Vişne vişne ye ye kişne !
Nispeten rüzgarla serinleyen bir ağustos akşamından merhaba sevgili okuyucu. Bu ay çok bilinen bir duvar yazısı ile selamlıyorum sizleri.
Yeni sayı için hangi filmi değerlendirebilirim acaba diye GETEM'e göz atmayı düşünürken aslında hiç de film yazmak istemediğimi fark ettim. Diğer yazar arkadaşlarım gibi güncel gelişmeleri ya da engelli mücadelesi durumlarını nitelikli bir şekilde satırlara dökemediğimden güzel bir tarif bulmak için hafızamı zorluyordum. Balkonda annemle çay içerken aklıma gelen bir olayla sırıtmaya başladım ve hemen yazacağım şeyin kararını verdim.
Olay mahalli bizim evin balkonu, zamanı ise geçtiğimiz Kurban Bayramının arife günü. Ben mutfağı toparlarken komşu kadınlar apartmanı temizlemek için toplanmışlar ve annemi de çağırdılar. Mutfağı toparlama işim bittikten sonra pratik süpürge ile önce mutfağı ve sonra koridor ile salonu da süpürdüm ve kahvaltı döküntüleri içeriye gelmesin ve hem de annem eve geldikten sonra bir de onunla uğraşmasın diye balkonu da süpüreyim dedim. Demez olaydım.
Benim pis bir özelliğim vardır. Evi süpürüp silerken en uyuz olduğum şey elime ayağıma dolanan ufak tefek eşyalardır. Bu sebeple çocukluğumdan beri tüm bu şeyleri önce ortadan kaldırırım. Balkonda da öyle yapayım dedim. Masayı çektim. Sandalyeleri balkon demirlerine kaldırmaya davrandım. Bu arada annemin eski bilgisayar masamın söktüğü klavye bölümünü balkonun köşesine koyduğunu fark ettim. Sandalyeyi koyabilmek için onu masanın üstüne alayım dedim. Çekiyorum çekiyorum tahta gelmiyor. “Allah Allah” dedim “bu ne ağır şey.” “Annem bunu niye böyle koymuş ki” diye de söyleniyorum içimden. “Birinin kafasına falan düşecek görecek gününü” diyorum kendi kendime. Hırsla bir kere daha çektim ve "şangır" diye bir ses geldi. "Aha" dedim. Tahtanın üstünde saksı çiçeği olduğunu ve onun kırıldığını düşündüm. Hiç istifimi bozmadan tahtayı masanın üstüne koydum ve elime gelecek toprak beklentisi ile eğildim. Bir de ne göreyim? Elime gelen şey dağılmış saksı içindeki toprak değil, parçalanan cam içindeki vişne reçeli. Mooors oldum resmen. Mor da güzel bir renktir.
Bin bir emekle uğraştığım, tek tek elcağızlarımla çekirdeklerini ayıkladığım caanım vişne reçeli puç oldu, gitti. Benim balkonda debelendiğimi gören annem dikkat et orada vişne reçeli var diye uyardı. Artık çok geç dedim ve annem de şok. Bana söylene söylene geldi ama artık yapılabilecek bir şey yoktu.
İşte bunun kuyruk acısı ile size bu ay vişne reçelinin yapımı hakkında bilgi vereceğim. Ne de olsa ben bu kış daha yoğun olmak üzere bir ömür boyu annemden bu olayın başıma kakılmasını duyacağım. Dergi sayfalarında da yerini bulsun ki tarihte silinmez bir yaprak olarak da kalabilsin. Üstelik bu tarif çok güzel. Hem lezzetli hem de reçelin çok kaynayıp artık kahverengi bir görünüm alması hoş karşılanmadığından kıpkırmızı bir sunumla beğeni kazanabilirsiniz. Tarifi biz bir dönem yemek kursuna gitmiş olan yengemden aldık.
Her zamanki gibi hayli uzattığım gevezelik faslından sonra tarifin inceliklerine geçeyim. Öncelikle vişnelerinizi temiz bir yıkayın ve saplarını ayıklayın. Ardından çekirdeklerini çıkarma faslına geçin. Kimileri çekirdeklerini ayıklamadan da reçel yapıyormuş ama bunun yerken sıkıntı çıkardığı söyleniyor. Hiç deneyimlemedim ama bence de öyledir. Çekirdek ayıklama için tercihan filkete ya da çatal iğne denilebilir kullanmak pratik oluyor. Tığ ya da çay kaşığı arkasıyla da bu işi yapabilirsiniz.
Bize verilen tarifte bir kilogram vişneye bir kilogramdan bir su bardağı daha fazla şeker kullanılıyor. Daha önce yazdığım tariflerden annemin ölçülerde şekerden çaldığını çok kez söylemiştim. Bu işi reçelde de yapıyormuş. Zira bizler artık alıştık ve fazla şeker tadı baydırıyor. Biz hemen hemen üç kilogram vişne için iki kilogram şeker katıyoruz ve bize yetiyor.
Çekirdeklerini çıkardığınız vişneleri tencereye koyun ve ocağa yerleştirip altını yakın. Bu arada çekirdekleri ayıklarken vişnenin suyu akacaktır, bu akan suyu vişne taneleri ile birlikte kaynatabilirsiniz. Kaynamaya çıktığı zaman saatinize bakın ve tam yedi dakika kaynadıktan sonra üzerine şekeri ilave edin ve on dakika daha kaynatın. Bir çay kaşığı kadar da limontuzu koyun ki reçeliniz kıvam kazansın. Bunu da şekeri ilave ettikten beş altı dakika sonra ekleyebilirsiniz. Ardından soğuyunca genişçe bir kaba alıp güneşlenmeye bırakın. Kabın üzerini koyu renk bir tülbent ile kapatırsanız tozdan ve haşerelerden korumuş olursunuz. Tülbendin koyu renk olmasının sebebi ise güneş ışını içine çekme özelliğini kullanmak içindir.
Birkaç gün güneşte bekletip yoğunlaştırdıktan sonra tüketmeye başlayabilirsiniz. Eğer reçelinizi kış için yapacaksanız vakumlayabilir ve bu sayede daha güvenli bir saklama elde etmiş olursunuz. Şöyle ki güneşlendirdikten sonra tekrar tencereye alın ve bir taşım kaynatın reçelinizi. Fazla kaynatmayın ki rengi kahverengiye dönmesin. Sonra sıcak sıcak kavanoza koyun, sıfır kapak ile kapatıp ters çevirin ve bir gece öyle bekletin. Böylece uzun süre güvenle saklayabilirsiniz. Ha bu arada güneşlendirirken dikkat edin ve ev halkını sık sık uyarın ki benim gibi bir çuval inciri berbat etmesinler.
İşte böyle sevgili okuyucu, çocukluğumda yemem diye burun kıvırıp kafa çevirdiğim ama şimdi urun urun arandığım bir tat hakkında yazdım size. Dilerim dener ve beğenirsiniz. Bu arada laf aramızda puç ettiğim vişne reçeli vardı ya harbi çok güzel olmuştu. Ha size bir sır daha. Aslında bütün suç annemin. Niye mi? Önce kavanozlayıp kilere koymuş. Sonra hadi bir gün daha dursun deyip balkona çıkarmış. Senin ne işine değil mi ya? Dursun işte kilerde. Neyse. Hadi size afiyet olsun.