Merhaba Sevgili Okuyucu;
Timuçin Esen hayranı ve bir Hekimoğlu takipçisi olduğumu geçmiş yazılarımı okuyanlar bilirler. Bilmeyenler için kısaca bilgi verelim biz yine de. Hekimoğlu anlayacağınız gibi baş rolünde Timuçin Esen'in oynadığı ve bildiğim kadarıyla Amerika'da yayınlanan bir diziden uyarlama. Dizi bir eğitim ve araştırma hastanesinde geçiyor ve Hekimoğlu burada ekibiyle birlikte tanı konulamayan hastalarla ilgili araştırma yapıp tanı koyuyor ve tedavilerini gerçekleştiriyorlar. Bununla birlikte özellikle geçtiğimiz sezonda ekranlarda sakat karakterleri görmeye başladık. Hekimoğlu da bunlardan biri. Şöyle ki geçirdiği bir kaza sonrası bacaklarından birinde önemli bir işlev kaybı oluşuyor ve Hekimoğlu yaşamının geri kalanında büyük ölçüde tek koltuk değneği desteğiyle hareket edebiliyor. İşte beni bu ay yazmaya sevk eden de Hekimoğlu'nun bu sakat kalma sürecinin işlendiği bölüm oldu. Yanlış anlamayın bu sefer bir sesli betimleme değerlendirmesi yapmayacağım sizlere.
Dizinin on altıncı bölümünde Hekimoğlu öğrencilere ders vermek durumunda kalır kendi Departmanı olan tanı koyma alanında. Birkaç örnek vaka üzerinden hikâyelendirerek anlatır olayları. Bu vakalardan biri de kendi sakat kalma sürecidir ve tabii kendisi üzerinden değil de herkesin tanıdığı bir ünlünün adını kullanarak yapar bunu. Yaşadığı bisiklet kazası sonrası hastaneye götürülür. Ancak bir şeyler ters gider ve tabiri caizse hasta Hekimoğlu için işler sarpa sarar. Sonunda yanlış teşhis sonrası ki bunda bile hayli gecikilmiştir artık, önüne iki seçenek çıkar. Ya ölecektir ya dayanılmaz ağrılar sonrası bir umut kurtulacaktır. Ancak bu sefer de süreç onun hesapladığı gibi gitmez ve ağrıları dindirmek üzere kendi isteğiyle aldığı morfin sonrası uykuya dalar, dalarken de eşiyle sonsuza dek vedalaşır. Fakat eşi bu tercihi kabullenemez ve o artık karar verebilecek bir durumda olmadığından, çünkü uyutulmuştur, onun adına karar verip ameliyata alınmasına ve kaslarında ölen dokuların vücudundan temizlenmesine imza verir. İşlem Hekimoğlu’nun değil de eşinin istediği gibi yapılır ve sonuçta yaşamaya geri döner ancak sakat biri olarak. Hekimoğlu bu durumu kabullenemez. Ne kendisine rağmen alınan kararı ve bunun uygulanmasını ne de sakatlığı.
Dizi bittiğinde Hekimoğlu'nun kararı bana o kadar saçma geldi ki inanamadım. "Sakat kalmak ya da sakat olmak bu kadar mı ürkütücü" diye düşündüm. Sonra belki de ben sakatlıkta çok yol kat ettiğim için böyle düşünüyorumdur diye düşündüm kendi kendime. Çevremde tanıdığım insanlara, aileme, arkadaşlarıma vs. sormak fikri geldi aklıma. Bundan bir EEEH yazısı çıkartabilir miyim diye. Hani çok ünlü bir yarışma vardı. Adı: Süper Aile. Uzun yıllar izledik ekranlarda. Önceleri Erol Evgin'in sonra Beyaz ve Ufuk Özkan’ın sunumlarıyla. O yarışmada sorular sorulmadan önce her zaman; "Yaptığımız ankette yüz kişiye sorduk" denirdi. Ben de sorayım bakayım bir yüz kişiye diye çıktım yola. Yüze yakın belki de ondan fazla kişiye sordum. çoğunlukla insanlara çeşitli sebeplerle üye olduğum WhatsApp grupları aracılığıyla ulaştığım için net bir sayı veremiyorum.
