cevap verme olasılığı olsa da karizmatik kişiliğime ve olayın muhatabı olduğum gerçeğine sığınarak onu bu konuda ikna edebileceğimi düşünüyorum. Diderot, körlerin güzelliği iyilik olarak değerlendirebileceğini söylüyor. Koskoca bir düşünürün karşısına çıkma hadsizliğini göstermiş birisi olarak pislik yapmaya devam ediyorum. İyilikle güzellik birbirinden çok farklıdır ve bu konuda genel olarak hemfikiriz. İyilikte güzellik gibi görecelidir. Bu durumda körlerin iyiliği de algılamadığını düşünebilir miyiz? Diyelim ki düşündük. Bu bizi derin bir çelişkiye düşürmez mi? Anladığım kadarıyla burada kastedilen iyilik fayda sağlamak. Peki fayda da göreceli değil mi? İyiliği tamamen bir tarafa bırakarak güzellik üzerinden devam etmek istiyorum. Bir duyu organında işlev farkı olması diğer organların da dış dünyayı algılamadığı sonucunu doğurmuyor. Güzel olanı bulmakta mahir birisi olarak söyleyeyim kulağımla, burnumla, elimle ve dilimle güzellikler içinden güzelliği bulur ve yaratırım. Biraz daha el yükseltiyorum. Kötü olan için de geçerli. Hatta somut olmayan için bile olabilir. Şiir felsefenin dilidir diyerekten çağımdan bir ozanın bir dizesini yanıtıma iliştirmek istiyorum
“Anlayabilirim çoğu kere burnumla
Yani en karanlığın en uzaktakinin kokusunu Alarak”
Körlerin ahlakı ve merhameti var mıdır? Yazarımız körlerin, sağırların ve “normal insanların” ahlak anlayışının farklı olduğunu söylüyor. Verilen örnekler şunlar: gözlemlediği ilk kör bazı organların neden daha fazla örtülmesi gerektiğini anlayamadığını itiraf ediyor. Bir de hırsızlığı sevmiyor. Birinci örnek tamamen körümüzün fırlamalığıyla ilgili. Bende bedenin bazı bölümlerinin neden örtüldüğünü anlamlandıramıyorum ama bunun körlükle alakası yok. Hırsızlığı sevmemesinin nedenini, kör insanın çok rahat bir şeyini çaldıracağı ya da kendisi hırsızlık yapmak istese hemen yakalanacağı endişesine bağlıyor yazar. Yine burada genellemeden kaynaklı bir sıkıntı oluyor. Kör bir insanda çok rahat hırsızlık yapabilir ya da eşyasını koruyabilir. Kendini korumanın ve gizlenmenin farklı yolları vardır. Peki niye duygusuz ve merhametsizmişiz? Hemen örneğimize bakalım. Şarıl şarıl kanı akan birisi inlemediği takdirde karşısındaki kör tarafından işiyor sanılabilirmiş. Hayli ilginç bir örnek ve benim de açık bir yorumum yok. Sonuçta her şeyi anlamanın farklı bir yöntemi vardır. Aksi takdirde farklılıkları olan insanlar çok sınırlı bir dünyaya mahkum olurdu ki bu insanın doğasına aykırıdır. Karşıdakinin acı çekip çekmediğini anlayacak tonlarca yöntem olabilir. Karşısındakinin her yerinin parçalandığını gözüyle gören birisi de gayet duyarsız kalabilir. Ayrıca merhamet de tartışmalı bir kavramdır. Metnin akışı içerisinde gözlemlerin de etkisiyle yazarın düşünceleri olumlu yönde değişkenlik gösteriyor. İlk gözlemlenen köre aynanın kendisi için bir şey ifade edip etmediği soruluyor. Körümüz, aynanın karşısındaki şeyin kabartısını yansıttığını söylüyor. Bu kısmını ben çok önemsedim. Orada kastedilen somut bir kabartı değil haliyle. Yansıma da farklı şekilde ve farklı duyu organlarıyla algılanabilir. Yüzyıllar önce bir körün ya aynayla benim ne işim olur deyip işin içinden çıkmak yerine üzerine düşünmesi ve ondan yararlanmanın farklı yolları olduğunu algılaması çok önemli. Diderot buradan körler için dokunarak anlamanın önemi üzerine güzel çıkarımlar yaratıyor. Körümüzü de bu konuda Descartes’ı aşabileceğini söyleyerek onurlandırıyor. Söz konusu körün en belirgin özelliklerinden birisi gece herkes uyurken çalışması ve sürekli eşyaları aynı yere koyması. Bizim şimdi bile başımıza bela olan bir sorun. Diderot, körümüzün ailesinin zaman içerisinde ondan habersiz hiçbir eşyanın yerini değiştirmediğini, değiştirseler bile tekrar yerine koymayı öğrendiklerini belirtiyor. Bunu bir iyilik göstergesi gibi algılaması bana göre sıkıntılı. O dönemde bile böyle bir kültürün oturmuş olması umut verici.
“Siz siz olun kör birisinin taş ya da tabanca gibi araçlarla sizi yaralayamayacağını düşünmeyin. Bunun için sadece onları kullanmayı bilmesi yeterli olur.” diyor ve körümüzün yaşadığı bir olayla örnekliyor. Kör kişi kardeşiyle kavga ediyor ve elindeki bir şeyi uzaktan onun alnının ortasına gelecek şekilde fırlatıyor. Bu işin sonunda mahkeme ona hapis cezası veriyor. Körümüz, “Önemli değil ben zaten 25 yıldır zindandayım.” diyor. Görmemenin karanlıkla, zindanla özdeşleştirilmesi…
Oysa, bir kör olarak kendimi zindanda ya da karanlıkta hissetmiyorum. Bir organın çalışmaması insanın hayatını zindana çevirecek kadar önemli bir olay değildir. Tıpkı görmemenin estetik algısını yok etmeyeceği, gözleri görmeyen birisinin çevresinde olup bitenden görenlerden daha az haberi olmayacağı gibi. Yazıyı daha fazla dağıtmamak adına kısaca toparlayalım. Gözlemlenen körler, alanında büyük başarılara imza atmış kimseler. Geometri profesörü, müzisyen, birden fazla dil bilen kişiler. Bu vasıflara sahip olmayan körlerde incelenmiş olsaydı daha dengeli bir analiz şansına sahip olabilirdi yazarımız. Yapılabilirlik açısından bugün kör ya da gören birçok insanın körler yapamaz dediği şeylerin o zaman bile yapılıyor olması beni mutlu etti. Sevgili yazarımızın bu konudaki fikirlerinin sürekli olumluya evrilmesine mutlu oldum. Bu metinden 34 yıl sonra değişen gözlem ve fikirlerini kısa notlar şeklinde tekrar ekliyor. En sevindiğim gelişme, engelliliğin mutsuzluk olmadığını savunmaya başlaması ve 34 yıl bu konu üzerine çalışması.
Metinde, yapılmak istenenin farklı yollarla yapılabileceğinin keşfedilmesi de önemli bana göre. 34 yaşındayım. 34 sene daha yaşarsam ki hiç sanmıyorum, bu yazıya bakıp altına değişen fikirlerimi ekleyeceğim.
Güzel olanı aramaya çıktığımız yolda bilinçle ve aşkla ilerleme umuduyla. 34 Yıl pardon bir ay sonra görüşmek dileğiyle. Sevgiyle kalın, olaylara karışın.