Birkaç aylık aranın ardından merhabalar dostlar.
11 Mart’tan bu yana ülkemizde yaşadığımız pandemi süreci hepimizi öyle ya da böyle etkiledi. İnsanlar evlerine kapandı, esnek çalışma modelleri ortaya çıktı, kimimiz sağlığını kimileri hayatlarını yitirdi. Tüm bu süreçte de kitle örgütleri farklı refleksler geliştirdi. Örneğin biz Engelsiz Erişim Derneği olarak çok başarılı radyo programlarına imza attık. Canlı betimlemeler, söyleşiler, müzik yayınları, teknoloji ve yaşama dair sohbetler, anmalar bu programlardan yalnızca bazılarıydı.
Corona etkileri nispeten zayıflayıp vaka sayıları azalmaya başlayınca da 1 Haziran itibarıyla yeni normal diye abuk şekilde adlandırılan bir döneme geçtik. Maske ve mesafenin vazgeçilmez kurallar haline geldiği bir dönem. Haliyle 1 Haziran’la birlikte esnek çalışma modeli benimseyen birçok yapı da eski çalışma düzenlerine geri dönmeye başladı. Kamuda Mart ayında engelliler ve kronik hastalara verilen idari izin de ortadan kalkmış oldu. Kronik hastalar ve hamileler için süreç gevşetilse de engelliler için bu yazının yazıldığı ana dek yeni bir idari izin verilmemiş görünüyor.
1 haziranı takip eden günler de hiç de şaşırtıcı olmayan bir şey oldu. Birçok kör örgütünün çatısı olduğunu iddia eden Türkiye Körler Federasyonu hemen bir bildiri kaleme alarak Körlerin çok daha fazla etrafına dokunmak zorunda kaldığını, hijyen kurallarına yeterince dikkat edemeyeceğini, bu nedenle de idari izinlerinin devam etmesi gerektiğini beyan etti. Başka gruplar da gerek Change org kampanyaları gerekse sosyal medya çalışmalarıyla benzer talepleri dillendirip desteklediler. Şaşırtıcı değil diyorum, çünkü ülkemizde ve dünyada sakat örgütlerinin bir kısmının hak olarak ortaya koydukları talepler benzer nitelikler taşıyor. Otobüs, uçak, gemi ve trenlerde indirimler, ders ve sınavlardan muafiyet, artı kontenjan, erken emeklilik, her alanda öncelik vs. Tüm bu taleplerin dayandığı mantık çok net, Engelli bireyler sakatlıkları nedeniyle yeti eksikliğine sahiptir ve bu eksiklik onları toplumda daha yoksul, daha güçsüz, daha dezavantajlı hale getirmiştir. Sosyal devletin amacı de bu dezavantajları ortadan kaldırabilmek için pozitif ayrımcılığa varabilen önlemler almak olmalıdır. Bu mantıkla bakıldığında Federasyon ve geniş bir sakat kitlesinin Salgın sürecinde İdari izni hararetle desteklemesi oldukça tutarlı bir durum.
Engelsiz Erişim grup olarak kurulalı tam 15 yıl olmuş. O günden bugüne halen bizlerle devam edenler olduğu gibi yeni arkadaşlar da aramıza katıldı. Birçok şey değişti elbette, ama temel kuruluş felsefemiz değişmedi. Kişiyi engelli yapan şey toplumsal düzenlemeler, önyargılar ve çevresel faktörlerdir. Bu inancın önemi şuydu: Eğer bu engellemeler ortadan kaldırılabilirse, Fiziksel veya bilişsel durumlarımız yalnızca birer yeti farkı haline gelir. Sosyal modelin de ötesine geçen bu paradigma değişimi, hak ve sorumlulukları da yeniden tanımlamamızı gerektiriyordu. O nedenle Engelsiz Erişim felsefesi hiçbir zaman indirim, muafiyet tarzı talepleri öncelemedi. Bunun yerine erişilebilirlik kavramını denkleme sokmak istedi. İşte adımızın içinde yer alan erişim, aslında bizi engelleyen faktörlerin nasıl ortadan kaldırılabileceğini anlamaya ve anlatmaya çalışan tüm süreci ortaya koyan bir kelime. Daha doğrusu bir kelimeden çok daha fazlası.