Burada bir parantez açıp şunları söylemem gerek. Ben psikoloji mezunu biri değilim. Bununla birlikte bu alanda sırf meraktan bile olsa okumalar ve araştırmalar yapan biri de değilim. Dolayısıyla insan psikolojisini anlama, çözümleme ve buna uygun soru hazırlayıp sonuç çıkarma anlamında yanlış bir yol izlediğimi açıkça belirtmeliyim. Çünkü sorum doğru bir şekilde hazırlanmamıştı. Bunu ne yazık ki sonradan fark ettim. Ha bu arada hiç anket hazırlamadım, hatta hazırlayan birinin yakınında dahi olmadım. Dolayısıyla bu konuda da hiç deneyimim yok diyebilirim. Zaten anlayacağınız gibi bu bir bilimsel araştırma da değil.
Ulaşabildiklerime şöyle sordum: "Allah korusun kötü bir kaza geçirdiğiniz ve size iki seçenek sunuldu, ya öleceksiniz ya da kolunuzu veya bacağınızı, yani bir uzvunuzu kaybedeceksiniz. Hangisini seçersiniz?"
Kabul etmeliyim ki birden bire böyle bir soruyla karşılaşmak insanı şok eder. Nitekim öyle de oldu. Üstelik insanın bir durumun veya olayın içinde olmadan tahminde bulunması, ne gibi bir ruh halinde olacağını kestirmesi imkansız gibi bir şey. Böyle bir durum içinse, "Öyle olsa böyle olmak isterim" demek çok zor. Hele hele sorumda bahsettiğim çok travma tik bir şey. Zaten pek çok kişi dönmedi bile yanıtlamak için. Hatta çok yakın konuştuğum bir akrabama, "Kimse beni iplemedi" dedim. O da "İplenmeyen sen değilsin; soru iplenmeyecek bir soru" dedi. Güldük. Neyse Çoğu dürte dürte aldığım yanıtları sizin için toparladım.
İlk sorduğum kişi, bacağımı verirdim ölmek yerine dedi ki bu kişi babamdı. Annem cevap veremedi. Hala da vermedi.
Yedisi sol kolumu verirdim dedi. Solak olan iki arkadaşım da sağ kolunu seçti. Bir tanıdığım ise görece daha az işine yarayan sol kol ya da sağ bacağını vermeyi seçti. Ancak ölmek istemezdim hiçbir şekilde dedi. Kendim ve sevdiklerim için diye de eklemiş. Diğeri de pazarlık yapabiliyor muyuz diye sordu. Esprili bir arkadaşımdır kendisi. Sonra da şaka bir tarafa kolumu verirdim dedi. Hangisi olduğunu belirtmeden. Yine hangisi olduğunu belirtmeden kolunu kaybetmeyi seçenler dokuz kişi oldu. .
On dört kişi de bacağını seçti. Biri sonuçta protez denen bir şey var demeyi unutmadan. Hatta sonra protez ümidini dillendirdi biri daha. Bunlardan biri sol ayağım diye de eklemiş.
Beş kişi herhangi bir uzvunu seçmeden yaşamayı seçerim dedi. Kendisi ciddi bir kronik hastalığa sahip olduğunu bildiğim ve hatta bu yüzden kısmen yürüme güçlüğü çeken bir tanıdığım; "kimseye yük olmamak için ölmeyi; düşününce kızım için yaşamayı isterdim" demiş.
Beş tanıdığım ise ölmeyi seçmiş.
