Toplam Okunma 0
Mutfakta, neşeyle gülen genç bir kadın yemek hazırlıyor. Üzerinde önlük, tezgahta kase ve çırpıcı, yanında süt ve yumurtalar görüntüleniyor. Arka planda mutfak rafları var. Aydınlık ve sıcak bir ortam.

“Mayıs” demek Anneler Günü demek. Anneler Günü’nün büyüsüne kendimi çok kaptırmak istemiyorum uzunca bir süredir. Belki annem de çok sallamadığı veya sallamaz göründüğü içindir. Veyahut kim bilir, belki de alışveriş çılgınlığına dönüp çıkarcı bir ticaret halini aldığı içindir? Ne var ki görmezden gelemiyorsun da işte… “Bu ne yaman çelişki anne?” diye seslendirdiği gibi Ahmet Kaya'nın. 

 

Biriken mesajlar içinden dergininkileri ayırıp okurken Elif Emir Öksüz'ün bıraktığı daha bir dikkat çekiciydi. "Şu kutlamayı gördüm bir yerde çok anlamlı geldi, paylaşayım dedim:

‘Usulca kutlayın Anneler Günü’nü

Öksüzlerin canını acıtmadan

Çocuğu olmayan kadınların, yavrusunu kaybetmiş anaların yarasına tuz basmadan.

Doğurmadığını bile bağrına basmış, 

Kendi anne, vicdanı anne, 

Ruhu anne olan 

Bütün kocaman yürekli kadınların 

Anneler Günü’ kutlu olsun. ❤🌹💗💐💗’”

 

Paylaşanın yüreğine sağlık hakikaten. 

Öksüz değilim. Ancak elli yaşıma merdiveni dayamışken bile anne yokluğu garip bir iç acısı… 

Yavrumu kaybetmedim, anne olamadım ama bunu çok bir yara da sayamadım. Belki de bundan tuz basılacak bir yaram da yok çok şükür. 

Doğurmadığı halde kendi anne vicdanı anne ruhu anne olma hakkı verilmeyen engelliler bence çoktur. Başka sebeplerden hiç evlat edinmeyi düşünmedim ama düşünecek olsaydım muhakkak çok yaralanırdım bu yüzden. 

 

Şimdi bir u dönüşü yapıyor ve duygusallığımı dağıtıyorum izninizle. Çünkü anne demek mutfak ve yemek kokusu demek bu topraklarda. Gerçi bana göre pasta, kek, börek ve poğaça daha cazip kokular vermekte ama neyse. O kadar da bozmayalım duygusallığımızı. 

 

Yaklaşık on beş gün önce bizim evin mutfağında geçen bir konuşma kendimi tuhaf hissettirdi. Ben muhabbeti odamdan duyuyorum yalnızca. Annem Ankara'ya gidecekti. Biletini almıştık. Annem, babam ve yeğenim Kerem mutfaktaydı. Annem "Kerem ben Ankara'ya gidiyorum" dedi. Yeğenim elbette itiraz etti. Çocuksu haliyle itirazının en büyük dayanağı ise "Bize kim yemek pişirecek?" oldu. Annem kahkahayı koyuverdi ve "Halan" dedi. Ufaklık şaşkınlıkla "Ama o köööörr" deyiverdi. 

 

Çocuk haklı. Annem ile aynı mutfağı paylaşmak imkansız olduğundan beni hemen hemen hiçbir şey yaparken görmemiş demek ki. Son yıllarda yaşanan sağlık sorunlarım da cabası. Yine de kendimden utandım doğrusu. 

 

Alakasız şeyler çeker ya zihinde birbirini. Aklıma dergimiz satırlarından yansıyan iki olay geldi. Biri Nurşen Korkmaz'ın oğlunun arkadaşıyla olan diyaloğu. Arkadaşı Eren'e sormuştu: "Senin annen nasıl yemek yapıyor?" diye. Eren de "Ocakta ya da haşlayarak" demişti yalnızca. Öylesine olağan bir şeydi yani onun için. Karşısındakinden farklı olarak tuhaf olan kör anasının yemek yapması değil, arkadaşının bunu sorgulamasıydı. 

 

Diğeri de Dilek Başar Açlan'ın kaleminden. Dilek'in yaptığı taze fasulye yemeğini beğeni ile gömen Ela'nın mutlulukla "Anne, bunu sen mi yaptın?" sorusuydu. Sanki Dilek bunu biraz içerlemiş gibiydi ama bence Ela yemeğin nefesliğini vurgulamak için öyle demiştir. Veyahut o zaman çok açtır ve yemek ekstra lezzetli gelmiştir. Yılmaz Erdoğan'ın hiçbir lahmacunu en klas yerlerde yediklerini bile okul yolundaki üçüncü sınıf lokantanınki kadar lezzetli bulmamasını dizelerinde açıkladığı gibi. 

 

Ha! Annem Ankara'dayken yemek işi ne mi oldu? Tabii ki çoğu kez ben yaptım. Kerem çok da garipsemedi bunu. Üstelik çok da beğendi yaptıklarımı. Hatta bir keresinde geç geldi bize evlerinden. Annesi evde yedirmiş. Bize gelince yine de yemek sordu. Biz de sen evde yedin diye sana ayırmadık deyince bastı yaygarayı. "Ben halamın yemeğini yiyecektim. Annem güzel yemek yapmıyoooo" diye. Utanmaz. Annesi yemek vermese haklı. 

 

Ana değilim ya ne zalimim de mi? (Dili dışarıda gülümseme)


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.