Tıpkı bu yazının asıl konusu olan İdari izin talebinin basit bir talepten daha fazlası olduğu gibi. Hepimizin içten içe beklediği bu talep dillendirildiğinde, Beni çok mutlu eden bir şey oldu, Engelsiz Erişim üyesi hemen herkes aynı anda aynı refleksi verdi: böyle bir talep kabul edilemezdi ve karşı çıkılacak bir şey yapılmalıydı. Bu refleksin nedenlerini irdelediğimizde İki temel tehlikenin bizleri kaygılandırdığını gördüm. Bunlardan ilki Federasyonun söylemindeki toplumsal korkutucu sonuçtu: Körleri potansiyel olarak virüs bulaşacak veya bulaştıracak bir kaynak gibi görmek ve göstermek. Körler daha fazla dokunuyordu, hijyenlerine dikkat edemezlerdi, öyleyse işe de gitmemelilerdi. Yıllardır ama az, ama çok toplumsal önyargıları değiştirmek için uğraşırken, bu konuda ancak milimle yol alabilirken, bu söylemin toplum kesimlerinde iyice yayıldığını bir düşünün. Şu ana kadar elde edilen birçok kazanımın ortadan kalkması için bundan daha güzel bir gerekçe mümkün mü? 65 yaş üstü insanları sokakta görüp olmadık saygısız davranışlarda bulunanları beraberce gözlemlemişken, Bunun kat be katına maruz kalma tehlikesi sanırım ortak ve güçlü bir tepki vermemizdeki birinci nedendi.
İkinci önemli neden ise esasında birinci sebebin kurum hafızalarına işleyecek ve değiştirilmesi hiç de kolay olmayacak korkutucu sonuçlarına ilişkin kaygılarımızdı. Çatı örgütünüz olduğunu iddia eden bir kurum Körleri kolay virüs bulaşacak ve bulaştıracak bir tehlike şeklinde açıkça ifade ettiğinde, her gün ilişki içinde bulunduğumuz ulaşım, istihdam, sanat, eğlence, beslenme gibi alanlarda bizi nelerin bekleyebileceğini bir hayal edin. Yeni işe başvuran birine, “Sizin sağlığınızı gereği gibi koruma alt yapımız bulunmadığından başvurunuzun reddine…” diye bir yanıt şaşırtıcı olur mu? Parasını ödeyip gitmek istediğiniz bir otelin sağlık nedenleriyle rezervasyonunuzu iptal etmesi, çok mu uçuk bir komplo teorisi sizce? Bildiğiniz gibi Devlet Demir yolları bu süreçte tüm indirimli ve ücretsiz biletleri iptal etti. Üstüne üstlük tekerlekli sandalyeli yolcuları biletli olsalar bile trenlere almadıklarına ilişkin iddialar var. Görme Engelli bir arkadaşımız kör olduğu için tren bileti alamayacağının söylendiğini yazdı geçenlerde. Her Ne kadar TCDD çağrı merkezi böyle bir şey olmadığını söylese de uygulamada nelerin yaşanacağını kim bilebilir? Sorun da bu zaten. Bir kez böyle söylemler yaygınlaştığında, Tıpkı banka süreçlerinde olduğu gibi, her tren yolculuğunda yeni bir kendimizi kanıtlama, yolculuk yapabileceğimizi anlatma çabası bizi beklerse ne yapacağız? Spor ve eğlence merkezlerinde şu an bile tek başına girişimizde bin bir engel çıkarılırken Federasyonun söylemleri tarzı çabaların buna nasıl hizmet edeceğini düşünüyoruz? Sonuçta sırf birkaç hafta daha izin kullanmak uğruna ne tür eşitsizliklerin yeniden üretilmesine kapı araladığımızı bir tasavvur edin.