Bir arkadaşım, bir insanın gönlü ve kalbi sakat olmasın demiş. Ben bunu, diğer sakatlıklarla bir sıkıntım yok, ölmek değil sakat kalmak olabilir şeklinde okuyorum. Belki de öyle okumak istiyorum.
Sonuç ortada gördüğünüz gibi böyle bir soru karşısında insanların hemen hemen hepsi görece daha az kullandığı uzvunu feda ediyor. Başına gelecek o kötü şey seçim şansı verecekmiş gibi. Oysa mesela solak olan birinin sol kolunu kaybetme ihtimalini de düşünmelerini istemiştim ben. Yukarıdaki cevapları değerlendirirken yaş, cinsiyet, psikolojik durum, inançları, evli olup olmadığı veya çocuğu olup olmadığı gibi hususların da verilen yanıtlarda etkili olduğunu zaten tahmin ediyorsunuzdur. Nitekim verilen yanıtların kimisinde bu durum açıkça belirtilmiş de.
Sonra, insanlar sakatlıktan neden bu kadar ürküyorlar diye düşündüm. Toplumun sakatlığa yüklediği eksik, işe yaramaz, yardıma muhtaç, aciz algısını fazlasıyla içselleştirdiği için olamaz mı? Bence öyle. Sakat olmak, başkasına muhtaç olmak demek insanların hemen hemen hepsine göre. Zira yanıt vermeyenlerden biri de kardeşim. Çünkü kendisi bırakın sakat olmayı hastalık konusunda dahi kabullenme problemi yaşayan biri. Yaşadığı trafik kazası sonrası küçük epilepsi nöbetleri geçiriyor ama kendisi asla bunun farkında olmuyor. Biz kendisine nöbete girdiğini söylediğimizde ise çok zor kabulleniyor. Böyle bir adama sakat kalma ihtimalinden söz edeceğinize öldürün daha iyi.
Ne diyorduk ben kardeşime geçmeden önce. Zira bu da benim kompleksim. Gözlerinin önünde ben olduğum halde kardeşimin veya mesela annemin sakatlıktan bu kadar ürkmelerini kabullenemiyorum. Kaldığımız yere bir kez daha dönersek okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler ve diziler de bu aciz, eksik algısını besliyor ne yazık ki. Nitekim aynı dizinin iki bölüm sonrasında gene işlenen konu üzerinde, Hekimoğlu ile çok yakın dostu Doktor Orhan arasında geçen şu konuşmayı izleyen kaç izleyici aksini düşünebilir ki?
On sekizinci bölümde kanser hastası dokuz yaşında bir kız çocuğu var ve yeni belirtiler gösteriyor. Daha da önemlisi sanrı görüyor ve bunun neden kaynaklanabileceğini araştırıyorlar. Bir dizi işlemden ve keşif ameliyatından falan geçiriyorlar. Onu beklerken ikili arasında geçen konuşmanın aşağı yukarı metni şöyle:
Hekimoğlu: İnsanları putlaştırmak sizde hastalık haline gelmiş. Ortada hiçbir şey olmasa bile hayran olunacak bir şeyler bulursunuz. Hatta hiç bakmamanız gereken yerlerde bile hayran olunacak bir şeyler buluyorsunuz.
Orhan: Sana göre ölmek üzere olan küçücük bir kızı sevemez miyim?
Hekimoğlu: Ölümün yaklaştıkça herkes seni sever.
Orhan: Ama sen de baston kullanıyorsun ama kimse seni sevmiyor.
Hekimoğlu: Ama ben ölüm döşeğinde değilim sadece zavallıyım. Hem bastonuma laf etme. Onun sayesinde herkese her istediğimi yaptırıyorum.
Ben mi çok sorunluyum? Yoksa gerçekten benim anladığım gibi yukarıdaki ifadeler mi problemli? Veyahut bir Recep İvedik sloganında olduğu gibi mi demeliyim? “Agresifim! Kompleksliyim!”
Sahi siz hangisini seçerdiniz?