Temel olarak ortaya koymaya gayret ettiğim bu iki birbirine bağlı durum meseleye Engelsiz Erişim olarak bir karşı yazı yazmamızla sonuçlandı. Buradan, tekrar akıntıya karşı kürek çekme pahasına da olsa bu yazıyı hazırlayan, üzerine düşünen, irade koyan tüm arkadaşlarıma tekrar minnetlerimi iletiyorum. İyi ki bir arada Engelsiz Erişim felsefesine sahip çıktık. İşin umut veren ve sevindirici tarafı Engelsiz Erişim üyesi olmayan pek çok arkadaşımızın da bizimle benzer kaygıları paylaşarak açıklamamıza destek vermeleri oldu. Bu da bir şeyleri dönüştürme yolunda yol kat ettiğimizi gösteriyor ki, çok önemli bir haber bizler için.
Diğer taraftan tam da beklendiği gibi büyük bir kesim de açıklamalarımıza karşı durdu. Kimisi bunu doğrudan açıkça dile getirirken, kimisi dolaylı yollardan, imalarla ortaya koymayı tercih etti. Gelen eleştiriler 4 temel başlıkta toplandı.
Bunlardan ilki ve en çok söyleneni engellilerin virüse daha az maruz kalmasıyla ilgili idari amirlerin almasını önerdiğimiz somut çözüm önerilerine yönelikti. Temelde karşıt görüşteki arkadaşlarımız, söz konusu tedbirleri bugüne dek almayan kişilerin, engellilere olur olmadık yerde dokunanların bugün nasıl olup da birden çözüm önerilerini uygulayacağını sorguladı. Öyle ya, gökten başlarına taş mı yağacaktı da birden bizimle empati kurup çözüm önerilerimize destek vereceklerdi?
İkinci eleştiri daha çok dolaylı yoldan iletilen bir şey oldu. Bazı arkadaşlarımız iş yerlerinde zaten mobing tarzı davranışlara maruz kaldıklarını, Engelsiz Erişim olarak böyle bir açıklama yaparak iş yerlerinin takındıkları tavırları haklı gösterebilecek argümanlar üretmesine zemin hazırladığımızı iddia edip bize olan kırgınlıklarını ifade etiler. Buradaki en temel eleştiri, idare karşısında bireyleri yalnız ve çaresiz bıraktığımıza yönelik söylemler oldu.
Üçüncü eleştiri bence komikti ama birden fazla kişi tarafından dile getirildiği için, buraya almak istedim. 1 Haziran öncesi Engellilerin işe gidişleriyle ilgili neden açıklama yapmadığımız sorgulandı. Bu, örgütsel refleksten uzak olduğumuz şeklinde yorumlandı.
Dördüncü ve en az iyi niyetli bulduğumuz eleştiri ise, bu söylem sonrası herhangi bir kör birey Corona virüsten etkilendiğinde, bunun vicdani sorumluluğunun bize ait olduğu savıydı. Ve dendi ki, “hiçbir ilke insan sağlığından daha değerli değildir”. Yani kısaca bizim insan sağlığını hiçe saydığımıza kadar geldi iş.
Şimdi gelin tüm bu eleştirileri teker teker yanıtlamaya çalışalım birlikte.
Bugüne kadar İhmal Edilen Çözüm Önerileri Neden Şimdi Dikkate alınsın?
Her şeyden önce şunun altını çizelim: Zaman zaman belki körler daha fazla dokunmak zorunda kalıyor olabilir fakat dokundukları zaman hijyen kurallarına uyamayacakları tamamen bir yanılgı ve yanıltmacadır. Salt idari izin uğruna engellileri bu derece kendini kontrolden uzak, aciz, zavallı göstermek hiçbirimize bir şey kazandırmayacaktır. Ayrıca bireysel olarak Corona sürecinde değişik nedenlerle sürekli dışarı çıkmak durumunda kalan biri olarak gerçekten bu iddiayı test ettim. Ve şunu gördüm ki, doğru baston kullandığımızda Çok daha fazla fiziksel temas içinde bulunduğumuz savı da pek doğru değil. En son yaptığım Ümraniye Üsküdar arası yolculuğumda fazla dokunduğum iki yer asansör ve sesli ışık düğmesi oldu diyebilirim. Bunu da metroya biner binmez elimi dezenfekte ederek aşmış oldum. Kola girme meselesinde ise, evet zaman zaman karşıdan karşıya geçerken gibi durumlarda birinin kolumuza girmesi veya bizim onun koluna girmemiz olası bir durum. Ama adı üzerinde dirsekten bir temas söz konusu ve böyle bir temas sonrasında da kendini bilen kişi kolonya veya başka bir dezenfektanla oto koruma sağlayabilir ya da eldiven kullanır vs. Yani Tüm bu olası dokunma kaynaklı riskler birey tarafından gayet yönetilebilir durumdadır. En azından Bunu yöneteceğine inanan insanları zorla, “yetersizsin” bataklığına sokmak yapılacak en büyük yanlış.
Buna karşın eğer bir önlem gerekiyorsa, en az birey kadar elbette İş yerleri, toplum da bazı önlemleri almak durumunda ve biz bunlara yalnızca kısaca değinmeyi tercih ettik. Sebebi ise her kişi ve durum için farklılaşmış çözümleri dışlamamaktı. Ona rağmen dahi, bugüne kadar alınmayan önlemlerin şimdi neden alınacağı suçlamasıyla karşılaştık. İşte bu sorunun çok güzel bir yanıtı var: Toplumsal flaş bellek. O da ne diyenler için Flaş Bellek kavramını açıklayalım. Psikolojik bir terimden söz ediyorum. Flaş Bellek aslında bir otobiyografik hafıza türü. Çok şaşırtıcı veya şok edici bir olayı öğrendiğimizde, öğrendiğimiz anla ilgili zihnimiz bir fotoğraf çeker ve o anı çok iyi hatırlarız. Hatırladığımız şey olayın kendisinden çok öğrendiğimiz anı kapsar. Bu yüzden bir otobiyografik hafıza türüdür flaş bellek. Örneğin, 15 Temmuz’u, 11 eylülü, Turgut Özal’ın ölümünü öğrendiğiniz anı düşünün. O an neredeydiniz? Ne yapıyordunuz? Kimden öğrendiniz? Ne Hissettiniz? Sonra ne yaptınız? Yapılan araştırmalar olayın kendisinden çok öğrenme anının insan zihninde bir flaş gibi öne çıktığını ve o dönem anımsanan bilgilerin genellikle doğru olduğunu ortaya koyuyor. Bunu bireysel şok edici olaylarınıza da uyarlayabilirsiniz. Örneğin bir yakınınızı kaybettiğiniz an, ya da üniversite sınavını kazandığınızı öğrendiğiniz dakika. Herkes için farklı durumlar olabilir. Ortak olan böylesine beklenmedik bir şey öğrendiğiniz zaman zihninizi bir flaş gibi belleğine kazıdığı anların öyle kolay kolay unutulmadığıdır.
Bunu pandemiye uyarlarsak şunu göreceğiz. Hepimiz aradan 30 40 yıl geçse bile mart Haziran 2020 arasına neler olduğunu mart Haziran 2018 tarihinde veya mart Haziran 2022 tarihinde neler olduğundan çok çok daha iyi anımsayacağız. Çünkü beklenmedik bir durumla karşı karşıyayız. Her günkü rutinlerimizin alt üst olduğu Bahar’ın bir iki sayı önce yazdığı gibi travmatik bir süreci yaşadık hep birlikte.
Yukarıda da kısaca değindiğim üzere, Flaş belleğin 5 temel etmeni var. O an neredeydik, ne yapıyorduk, Kimden Öğrendik, Ne hissettik ve sonrasında neler oldu. Pandemi Sürecinde de bu elementleri toplumsal olarak yaşamadık mı? 3 aylık süreci geçirdiğimiz evimizi ve yaptıklarımızı kolay kolay unutmayacağız. Sağlık bakanımız muhtemelen Cumhuriyet tarihinin en çok akılda kalan sağlık bakanı olacak. Haber izleme ve sosyal medyayı Corona amaçlı takip oranı her zamankinden çok daha fazla. Şimdi ne olacak sorusunu hiç bu kadar çok sormadık ve düşünmedik belki de. Kaygılarımız, korkularımız, özlem ve meraklarımız kolay kolay unutulabilir mi? Bu da süreçte kimin ne dediğini, nasıl tepkiler verdiğini zihnimizin flaş belleğine kaydettiğimiz anlamına geliyor. Tam da o sebeple, böyle zamanlarda belirli olaylara kimlerin nasıl refleksler verdiği de aklımıza referans olacak şekilde beynimize kazınabilir.
Peki Bir kişi Engelli kavramını düşündüğü zaman beynindeki fotoğrafa baktığında ne görecek sizce? İdari izin talebini mi, üretime eşit katılmak isteyenlerin çözüm önerilerini mi? İşte karar vermemiz gereken buydu tam olarak. Evet benzer çözüm önerilerini Daha önce de dile getirmiş olabiliriz. Fakat Nasıl ki 14 Temmuz 2016 günü ne yaptığımızı hatırlama olasılığımız ertesi günden çok çok daha azsa, 2020 yılında dile getirilen çözüm önerilerinin akılda kalması ve uygulanması için fırsat oluşması ihtimali de o kadar yüksek.
Tam da bu yüzden böyle zamanlarda kurumların, kişilerin, grupların nerede, nasıl durdukları, neler önerdikleri her zamankinden çok daha fazla önem kazanıyor. Çözümlerimiz yine uygulanmayabilir, ama uygulanabilmesi için daha büyük bir zemin kazanma ihtimali kıyaslanmayacak derecede yüksek. Öte taraftan Federasyon gibi daha geniş kitlelerin görüşleri ve talepleri de maalesef daha çok akılda kalacak. Bu söylemlerin kısa vadeli kazanımları ise uzun vadede bize çok daha fazlasını kaybettirebilir, işte biz onun mücadelesini verdik, veriyoruz.
Bir başka nokta daha var: Nasılsa önerdiğimiz çözümleri uygulamayacaklar görüşünün alternatifi o zaman kamusal alanın dışına atalım kendimizi olmamalı. Bunları nasıl uygulatabileceğimizin yollarını araştırıp ona göre bir lobi yapmak olmalı. Zaten biz hijyene de dikkat edemeyiz gelmeyelim işe demek bu çözümlerin uygulanmasının imkânsız olduğunu peşinen, denemeden kabul etmek anlamı da taşıyor.
Bireyleri yalnız mı Bırakıyoruz?
Bazı dostlarımızın bize ilettikleri endişe ve eleştirilerden birisi de kaleme aldığımız açıklamanın zaten ayrımcı davranışlarda bulunan iş yerlerinin bir nevi ekmeğine yağ sürdüğü ve bizim engelli bireylere yeterince sahip çıkmadığımız yönündeydi. Yani bir işyeri bu açıklamayı kullanarak türlü bahanelerle personeline ayrımcı davranışlarda bulunabilir mi acaba diye bir soralım. Tabii mümkün, ama şöyle bir gerçek var. Engellilerin uğradıkları mobbing tarzı muamelelerin birçoğu çok çalıştırmaktan değil, aksine hiç çalıştırmama, ona uygun işi vermeme, yetenek ve yetilerinin altında işler verme gibi durumlardan kaynaklanıyor. Birçok müdür veya işveren, engelli bireyleri sırf kontenjan ve zorunluluklar nedeniyle ses çıkarmadan çalıştırıyor.
Bilimsel bulgular olmadan kulaktan dolma iddialarla Engellinin sağlık koşullarının çalışmak için yeterli olmadığını savunmak, riskin fazlalığını öne sürmek, tam aksine, iş veren ve yönetici konumunda olanların, mobing uyguluyorlarsa “Bak ben dememiş miydim” sözlerinden öte bir kazanıma yol açmayacaktır.
Ayrıca biz açıklamamızın hiçbir yerinde bireylere doğrudan söz söylemedik. Çünkü mesele hem bireysel değil hem de her kurumun kendi şartları farklı. Çözümleri de farklı. Kurumların çoğu daha yeni normal denen sürece nasıl uyum sağlayacaklarına karar verebilmiş değil. O yüzden personelin çalışmasındaki rotasyon, esneklik kurum ve bireyin arasındaki bir karar. Fakat genellemeler yapmak, böyle esnek çözümlerin de önünü tıkayan bir şey.
Neden Daha önce Bir şey Yapmadık?
Madem bu konuda samimiydik, O zaman ne diye 1 Haziran öncesi bir şey yapmadık. Her şeyden önce 1 Haziran öncesi örgüt olarak Corona süreciyle ilgili bir çalışma yapmadığımız gerçeği yansıtmıyor. İki oturumluk Kemal Özceyhan Seminerinde Evde ve dışarı çıktığımızda alabileceğimiz önlemleri, korunma yöntemlerini saatlerce tartıştık ve bunu hem dünyaya seslene koyduk, hem radyomuzda sürekli döndürdük. Yetmedi 15 Adet canlı betimleme çalışmasıyla, müzelerden film ve dizi karakterlerine, spor hareketlerinden Antik Yunan heykellerine kadar insanları farklı lezzetlerle buluşturduk. Radyo Engelsiz Erişimi çok aktif kullanıp birbirinden renkli ve eğitici programlar gerçekleştirdik. Görme engelli birinin kendi başına nasıl maske yapabileceğine kadar eğitici videolar hazırladık, yayınladık. 11 Mayıs haftasındaki#EngellenmekIstemiyoruz Tweet etkinliğimiz bir hafta boyunca devam etti ve farklı temalarda yüzlerce katılım sağlandı. Yazının başında da belirttim, her örgüt farklı refleksler gösterdi tabi ki, bir tek biz bir şeyler yaptık gibi bir iddiamız yok. ama yapılanları görmeden yorum yapma eğilimine sahip olunduğunu gördüğüm için bu satırları yazıyorum.
İşin bir başka boyutu daha var. Mart haziran döneminde, Tüm kamu kuruluşlarında resmi olarak esnek çalışma modeli kabul edilmişken, herkesin evde kalması teşvik edilirken, bizlerden “Hayır Engelliler özellikle” çalışsın gibi bir açıklama bekleniyorsa, bunu diyen arkadaşlara mazoşizm ile aktivizmi karıştırmamalarını önermek durumundayım. Bizler Engellilere eşit muameleyi savunduk ve savunuyoruz. Herkesin evde kalmaya teşvik edildiği dönemde Engellilerin sokağa çıkmasını savunmakla, Herkesin işe gittiği dönemde engellilerin evde kalması gerektiğini söylemek arasında bizce bir fark yok. Biz diyoruz ki, risk yüksekse engelliler için de yüksek, Risk yönetilebilir dereceye düştüyse, engelliler için de durum aynı görülmeli.
Ayrıca Bizzat engelliler daha çok virüsü bulaştırma riskine sahiptir temalı bir açıklamayı yapan ve bizi temsil ettiğini söyleyen kurum varken, Bu açıklamaya tepki verdiğimizde, Neden daha önce bu tepkiyi vermediniz demenin mantığını hakikaten anlamakta güçlük çekiyorum. Bizler doğrudan körleri biçare göstermeye yönelik söyleme tepki verdik. Öncesinde de evde ve sokakta neler yapılabileceğine ilişkin somut önerileri zaten paylaşmıştık. Birisi “Engelliler daha çok virüs bulaştırabilir, temizliğine de dikkat edemez” gibi bir söylemde bulunmadan, “Engelliler virüs bulaştırmazlar” şeklinde bir açıklama yapmak, boşu boşuna toplumda tersi bir algının oluşmasına da neden olabilirdi. Biz ateş olmayan yerden duman çıkarmak istemedik, ama maalesef o ateşi toplum değil, doğrudan kendi üst örgütümüz olduklarını iddia edenler yaktılar.
Engellilerin Sağlığını hiçe mi sayıyoruz?
Esasında, iyi niyetli bulamadığımız böyle sözlere yanıt vermek bile onu meşru kılıyor ve doğru değil. Aslen beklemiyor da değildik bunları, ama yine de üzülmedik desek yalan olur. İki şey söylemek yeterli olacak konuyla ilgili zannımca. Birincisi, eğer bu süreç sonunda Her birey gibi Kör bireyler de Corona sürecinden zarar görecekse, Bunda normalleşme sürecinin neden bu kadar erken başlatıldığını, bu noktada karar vericileri sorumlu tutmayanların bizleri günah keçisi ilan etmeleri kendileri açısından oldukça faydalı olabilir, ama tarih önünde kimin haklı olacağı ortaya çıkacağından vicdanımız rahat. Eğer bu kadar vicdani muhasebe içindeysek, 40 kişilik bir üye sayısı olan örgüt yerine asıl karar vericileri de cesaretle eleştirebilme gücünü kendimizde bulmamız gerekiyor.
İkincisi Bugüne kadar engellilere ayrımcı politikalar uygulayan bankalar, noterler, hava yolları, spor merkezleri hep aynı bahanenin altına sığındılar: “Sizin için güvenli ve sağlıklı değil. Sizin sorumluluğunuzu alamayız”. Bu durumda Engellilere bozuk kaldırımlara rağmen dışarı çık dediğimizde ve kaldırım yerine yola inmesi nedeniyle bir engelliye araba çarptığında da sorumlu dışarı çık diyen bizler olacağız bozuk kaldırımlar değil. Bankada şahitsiz işlem için uğraşırken, bir engellinin başına finansal bir şey geldiğinde de sorumlu bağımsız işlemi savunan bizler olacağız bu bakış açısıyla. Bir kadın gece yarısı sokakta iken tacize uğrarsa, bunun sorumlusu aynı bakış açısına göre tacizci değil, herkesin her saatle güvenle dışarı çıkmasını savunan kişiler olacak. Yani bu işin sonu yok.
Bizler engelli bireyin kişisel önlemlerini alarak herkes kadar risk taşıyarak işine ve istediği yere gitmesi gerektiğini savunuyoruz. Hiç risk yok demek kimse için mümkün değilken, engelli için de mümkün değil. Salt engelli olmak riski arttırır demek de toplumsal önyargıları beslemekten öte bir kazanım sağlamayan, ayrıca da doğru olmayan bir durum. Fakat bir kimse kendisini daha fazla risk altında hissedebilir ve buna saygı duymak, onun riskini en aza indirmek de bireyin değil onu işe çağıran kurumların sorumluluğu meseleye böyle bakmak bizi daha doğru bir noktaya taşır. Fakat bir kimsenin kendini daha fazla risk altında hissetmesi, bunu yeti farklarına bağlayıp durumu herkese genellemesi anlamına gelmemeli. İşte biz Engelsiz Erişim olarak federasyon ve örgütlerin genellemeler yoluyla engellileri daha aciz, daha güçsüz, daha kontrolsüz gösteren ve bu yolla gerek toplumsal gerek kurumsal önyargıları, eşitsizlikleri yeniden üreten yaklaşımlarına karşı bayrak açtık. Çünkü bizler için eşit, erişilebilir engelsiz yaşam, eşit haklar kadar eşit sorumlulukları da almak, toplumun yükünü eşitçe paylaşabilmek için adımlar atmak anlamına da geliyor.